Prof. Dr. Hasan Köni MİT’in zirvesine yapılan operasyonun çok aşırı yetkili soruşturma sistemine dayandırıldığına dikkat çekiyor
Gün gelir yasanız sizi çarpar
Bir albay vardı. Daha sonra bu albay ABD ajanı olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Tutuklandığında, “ABD’nin içimizde bilmediği bir şey mi var? Ben niye tutuklanıyorum?” demişti. Çok aşırı yetkili soruşturma sistemi öngören yasanın bu sefer her tarafa doğru gidebilen yeni bir yapı oluşturduğunu görüyoruz. Bu da belirlenen politikayı ve siyasal sistemi sarsar.
Uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Dr.Hasan Köni Türkiye’deki son gelişmelere mealen çok çarpıcı bir yorum getiriyor; “Kendi çıkarınıza çalışacağını düşündüğünüz bir yasa günün birinde sizi çarpar” diyor. Köni, Türkiye’nin, uluslararası ilişkilerde izlediği “sıfır sorun” politikasının da duvara çarpmak üzere olduğu görüşünde.
- Oslo görüşmeleri nedeniyle MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski Müsteşar Emre Taner ve Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’in özel yetkili savcılık tarafından ifadeye çağrılmalarında sizce bir tuhaflık yok mu?
H.K. - Uluslararası sistemi bilen biri olarak bu bana tuhaf geldi. ABD’ye baktığınız zaman ABD, direkt çatışmalardan uzaklaşarak gittikçe gizli operasyonlara kayıyor. Bugün de bildiğim kadarıyla yüz kadar ülkede özel kuvvetleri dolaylı çatışmalar içinde. Şimdi düşünün; ABD’de CIA Başkanı ve onun yardımcılarının Adalet Bakanlığı tarafından sorgulanmaya alınması, sistemi sarsar.
- Yalnız bizim Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in de bu operasyondan haberi olmadı ki duyduğunda şaşkınlığını gizleyemedi...
H.K. - Daha olay tam netleşmedi. Önümüzdeki günler içinde resmi daha net görebileceğiz. Ama ilk bakışta devlet politikasını uygulayan bürokratların, devlet politikasının yasayla ters düşmesi halinde Adalet Bakanlığı’nın bazı bürokratları sorguya çağırması, siyaset bilimi açısından olayı çok ilginç hale getiriyor. Bu, dışardan çok, içerde birtakım sorunlar olduğunu gösteriyor. Bir yasa ortaya koyduğunuzda hayat boyu o sistemde kalmayacağınız için o yasanın iki taraflı keser olduğunu unutmamanız lazım. Yani sola doğru keserken birden sağa doğru kesebilir. 12 Eylül darbesinden sonra çıkarılan kanunların daha sonra başka bir yönetimde başka tarafa dönüp kesmeye başlaması bir örnektir. Çok aşırı yetkili soruşturma sistemi öngören yasanın da bu sefer her tarafa doğru gidebilen yeni bir yapı oluşturduğunu görüyoruz. Bu da belirlenen politikayı ve siyasal sistemi sarsacak bir olaydır. Yandaş olan ve olmayan basın, bundan sonra hiç kimse devlet adına bu işleri yapmaya yanaşmaz, diye yazıyor. Bakın, İrlanda sorunu da Bask sorunu da bu tür el altından görüşmeler yoluyla ele alınmıştır. Mesela ABD de Taliban’la görüşüyor. Birtakım çözümlere ulaşmaya çalışıyor. Onun için bu olayın tam izahını şu anda bulabilmiş değilim. Burada veri eksikliği de çok önemli. Kim kimle ne için uğraşıyor? Niçin bu değişiklikler oluyor?
- Bu arada bir gelişme oldu. Savcılığın soruşturma talebinden birkaç saat sonra jet hızıyla İstanbul Emniyet İstihbarat Şube Müdürü ve Terörle Mücadele Şube Müdürü görevden alındı. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?
H.K. - İki türlü olabilir. Bu arkadaşlar çok çalıştıkları için kamuoyunun gözünün önünden geri çekilerek korunmaya alınmış olabilirler. Ya da bu arkadaşların çalışmalarında ters düşen bir durum varsa devlet onların sistem dışı kalmasını istemiş olabilir. İşin tuhafışu ki, demin de dediğim gibi basında artık hiç kimsenin bundan sonra devlet adına bu tür işlere girme cesaretini göstermeyeceği yazılı. Başka devletlere bakıyorsunuz, kendi istihbarat servislerinin çok korumalı, çeşitli faaliyetleri var. Örneğin bir CIA-FBI çekişmesi vardır ama devlet dur deyinceye kadardır.
- Yakın geçmişte birtakım emniyet mensuplarının Ankara’daki ABD Büyükelçiliği’ne gidip Ergenekon, Balyoz davaları soruşturmaları ve o davalarda tutuklanacak isimlerle ilgili brifingler verdikleri WikiLeaks belgelerinde ortaya çıktı. Dönemin büyükelçilerinin brifingleri kriptoyla Washington’a geçtikleri anlaşıldı. Bu brifingleri de hiç kimse yalanlamadı. Bir bağımsız ülkenin emniyet mensupları nasıl olur da yabancı bir büyükelçiliğe gidip, hatta bu kadar hassas davalarla ilgili brifing verebilir?
H.K. - Bir albay vardı. Daha sonra bu albay ABD ajanı olduğu gerekçesiyle tutuklandı. O zaman, “ABD’nin içimizde bilmediği bir şey mi var? Ben niye tutuklanıyorum?” demişti. Bugüne kadar Washington’dan bir yalanlama çıkmaması da önemli. Sessizlik kabul etme anlamına gelir. Çok bilinmeyenli, ayrıntısı olmayan, ama spekülasyona açık konular.
Sosyal mühendislikle demokrasi olmuyorABD’de sosyal mühendislik yapma eğilimleri her zaman vardır. Ama bu gerçek hayatta yürümüyor. Hep çuvallıyor. Ama çuvallarken müttefiklerini de zor durumda bırakıyor
- Bölgemizde çok ciddi altüst oluşlar var. Arap Baharı denilen halk hareketleri hayret verecek biçimde Tunus’tan başladı, Mısır, Libya ve Yemen’e sıçradı. Şimdi en son hedef Suriye gibi görünüyor. Bu ülkelerde, hatta bütün Arap dünyasında son yıllarda özellikle Çin ve Rusya’nın etkilerini gittikçe arttırdıkları biliniyor. Son olarak BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye’ye operasyon uygulanması Çin ve Rusya tarafından veto edildi. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
H.K. - İsrail-Filistin barış görüşmeleri sürecinde Suriye, Irak ve İran, Filistin’e destek veren ve barışın önünü kesen ülkeler olarak görülüyordu. Bunların zaman içinde bir şekilde sisteme uyar hale getirilmeleri lazımdı. Beni şaşırtan ve beklemediğim gelişme, olayın Tunus’ta başlaması oldu. Tunus Avrupa’ya en yakın, belli ölçüde laik yönetimi olan bir ülkeydi. Ama olaylar bu sefer ABD’ye çok yakın olan Mısır’a sıçradı. Batı’ya yakın olan ülkelerdeki bu patlamalar üç ay sürdü. Bu rejimler yıkıldı. Derken ortaya çıkan birtakım belgelerden, bu ülkelerdeki halkların sosyal paylaşım siteleri aracılığıyla örgütlendikleri anlaşıldı. Bir de bu bölgelerde ABD’nin ve öbür Batı ülkelerinin çok sayıda sivil toplum kuruluşları var. Örneğin Freedom House ya da ABD Demokrat Partisi’nin NDI’ı.
Hatta şöyle bir olay da var. Mısır İçişleri Bakanlığı 2008’de, “Bize İsrail’le iyi geçinin, Müslüman Kardeşler barışa karşı, bunları durdurun diyorsunuz. Ama sizin sivil toplum kuruluşları demokratikleşme ve tek partili yapının değişmesi konusunda habire kışkırtıcılık yapıyor. Bu kuruluşlara da 140 milyon dolar para vermişsiniz. Bu nedir?”tepkisini gösterdi. Mısır’da bu işleri yapan hareketin adı da El Kifaye. (Mübarek rejimine karşı olan slogan; Türkçesi ‘artık yeter’.) Daha sonra Mısır Amerikan Üniversitesi’nde okumuş bir genç bana, El Kifaye’nin bugünün işi olmadığını, 1974’te de var olduğunu anlattı. Ama tabii bizim yazar-çizer takımının bundan haberi yok. El Kifaye’yi yeni sanıyorlar.
- Yani bu Arap Baharı denilen hareketler dışardan yönlendirmeyle mi bu boyutlara ulaştı?
H.K. - Her toplumda memnuniyetsizlikler vardır. Ama ısıtma olduğu zaman olaylar patlıyor. Isıtmanın en önemli yanlarından birisi de hareket başladıktan sonra dışardan destek ve müdahale olabilmesi. Yani sivil halk hareketleri yönetimi sinirlendiriyor ve silah kullanmaya başlıyor. Derken işin içine sivil topluma müdahale halinde insancıl müdahale doktrini devreye giriyor. Dolayısıyla dışardan müdahale oluyor. Hareket büyüyor ve ona göre yapı değişiyor.
Ama dışardan destek ya da müdahale olmazsa sırf bu sosyal paylaşım siteleri üzerinden haberleşmeyle ya da sokağa dökülmekle bir şey yapamazsınız. Suriye’deki olaylara bakıyoruz. Orada acaba halk Batılı anlamda bir demokrasi mi istiyor? Ama son gelişmeler gösteriyor ki oraya Batılı anlamda bir demokrasi gelmeyecek.
Biraz daha açık yayın yapabildikleri için İsrail gazetelerine bakıyoruz. Orada şu manşetler var: Mısır’da, Libya’da seçimler yapıldı. Allah kazandı. Bu Batı’nın hiç hoşuna gitmedi. Beklenen sonuç bu değildi.
- Peki, hazretler ne bekliyorlardı?
H.K. - Batı kültürüyle yetişmiş, nispeten laik ve liberal olduklarını ileri süren kitlelerin oralarda işbaşına gelecekleri hesapları yapılırken böyle bir açılım olduğunda o toplumun taban kültürünü oluşturan büyük kitleler iktidara geldi.
İşin başka bir boyutu şu: Libya, Sudan, Çin’in yoğun şekilde petrol aldığı ülkeler. Birdenbire Çin’in Kuzey Afrika’daki petrol kaynakları kesintiye uğradı. Sudan ikiye bölündü. Petrol zengini Güney Sudan Çin’e petrol sevkıyatından vazgeçti.
- Suriye’deki olaylara geri dönersek... Demin sözünü ettiğiniz insancıl müdahale doktrini devreye girer mi?
H.K. - Sivil toplumun hareketlerine karşı hükümet belli bir boyutta aşırılığa kaçtığında insanlığa karşı suç işlemiş oluyor. Hama’da, Humus’ta silahlar kullanıldığı haberleri yoğun biçimde çıkıyor. O zaman savaş suçu işlenmiş oluyor. O zaman da kurulmasına çok destek verdiği ama asla üye olmadığı Roma Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne gitme yolu açılıyor. Bu uluslararası hukukta çok ciddi bir gelişme. Uluslararası hukuku da zaten Batı yaratıyor.
Dünyada artık iki blok var
- Bütün bu olaylar ABD Irak’tan çekilmeye başladığı sırada patlak vermedi mi?
H.K. - Doğru. 2002’de, “Dileyelim ki ABD, Irak’a müdahale etmesin. Böyle bir şey olursa İran’dan başlayarak Körfez’e kadar Türkiye’nin altında, İsrail’in üzerinde bir Şii bölgesi ortaya çıkar. Bu da yeni boyutlar ortaya çıkarır” demiştik. Ama Batılılar bizden çok daha iyi analizler yaptıkları için o müdahale gerçekleşti. 2011’de ise bizim 2002’de sözünü ettiğimiz yapı ortaya çıktı. Bakın ben bu uluslararası ilişkilerle uğraştığım bunca yıl boyunca ne içerde ne de uluslararası alanda sosyal mühendisliğin yapılabildiğini öğrendim. ABD’de bu tür eğilimler her zaman var ama gerçek hayatta yürümüyor. Hep çuvallıyor. Ama çuvallarken müttefiklerini de zor durumda bırakıyor.
Artık iki blok var. Birisi Çin-Rusya-Suriye-Irak-İran, öbürü ABD-NATO-Avrupa ülkeleri- Körfez Konseyi-Türkiye.
NATO üyesiyken sıfır sorun olmaz
- Türkiye bütün bu denklemin neresinde?
H.K. - Türkiye Kürt sorununu kendi içinde demokratikleşerek çözseydi Suriye, Irak ve İran’la iyi ilişkiler içinde olması gerekirdi. Yani sıfır sorun. Rusya’yla iyi ilişkiler içinde olması gerekirdi ki ilişkiler bugün iyi. Bu nedenle artık Ermeni açılımı fazla dillendirilmiyor. Türkiye bulunduğu güç sisteminin doğrultusunda davranmak zorunda. Türkiye sıfır sorun politikasını uyguladı ama bir NATO ülkesi olarak serbest süvari olabilir mi? Olamaz. Çünkü sosyal, ekonomik, askeri, siyasal açılardan bu sisteme bağlı. Bu yapı içinde üst politikanızı yürüteceksiniz, hem de bu gelişmeler karşısında tavır alacaksınız. İlk başlarda Başbakan Erdoğan, “NATO Libya’da ne arıyor?”dedi. Öte yandan bir radar sistemi koyuyoruz. “Bu radar sistemi İran’a da Rusya’ya da karşı değil” diyoruz.
Türkiye neredeyse şamar oğlanı
- O zaman adama, “Bunu oraya niye koyuyorsunuz” diye sormazlar mı?
H.K. - İzah tarzı, “Radar sistemini kurarız”. Dış basındaki analizlere bakıyorum. Münih toplantısından ve BM Güvenlik Konseyi’nde operasyonun veto edilmesinden sonra NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in çıkıp “Tabii ki kendimizi Rusya’ya karşı korumak için IBM sistemlerini yerleştireceğiz” sözleri var.
Bütün bu dengelerin ortasında Türkiye, İran’a çok yaklaşsa ABD’den, Batı’dan fırça yiyor. Ama Türkiye petrolünün yüzde 30’unu İran’dan alıyor. Bu arada Hindistan gibi ülkeler İran’a petrol borçlarını Türkiye Halk Bankası üzerinden ödüyor. Derken Türkiye, Suriye’ye “Demokratikleş. Muhalif kitleleri dinle” diyor. İnşallah günün birinde, kendi içindeki bir grup (Kürtler) kendilerine Türkiye’nin demokratik haklarını vermediğini söyleyip, birtakım hareketlere girişip Türkiye’ye de“Demokratikleş” diyebilirler mi? Yani men dakka dukka.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder