Bu günlerde Kürtlere dair hazır her şey konuşuluyorken, hiç
kimsenin haklarında tek bir söz söylemediği, varlıklarından bile kamuoyunun
birçoğunun haberdar olmadığı, otuz yıllık terörle mücadele sürecinde sürekli
“Araf’ta” yaşamak zorunda bırakılan, Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan Türklerin
sorunlarından bahsetmek istiyorum.
Bilmeyenler için söyleyeyim, Güneydoğu’da terörün sebep
olduğu göç öncesine kadar, sonradan il veya ilçe olan yerler dışında, il ve
ilçe merkezlerinde genelde Türkler yaşardı. Birkaç ilçe dışında şehir
merkezlerinde neredeyse Kürtçe konuşulmazdı. 80’li yılların sonuna kadar il ve
ilçe merkezlerinde konuşulan dil güneydoğuya has şivesiyle Türkçeydi. Mardin ve
Siirt gibi illerde Türkçe ile beraber Arapça ve Süryanice de konuşulurdu. Şehir
yerlileri ya Türk, ya Arap, ya da gayri Müslim Süryani, Ermeni veya
Yahudilerdi. Kürtler genelde ova köylerinde yaşarlardı. Aslında Kürt olmayan
ama bu günkü moda gereği Kürt sayılan Zazalar ise dağ köylerinde yaşarlardı.
Nadiren şehirlere yerleşen Kürtler dahi bölgenin şivesini benimseyerek Kürtçe
yerine Türkçe konuşurlardı. Bu durum herhangi bir baskı veya zorlama sonucu
değil, yaşam biçimi ve teamül sonucu oluşmuştu. Şehirli Türk esnaf Kürtçe
bilirdi, köylerden gelen Kürtlerle (Gundiler) alışveriş yaparken Kürtçe
konuşurlardı, ancak şehirde teneffüs ettiğiniz hava musikisinden, sofra
kültürüne, sohbetinden küfürleşmesine kadar her şeyiyle Türk’tü.
Güneydoğu kültürü burada yüzyıllardır yaşayan bu köklü Türk
ailelerinin oluşturdukları bir kültürdü. Divan şiirini duyardınız Diyarbakır
kahvehanelerinde ve okey yerine satranç oynayan şehir çocuklarını görürdünüz,
gazeller, kasideler musikinin temel güfteleriydi. Adabı muaşeret kuralları ve
şehirlerin teamülleri anayasadan daha fazla belirleyiciydi şehir halkı
nezdinde. Ali Emiri’nin Kütüphanesi bilinir, ancak Güneydoğu şehirlerindeki her
eşrafın evinde mutlaka bir el yazma koleksiyon bulunduğu bilinmez. Makam
bilmeyen, musikişinas olmayan ezan okuyamazdı. İçli köftenin, kuzu veya kaburga
dolmasının, Meftune’nin, Mumbar’ın Kürt mutfağı olduğunu mu sanıyorsunuz?
Münevver ve aydın bir Türk nüfus daha İstanbul Türkleşmeden önce Diyarbakır’da,
Bitlis’te, Malatya’da, Urfa’da, Mardin’de, Van’da yaşıyordu. Diyarbakırlı olduğu
için Ziya Gökalp’e Kürt diyen milliyetçilerimiz var bu ülkede. Celal
Güzelses’in gazellerini dinleyin, Cahit Sıtkı’nın şiirlerini, Süleyman Nazif
beyin hayatını okuyun, o zaman ne demeye çalıştığımı anlayacaksınız. Çok
eskilerden bahsetmiyorum 80’li yıllara kadar Türk kokardı güneydoğu.
Bu gün BDP’li belediyelerin yönettiği bir şehirde Türk olmak
nedir bilir misiniz? Güneydoğuda Türk, Batıda Kürt olmak… Dağdaki bağdaki
deyimini kullanmayacağım elbette ancak Araf’ta yaşar güneydoğulu Türkler. Batıda
Güneydoğulu olduğundan Kürt kabul edilir. Kendi memleketinde ise Türk olduğu
bilindiğinden sürekli taciz edilir. İş yerleri, örgütün kepenk kapatma kararına
uymadıkları zaman hedeftir Molotoflara. Zabıta sürekli eften püften bahanelerle
ceza yazar Kürtçe konuşmadığı için, yüz yıldır aynı dükkânı çalıştıran esnafa.
Sizden alışveriş yapmaz Kürtçüler. Seçimlerde kapağı açık ve mühürsüz oy
sandıklarında kullanırsınız oylarınızı, hasis bakışlar altında mühür basarsınız
uluorta çünkü paravan yoktur. BDP’liler dışında müşahit dahi bulamazsınız
sandık başlarında. Çocuklarınız okulda üniversitede tehdit altındadır sürekli.
Milli bayramlarda şiir okumak bile başlı başına bir meseledir çocuklarınız
için. Polise gidersiniz onlarda çaresizdir. Türkçe konuşarak kibrit isteseniz
ciğerinizi sökecekmiş gibi bakar size, beş sene evvel terör tazminatını alıp
şehre gelmiş bakkal. Elektrik ve su faturasını kaçağa bağlamayıp düzenli ödeyen
bir siz kalmışsınızdır. Her gün size ve değerlerinize yapılan saldırılara,
psikolojik veya fiziksel tacizlere maruz kalırsınız. Memursanız eğer malum
sendika dışında istediğiniz bir sendikaya dahi üye olamazsınız. Cenazeniz
olduğunda bile BDP temsilcileri gelir, Fatiha okuduktan sonra propagandaya başlar,
defolun! diyemezsiniz.
Batıda ise ne derseniz deyin doğum yeriniz güneydoğu ise siz
Kürtsünüzdür. Güneydoğulu ancak öz be öz Türk olduğunuzu saatlerce açıklamak
zorunda kalırsınız. Çocuğunuz okulda öğretmenine arkadaşına, eşiniz komşusuna,
siz iş yerinde arkadaşlarınıza aslında Türk olduğunuzu izah etmeye
çalışırsınız. Kimi inanır kimi de aslınızı inkâr ettiğinizi zanneder acıyarak
bakarken gözlerinize. Hele bir şehit yakınına denk gelirseniz içiniz parçalanır
ancak güneydoğuluyum diyemezsiniz. Şirin bir Anadolu kasabasına yerleşecekseniz
mesela, ilk iş olarak araç plakanızı değiştirmelisiniz. Çünkü önce polis
çevirir şüpheli tavırlarla. Düzgün Türkçenizle konuşurken sorun yoktur ancak
memleket sorulduğunda hayretle karşılanırsınız, zira memleketi gereği Kürt
olduğu düşünülen birinin İstanbul Türkçesiyle konuşabiliyor olması tuhaf gelir
insanlara. Güven kazanmanız yıllar sürer.
Kısacası Araf’ta yaşar Güneydoğunun halis Türkleri bu
ülkede. Kimse onların halini merak etmez. Siyasetçiler Kürtlere mavi boncuk
dağıtır, Kürtçüleri şımarttıkça şımartır, ancak nesli tükenmekte olan şehirli,
yerli halkı görmez. Şımaran ve şımardıkça hoyratlaşan örgüt sempatizanları,
sözüm ona STK’lar ve BDP’li belediye çalışanları yok sayarlar Selçuklunun,
Artuklunun, Akkoyunlunun ahfâdını.
Bu yazılanlar birçoklarını sinir edecek biliyorum. Geçimini
“Kürt sorunu” ile sağlayanları kastediyorum. İnkâr edecekler, yalan
diyecekler… Kolayı var. Yürekli bir
gazeteci, alsın kamerasını gitsin ve güneydoğuda üç göbek şehirli olan
ailelerle konuşsun bakalım yüzlerini göstermeden. Yazdıklarımdan bin fazlasını
duyacaklardır eminim.
Gerçi telaş edilecek bir şey yok. Gün günden azalıyor kadim
şehirlerin asil aileleri. Kültürleri, dilleri, yaşam biçimleri, gelenekleri her
gün biraz daha karışıyor Dicle’nin sularına… Bol parası olanlar zaten göç
ettiler. Geri kalanlar ise asimilasyonun feriştahına maruz kalıyorlar. Sonları
ne olur bilinmez.
O güzel şehirlerin şerefli insanlarını yazmakla Tarihe şerh
düşmek istedim, o kadar...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder