ABD Savunma Bakanı Leon Panetta “İran nükleer silaha 1 yıl içinde sahip olabilir. Bunu engellemek için ne gerekiyorsa onu yaparız. Bu bizim için kırmızı çizgidir” diyor. Gazeteci, “Askeri müdahale olabilir mi?” diye soruyor. Panetta “Askeri müdahale dâhil her şey masada” diyor.
ABD ve İsrail, İran’da rejim değişikliği yaptırmanın yollarını ve müsait şartlarını kovalamaktadır. ABD, bugüne kadar hatta İran İslam Devrimi’nin gerçekleştiği 1979’dan beri her türlü çabasına (ekonomik ve siyasi yaptırımlar ile muhaliflerin her türlü yolla desteği) rağmen bunu başaramamıştır. Artık askeri müdahale seçeneği gerçekten masadadır.
ABD ve İsrail, dünya kamuoyuna müdahalenin bahanesi olarak “İran nükleer silahlar yapmaya ve bu silahları uzun mesafeye atacak balistik füze sistemleri kapasitesini ve menzillerini geliştirmeye çalışmaktadır. Bu nedenle İran ABD, müttefikleri ve bölge ülkeleri için tehdittir ve bu durum asla kabul edilemez” şeklinde mesaj göndermektedir. İran ise “nükleer çalışmalarının barışçıl olduğunu ve nükleer silah geliştirme amacının olmadığını” söylemektedir. Acaba hangisi doğru söylüyor? Ne yazık ki ABD’nin doğruları söylediğine olan inanç zayıftır. Irak’a yapılan istila öncesinde de kitle imha silahları olduğunu söylemişti ama fos çıkmıştı. İşin kötüsü Irak’ta kitle imha silahları olduğu söylemi yanlış bir değerlendirmenin sonucu da değildir. Olmadığı bilindiği halde sahte belgelerle dünya kamuoyu ikna edilmeye çalışılmıştır.
Bir an için İran’ın nükleer silah üretmeye çalıştığını ve bunu 1 yıl içinde gerçekleştirebileceğini düşünelim ve durumu analiz etmeye çalışalım. Öncelikle şunun bilinmesi lazım; bölgemiz nükleer silahlardan arındırılmış değildir. Hadi diyelim ABD süper güç ama İsrail’in nükleer silahlara sahip olması bölge ülkeleri açısından kabul edilebilir mi? Siz bu silahlara sahip oluyorsunuz, ama benim olmamı istemiyorsunuz, bu doğru bir yaklaşım olabilir mi?
İran yakın gelecekte nükleer silah üretse bile bu sahibiyet onun ABD, NATO ve bölge ülkeleri ile Türkiye’ye karşı bir tehdit olacağı anlamına gelmeyecektir. Ama rejiminin ve ülkesinin savunulmasında çok büyük bir caydırıcı güç elde edecektir. Nükleer güce sahip olmak, bölgesel veya küresel emperyal amaçların gerçekleştirilmesi için yeterli değildir. Sovyetler Birliği, sahip olduğu çok büyük nükleer güce karşın bağlı cumhuriyetlerin dağılmasını engelleyememiştir. Rusya Federasyonu, sahip olduğu büyük nükleer güce rağmen ABD’nin yakın çevresinde geliştirdiği operasyonları engelleyememektedir. Yakın geçmişte nükleer silaha sahip olan Pakistan’ın durumu ortadadır. ABD tek süper güç olarak yerkürenin her yerindeki emperyal operasyonlarını nükleer gücü sayesinde değil konvansiyonel (nükleer olmayan-klasik) gücü sayesinde gerçekleştirmektedir. Rusya Federasyonu, Suriye’ye karşı yapılabilecek harekât için desteğini nükleer güç kullanma tehdidi ile değil konvansiyonel güçleri olan harp gemilerini Suriye’ye göndererek gösterebilmektedir.
Şu anda ABD ve İsrail, NATO’yu da peşine takmış, Suriye ve İran’a yönelik olarak örtülü operasyonlarına hız vermiş durumdadır. Suriye ilk halledilmesi gereken hedeftir. Gecikmenin nedeni Rusya Federasyonu ve Çin’in bu ülkelere verdiği destek ile askeri müdahalenin meşruluğunu sağlayacak kararın Birleşmiş Milletler’den çıkarılamamış olmasıdır.
Artık silahlar çekilmiş, bölgemiz çok büyük bir savaşa doğru ilerlemektedir. ABD Donanması, Doğu Akdeniz’de Suriye ve Lübnan ile İran Körfezi, Hürmüz Boğazı, Aden Körfezi ve yaklaşma sularındaki faaliyetlerini artırmıştır. İran Deniz Kuvvetleri, 24 Aralık’ta başlattığı tatbikatta İran’a karşı yapılacak bir saldırıda dünya petrol trafiğinin yüzde 40’nın geçtiği Hürmüz Boğazı’nı mayınlayarak “süratle kapatma” eğitimi yapmaktadır. Bahreyn’de konuşlu ABD’nin 5. Filo’su, tatbikatı yakından izlemektedir.
ABD ve İsrail, baharda İran’a karşı geniş kapsamlı füze savunma tatbikatı yapacak olup Ocak 2012’de operasyona hazır hale gelecek Malatya-Kürecik’teki radar bu tatbikata iştirak ettirilecektir. Bu radar yüzünden İran, en yetkili ağızlarından Türkiye’nin hedef olduğunu ve kendisine karşı girişilecek herhangi bir saldırıda Kürecik’e balistik füze taarruzu yapılacağını bildirmiştir. Rusya Federasyonu, Suriye’ye ve İran’a yapılacak askeri müdahaleye karşıdır. Türkiye, Suriye’ye karşı yaptığı tavır değişikliği gibi İran’a karşı da düşmanca tutum takınması, ekonomik yaptırımlara ve savaşa tam destek vermesi için ağır baskı altındadır. Türkiye, enerjisinin yüzde 70’ini Rusya ve İran’dan sağlamaktadır.
Suriye ve İran, Libya değildir. Bölgenin barışa ve istikrara ihtiyacı vardır. Yapılacak askeri müdahale, bölgeyi Türkiye dahil Doğu Akdeniz’den Afganistan’a ve Pakistan’a kadar Grejuva (suda bile yanan ve sönmeyen Bizans ateşi ) ile yakmaya benzer; bunun kazananı olmaz.
Yeni yılda ülkemiz, bölgemiz ve yerküremiz için barış umuduyla iyi yıllar diler, saygılar sunarım.<
Türker Ertürk (Aydınlık)
Sevgili okurlar son yazılarımda özellikle Suriye ve İran’a fazlaca odaklandığım doğrudur. Çünkü bu işlere kafa yoran birçok insan gibi ben de hemen yanı başımızda savaşın yaklaşmakta olduğunu çok açık olarak görmekteyim. “Böyle bir savaşın haklı bir gerekçesi var mı?” diye sorarsanız cevabım kesinlikle hayır olacaktır. Sadece emperyalizmin çıkarları savaşı gerektirmektedir. Bu savaşın hiçbir haklı, ahlâki ve etik gerekçesi yoktur. Dayandığı mantık “madem ben güçlüyüm istediğimi yaparım” yaklaşımıdır. Şöyle diyor Britanyalı ünlü filozof Bertrand Russell: “Savaş kimin haklı olduğuna değil, kimin güçsüz olduğuna karar verir.”
İşin daha vahimi yaklaşmakta olan ve ülkemizin çıkarına olmayan muhtemel bu savaşta Türkiye işbirlikçi, Batı’nın Ortadoğu’da Truva atı, emperyalizmin maşası olarak kullanılmakta ve yine emperyalizmin çıkarları için ortak tarihi, kültürel ve inanç bağlarımızın bulunduğu insanlarla savaşmamız istenmektedir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Savaş zorunlu ve hayati olmalıdır. Ulusun yaşamı tehlikeyle karşı karşıya kalmadıkça savaş cinayettir.” diyor. O zaman ben size söylemek isterim; emperyalizmin arkadan ittirmesi, şantajı, baskısı, bu baskıya direnen ve direnebilecek odaklara yapılan ve yapılacak operasyonlarla Türkiye’deki iktidar sahipleri taammüden (kasten, isteyerek, bilerek ve planlayarak) cinayete hazırlanmaktadırlar.
Savaşmaya yoksul gider
Fransız yazar ve düşünür Jean-Paul Sartre “Savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür” diyor. Gerçekten çok doğru söylenmiş bir söz. Bırakınız az gelişmiş ülkeleri bu gerçek ABD’de bile böyledir. ABD’nin teröre karşı sürdürülen savaş bahanesi ile aslında o ülkelerin kaynaklarına el koymak için savaşmaya gönderdiği kendi askerlerinin çoğunluğu da, fakir, olanakları yetersiz, üniversite okuyabilmek için ihtiyaç duyduğu bursu savaşarak almaya çalışan ve vatandaşlık bekleyen gençlerden oluşmaktadır. Hatta birçoğu savaşmaya gönderildiği bölgelerin çocuklarıdır. Ne yazık ki AKP hükümetinin bedelli yasası il “savaşmaya yalnız yoksulların gittiği gerçeği” bizim ülkemiz içinde tescil edilmiştir.
Savaşa güle oynaya, davul zurna, bando mızıka gidilir ama dönüş çoğu zaman hüzünlü, bazen acıklı, bazen de çok yürek dağlayıcı olur. IISakat kalanlar, ruhsal travmaya uğrayanlar, evini ve barkını kaybedenler ile ekonomik kayıplar bunun dışındadır. Türkiye‘nin tüm çevresi tam bir ateş çemberi iken ülkemizin bu konudaki deneyimi sadece yokluklar, ekonomik sıkıntı ve karnedir. O dönemi acımasızca ve onursuzca eleştirenlerin dayanağı budur. Siz o dönemde ülkemizi yönetiyor olsaydınız, hangi hareket tarzını seçerdiniz?
Teknoloji ile birlikte silahların yıkıcılığı ve öldürücülüğü çok arttı. 18.yüzyıldan 20. yüzyılın başlarına kadar savaşlarda toplam ölümlerin ancak yarısı sivillerden oluşmaktaydı. II. Dünya Savaşı’nda bu oran üçte ikiye çıktı. Günümüzdeki savaşlarda ise özellikle 1990’ların başından itibaren sivil ölümler toplam kaybın yüzde 90’nına çıkmıştır.
Irak’a 800 milyar dolar
Gelin isterseniz halen devam eden Afganistan ve Irak Savaşlarının rakamlarına bir göz atalım. ABD ve koalisyon güçleri tarafından Mart 2003’de Irak’ın istila edilmesi ve arkasından geçtiğimiz yılın sonunda tamamlanan işgal süresince yaklaşık 1,5 milyon Iraklı yaşamını kaybetmiştir. Sakat kalanlar, kayıplar, faili meçhuller, perişan olanlar bu sayının dışındadır.
İstilacı ve işgalci güçlerin Irak’taki toplam asker kaybı 4802’dir. Bu sayının 4484’ü Amerikalı, 179’u İngiliz, 139’u ise diğer 21 ülkedendir. Ekim 2001’den beri sürdürülen Afganistan Savaşı’nda- ki koalisyon güçlerinin asker kayıpları da toplam 2849 olup, bunun 1872’si Amerikalı, 395’i İngiliz, 560’ı ise diğer 26 ülkedendir.
Sadece ABD’nin Irak’taki savaş ve işgal için harcadığı para 800 milyar dolar, Afganistan’da 490 milyar dolar toplam ise 1.290 trilyon dolardır. Bu rakamlar bugüne kadar harcananlar olup maliyetler her geçen gün artmaktadır. Bu paralarla neler yapılmaz değil mi?
Savaş; yıkım, yokluk, fakirlik, ölüm, kan, kin ve gözyaşından başka bir şey getirmez. Savaşın haklı ve ahlaki olabilmesi için yaşamsal ve yurt savunmasına yönelik olması gerekmektedir.
Saygılar sunarım.
Türker Ertürk (Aydınlık 10 Ocak 2012)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder