21 May 2012

İslam ve anti-kapitalizm!



Bu yıl 1 Mayıs meydanlarında çok konuşulan bir kortej vardı. Anti-kapitalist Müslümanlar korteji. Başlangıçta ben de bu korteje katılma kararı almıştım. Tertipleyen genç arkadaşları tanıyorum. Samimi, temiz niyetli arkadaşlar. Lakin, siyasetin içinden gelen ve halen aktif siyaset yapmakta olan “eski Milli görüşçü” bir siyasetçinin sürece adapte olması hasebi ile geri çekilme kararı almış ve bunu etkinlikten 1 gün önce ilan etmiştim.
İslam anti-kapitalisttir. Evet. Lakin şu günlerde çok fazla konuşulan bu kavram hakkında söylenenlerin, özellikle de İslami çerçeveden yapılan itirazların “hedefi ıskaladığını görüyorum.” Kapitalizm ile mücadelenin, “burjuva-proleter” kavgası eksenin yürüyeceği sanrısı üzerinden hareketle, sloganik ve popüler bir anti-kapitalizm dili üretilmemeli.
Kapitalizm, sanayi devrimi sonrası gelişen üretim ilişkilerini temsil eden bir kavramdır. Durağan değildir. Yapısı gereği, emperyalizme “muhtaçtır.” Yani, mutlak manada “emperyalizme” evrilme zorunluluğu olan bir sömürge ideolojisidir. Kapitalizmin taşıyıcı gücü olan burjuvazi ise, bizim memleketteki mal mülk sahipleri değildir.
Burjuvazi ile kavga etmek demek, bizim memlekette ki sermayenin kendisinin hareket kabiliyetini yönlendiren “yekün sermaye ile, yani küresel siyaseti biçimlendiren yığın sermaye ile kavga etmek demektir.”
Yani, ezilenlerin; müstekbirlere savaş ilan etmesi demek; basit bir banka karşıtlığı, ya da memlekette ki küçük burjuvaziye savaş açmak ile izah edilemez. Çünkü küçük sermaye, ya da yerel sermaye; küresel büyük sermaye gruplarının yarattığı koşullara bağımlıdır. Piyasaları belirleyen büyük güç, bugün; ABD merkezli “Federal Rezerve’dir.”
Federal Rezerve, ABD’nin dış politikalarından, bölgesel politikalara kadar; her konuda söz söyler. İşte bu an itibari ile devreye “emperyalizm” girer...
‘Küreselleşme ekseninde’ siyaset Holding medyası, George Soros ve benzeri spekülatörlerin fonladığı STK’lar, onların yerel kalemşörleri olan liberaller; topyekün, yeni dünyanın temel tezi olan “küreselleşme ekseninde” siyaset üretirler. Bu çerçeveden ikonlar yaratır, muhalifleri yıpratır, saldırır ve yok ederler...
Anti-kapitalist olmak için, işte bu büyük resmi görebilmek gereklidir. Büyük resme baktığınızda, bir talebi dile getirirken; o hususta “Küresel Sistemin sözü nedir” diye bakmanız gerekir. Eğer bunu es geçerseniz, sorunun “yerel olduğunu” iddia eder, iç dinamikler üzerinden meseleyi çözeceğinizi söylerseniz, eşyanın tabiatına aykırı iş yapmış olursunuz.
Eşyanın tabiatına aykırılığı, nesnel durumdan kaynaklıdır. Nesnel durumda; Türkiye’nin X sermaye grubu, bağımsız hareket edemez. Büyük balığın çizdiği rotada hareket etmek zorundadır. O halde sistem, muhalefetini kendisini değil X’i vuran bir dil ile donatarak, hem alternatif bir sermayenin gelişmesini, hem de muhalefetin etkisizleşmesini sağlar...
George Soros’un açık toplum vakfının üniversitesi olan Bilgi Üniversitesi’nin öğrenci klüplerine göz attığınızda, “anti-kapitalizm” vurgusunun ne kadar yoğun olduğunu görürsünüz. Neden mi?
Sistem, kendi nesnelliğini görünmez kılan bir dil üretiyor. Anti-kapitalizm adına; “sömürgeciliği ve küreselleşmeyi” görmeyen yeni bir dil inşa ediyor. Bu dil, bankaları, yerel sermayeyi topa tutuyor. Ama Soros, Pentagon, AB ve İsrail ekseninde tek bir kelime dahi söylemiyor.
Bu yeni dil, akşama kadar darbe karşıtlığı yapıyor, ama darbeleri üreten merkezleri (Pentagon-İncirlik hattı) asla dile getirmiyor. Bu anti-kapitalizm, hedefi ıskalayan bir anti-kapitalizmdir. Ben, böyle bir anti-kapitalizme asla tabi olamam...
“Kendimi geçmişin adamı yapamam   ben, yapmamalıyım. Şimdiki zamanı ve geleceği harcamak pahasına geçmişi yüceltmek umutsuzlara yakışır.” (Frantz Fanon, Siyah Deri Beyaz Maskeler).
Dünyayı Yöneten Şebeke
Tarihsel bakış önemlidir. Lakin sert bir tarihselcilik; ideolojinin ütopize olmasını sağlar. Dün yazdığım yazıda, burjuvazi-sermaye kavramlarının nesnelliğinden bahsetmiştim. Evet, kapitalist-sömürgeci altyapının ürettiği bir de üstyapılar vardır. Mesela “dil.”
Dil’den kastım, iletişim aracı olan alfabetik yapı değil, sınıfları temsil eden karakteristik kültürdür. Paul Valery, dil için; “ete saplanmış Tanrı” kavramını kullanır. Dil, tavır ve üslup; etkileyici bir ruh üretir. Bu durumu biraz daha açayım istiyorum;
Bugünün dünya’sında; servet ve imkanı elinde bulunduran imtiyazlı grup; belirleyici konumdadır. Yeryüzünün yüzde1’den az bir nüfusu, bütün yeryüzünde dolaşan paranın yaklaşık yüzde 80’ini elinde tutmaktadır. Ne kadar gariptir ki, bu yüzde1’lik grup; yahudidir. İşte “burjuva” dediğimiz yapı tam olarak budur. Çünkü bu yapı, irili ufaklı sermaye hareketlerinin yönünü belirleyen, ana belirleyici güçtür. Bu yoğuşmanın ortaya koyduğu iradeden bağımsız bir parasal hareketin oluşması olanaksız gibidir.
Bu durumun “antropolojik/insanbilimsel ve sosyolojik/toplumbilimsel” nedenlerine, köklerine de gireceğim. Hatta bu hususta bütün projelerimi iptal edip; güncel durumdan ötürü; Tevhid; Devrimci İslam’ın İdeolojisi adlı bir kitaba başladım.
Temel psikoloji: Yabancılaşma
Devam edelim;
Kapitalizmin ihtiyaç duyduğu temel psikoloji, yabancılaşmadır. İnsanın kendisine, akabinde topluma yabancılaşması. İşte bu bağlamda “dil” yani tutum çok büyük bir önem arz eder. Yeryüzünü egemenlerin gözünden anlamaya çalışan bir “ezilen tipi” üretildiğinde, en büyük düşmanı “toplu ve bütünleşik irade” olan egemen dünyanın gözünden bakarak; yeryüzünün temel sorununu “500 ayrı başlıkta ele alan” mazlumların ortaya çıkması gibi bir durum oluşur.
Yabancılaşma böylesi bir zihinsel algılama biçimi örgütler. Hatta öyledir ki; “kürt meselesinde” mevcut sınırların dahi ötesine bakacak, geniş hinterlandı birleştirecek sözlerden imtina eden, mevcut olanı da parçalara ayırıp homojenize ederek “kolektif ruhun oluşmasının önüne geçme adına mesai yapan” egemen bakışın kendisi, ezilen dünyanın talebine dönüşüverir.
Bu yabancılaşma, ideolojisizlikten doğar. İdeolojisizlik, fikri olan ama perspektifi olmayan zombiler üretir. Zombiler, sadece tüketir. Tüketim, kapitalizmin ayakta kalmasının temel yoludur.
Bu noktada belirginleşmesi gereken olgu şudur;
Sömürgeci saldırganlığı (emperyalizmi) görmezden gelen bir anti-kapitalizm ile, sermaye-emek çelişkisini, sınıfsal çelişkileri görmezden gelen bir anti-amerikancılık aynı cephede konumlanır. Her ikisi de aslen, nihai hedefi ıskalayan mermiler üreterek; enerji tüketir.
Lakin, batıda gelişecek devrimcilik “salt sınıfsal mücadele temelinde” olgunlaşabilecek iken, doğuda; burjuvazi kavramının oturmamışlığı hasebi ile; “ çok daha anti-emperyalist/anti-sömürgeci” olunmak durumundadır. Bu, tarihsel köklerin zaruri kıldığı eko-politik bir nesnellikten ötürü böyledir. Burada “sınıf savaşı yapmak” kapitalizmi yok etmez. Çünkü, buralarda “kendi yolunu çizebilen bir sermaye türeyemez.” Batı’nın yığılı sermayesinden bağımsız bir süreç gelişemez. Yönlendiren, biçimlendiren; güçlü birikimdir. Bunun merkezi bugün Batı’dır.
Gerçek şu ki Allah, bir toplumun mâruz kaldığı şeyleri, onlar, birey olarak içlerindekini / birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmez. Allah bir topluma bir perişanlık dileyince de artık onu geri çevirecek bir güç yoktur. Ve onlar için Allah’ın berisinden koruyucu bir dost da olamaz (RA’D suresi 11. ayet).
Bireysel gelişim ya da dönüşüm; toplumsal evrim sürecinin temel parametresidir. Bu gerçeği doğrulayan en temel metod; nefs terbiyesi olmuştur. İslam düşünce tarihi boyunca, önemli işler üreten hareket merkezlerinin temel metodu budur. Bireysel egonun etkisizleşmesi,akabinde “topluluk bilincinin ortaya çıkması.”
Dr. Ali Şeriati’nin Hüseyni’nin İrşad’da yaptığı şey tam olarak bu idi. Belirli bir sistematik içerisinde, dönüşüm ve değişim eksenli okumalar yapmışlardı. Zaten bütün eserlerinde bu dili güçlü ve etken biçimde görebiliyoruz.
Olgunlaşmamış, altı doldurulmamış, ideolojik ve eylemsel karakteri oturmamış bir çıkış, yıkım ve felaket doğurur. Üstelik, Hüseyni İrşad (bireysel gelişim) evresinden geçmemiş bir öncülüğün bu temel parametrelerden yoksun bir durumda ortaya çıkması, felaketin en yıkıcısıdır.
Zaten olgunlaşmış bir politik tutum bu okumayı zorunlu kılar. Kapitalizme karşıt konumlanmak demek, doğrudan “sermaye birikimine dair sözler söylemenin yanısıra” örgütlü ve saldırgan kapitalizmin genel siyasi hamlelerini okumak, analiz etmek gibi bir zaruret üretir. Daha önce “merkezi sermayeden bahsetmiştim.” Şimdi de Batı merkezli sömürgeciliğin kullandığı diğer bir yöntemden bahsedeceğim; “edilgenleştirme...”
Holding medyası, “kapitalizmin bültenidir.” Her aklı selim, sisteme karşıt konumlanan bir medya organının ayakta duramayacağını bilir. Eğer bir televizyonun ekranlarında “banka reklamları varsa” o televizyon; sistemi yıkacak, zarar verecek yayın yapamaz. Aksine, sistemi kollamak gibi siyasi bir sorumluluk edinmiştir.
Bunu ister diziler, ister programlar ister politik tutumu ile yapsın, nihai durum budur. Buralardan çıkacak muhalefet tipinden, yükseltilen itirazlara kadar, sistemin tehlike olarak algılamadığı argümanlar sunulur, parlatılır...
Örneğin; bana “Ulusal Kanal’da program yaptığım için eleştiri getirenler”, ellerine ilk fırsat geçtiğinde “Holding medyasına koşturur.” Ulusal Kanal bir siyaseti temsil eder onlara göre, ama o “Holding medyası etmez.” Bu, Holding medyasının ne kadar güçlü bir manipülasyon etkisi olduğunun delilidir. Öyle düşünmesi istendiğinden, öyle düşünmektedir kişi.
SOROSyalizme uzaktır
Dikkat edersek, sermayenin bülteni (Holding Medyası) Türkiye’nin birçok meselesinde söz söyler. Kürt meselesi, Ermeni meselesi..vs. Eğer egemen medyada bu hususlarda bir söz söyleniyorsa; bilmeliyiz ki o söz; sermayenin o konudaki tutumunu yansıtır. Bunun aksini iddia etmek gülünçtür . Öyle ki bugünün egemen sistemini inşa eden liberal kalemlerden Fehmi Koru’nun “antikapitalist Müslüman gençler” eylemine çok ciddi bir destek vermesi, bunu tv. ekranlarında deklare etmesi ve İslam’ın “sosyalizme” yakın olduğunu söylemesi, acaba Fehmi Koru hangi sola ve sosyalizme yakınlaştırma ümidi içindedir sorusu üretti zihnimde?
İslam ekonomik olarak sosyalizme yakındır. Ama SOROSyalizme uzaktır. Liberal-Piyasa solculuğuna, yakın tarihte Graham Fuller’in de söylediği; Türkiye’de daha çok sol lazım sözündeki sola uzaktır. Hatta savaş açmıştır.
İştah kabartan “liberal mollalara duyurmuş olayım. İştahlanmasınlar.” Oluşturulan eylemselliğin “politik okumasındaki eksiklikten” istifade etme çabasına girmesinler. Bu yazı dizisine uzun bir süre daha devam edeceğim. Hatta kısmetse bu hususu derinlemesine işleyen bir de kitap hazırlayacağım. Hakkımızda hayırlısı...
Dün yazdığım yazıda liberal kalemşörlerin “İslam ve antikapitalizm” eksenine dair olumlu yaklaşımlarının temel nedenlerinden bahsetmiştim. Liberaller “imana mı geldi?”
Yoksa liberaller hidayet mi buldular? Eğer durum böyle değilse, nedir bu ilginin nedeni?
İdeolojisi olan bir medyaşör, sırf gündemleştiği için bir şeyi över mi? Evet. Bunu biraz daha açalım.
Örneğin, Mustafa Akyol isimli liberal kalemşör Star gazetesinde sürekli olarak “özgürlük, darbe karşıtlığı” eksenli yazılar yazıyor. Mustafa Akyol, insanların özgürleşmesini, darbelerin yok olmasını mı istiyor? Serbest piyasaya iman etmiş kişilerin liberal gümrüklerinden geçen bu fikirlerin onay almasının temel nedeni nedir?
Nesnel durumdur. Yani bugünün koşulları. Küreselleşme ya da “kapitalist enternasyonel”, kendi varlığını belirgin kıldığı hedeflere dayalı kılıyor. Daha doğrusu, serbest ticarete iman etmenin yarattığı özgürlükçülük, sermayenin özgürleşmesine dayanıyor. Bu halkları köleleştiren bir özgürlük paradigması inşa ettiğinden, üretilen dil sorunlu bir dile dönüşüyor.
İslam ise meseleye karşı konumlanıyor. Tevhid dediğimiz “ideal toplum” algısı, sadece insanların değil, tüm varoluşun BİRLİĞİNİ ifade ettiğinden (sınıfsız toplum), bu ilkelere karşıt konumlanmışların, yani sınıflı toplumun dinamiklerinin karşısında durmayı zaruri hale getiriyor.
O halde, nesnel olarak; emperyalist sömürgeciliğin karşısında olmayan bir antikapitalizmin içeriksel bir sorunu vardır. Lakin, “özgürlük” kavramının bu kadar rağbet görme nedeni budur. Burada bizim kendimizi ifade edebileceğimiz temel kavram “eşitlik” olacaktır. Yani temel slogan “Allah Ekmek ve Özgürlük” olduğunda başka, “Allah, Ekmek ve Eşitlik” olduğunda başka anlamlar ortaya çıkacaktır. Eşitlik dediğinizde, kapitalist üretim ve tüketim ilişkilerine dair bir söz söylemiş olursunuz. Ancak özgürlük dediğinizde; “bu ihtirasların özgürleşmesini de kapsayabilir.” Ucu açık olur, sistemi rahatsız etmez. O yüzden bunun sloganize edilmesi “sorun olarak algılanmaz.”
Eşitlik, Ebu Cehil ile köle Bilal’i bir kıldığından tepki görür. Özgürlük ise, her türlü içi doldurulabilecek bir kavramdır. Siz özgürlük dediğinizde, önünüze “kolektiviteyi parçalayacak yığmalar yapılır.” Hemen usta bir medyaşör size sorar; “eşcinsellere de özgürlük mü?”
O zaman “eşcinsellere, kölelere, x,y,z..vs. lere özgürlük” başlığında yüzlerce madde üretirsiniz. Bu hiçbir zaman ortak bir karakter üretemez. Bu dağılma, yoğunlaşan tepki ve muhalefetin etkisizleşmesini sağlar. Bu etkisizleşme, kime yarar? Nerelere fayda getirir.
Sömürgeci kapitalizm
Lakin eşitlik dediğinizde işler değişir. Bunu X’lere eşitlik diye ifade edemezsiniz. En temel insani ilke olan eşitliğin, yorumlanması imkansızdır. Bu yüzden eşitlik sözü sevilmez. Kanlı Bahar’ın temel sloganının özgürlük olması bu noktadadır. Diktatöre karşı özgürlük. Demokrasi istiyoruz!
Antikapitalizmin amentüsü “eşitliktir.” Sömürgeci kapitalizm (batı saldırganlığı) karşısında eko-politik inşa edilecekse bunda esas ilke eşitlik olabilir. Ve daha önce de belirttiğim gibi, Avrupa merkezcil bir okumanın dışına çıkarak; daha yerel bir karakter üretmek gerekir. Yerel karakterden kastım, doğu sosyolojisini anlamışlıktır. Tümüyle batının yığın sermayesi tarafından rotası çizilen birikimlerin olduğu bir ülkede burjuva avına çıkma saçmalığı gibi bir durumdan bahsediyorum. Buralarda olsa olsa kompradorizm olur. Kompradorizm var ise, emekçi sınıfın ana hedefi; işbirliği yapılan yığın sermayenin ideolojisidir. Bugün bu ideoloji “sömürgeci kapitalizm ya da emperyalizm” olarak ifade edilebilir.



Hiç yorum yok: