23 Tem 2014

Çöl Kurbağaları

Aylar ve hatta yıllar boyu, sıcak çöl kumları altında yaşayan ve ancak yağmur yağdığında ortaya çıkan çöl kurbağaları misali, Ramazan’ın gelişiyle beraber TV kanalları “hoca”larla doldu gene. Yıl boyu ülkede ve dünyada olup biten onca ahlaksızlık, onca zulüm, onca ahlaksızlık karşısında tek kelimeyle dahi duruş sergilemeyen bu zevat, şimdi her kanalda, ney sesleri eşliğinde, ekolu mikrofonlarla sohbet ediyorlar.

Kimi, “oruçluyken burnumuzun veya kulağımızın içine yağ damlarsa orucumuz bozulur mu?” sorunsalına cevap ararken, kimi, lacivert takım elbisesi, hâkim yaka gömleği ve dantel takkesiyle, cetvelle kesilmiş bıyığıyla çevrili dudaklarını şekilden şekle sokarak kasideler, ilahiler okuyor… Peygamber hayatından kıssalar, İslam âlimlerinden öğütler…

Ancak, transfer ücretleri neredeyse futbolcuları yakalayacak olan bu zevatın çoğu, oruç dahi tutmaz… Tiyatral kabiliyetleri o kadar gelişmiştir ki, dizilerde bir rol versen, mevcut oyunculara taş çıkaracak kadar ileri düzeydedir. Ağlamalar, huşu ile kemerbeste-i ubudiyet içerisinde gözler kapalı Kuran dinlemeler…

Reklam aralarında kendileri, önlerine konulan özenle hazırlanmış aperatiflere, sandviçlere saldırırken, reklamlarda cızırdayan sucuklara, dumanı tüten pidelere sürülen kaymaklara ve her türden iştah kabartan yiyeceklere, kaç çocuğun yutkunduğundan, kaç hamile kadının aşerdiğinden, kaç asgari ücretlinin evinde gözyaşına sebep olduğundan bîhaberdirler…

Son yıllarda bir de muhalif kanal hocaları türedi. Bunlar da, hükümeti eleştirme ve dini sosyalist kavramlarla ifade etme dışında orijinal tek söz söylemeyen bir kesim… “Muhammed komün yaşadı”, “Sahabeler proletarya idi” vs.

Kulağa hoş gelen bu söylem de aslında diğerlerinden farklı değil. Zira “Kuran Müslümanlığı” adı altında söylenenler, Anglo-Sakson din anlayışının ta kendisidir… Söylemlerinden Abdulvahhab’ın, Cemaleddin Afgani ve haleflerinin ve bir kısım Müsteşriklerin tespitlerini çıkarın, geriye hiçbir şeyin kalmadığını görürsünüz… Özellikle de ruh olmadığını…

Kabbalayı siyonizmle, tasavvufu paganist hurafeyle bağdaştıran bu aklı karışıklar, sel gibi gelen neo-liberal kavramlara karşı, Kurandaki ayetlere çoklu anlamlar vermek suretiyle karşı koyabilecekleri vehmindeler. Konjonktür, bu cühelanın da sebeplenmesine imkân sağlıyor… Anglo-Sakson dininin gözleri kör ettiği dönemde, muhalif her söyleme sarılıyor çıkış arayan insanlar… Bir Anglo-Sakson’a karşı, bizden olan bir Anglo-Sakson…

Gösterilen adaylar dahi böyle…

Bin yıl bu topraklarda yeşeren maneviyata dair tek kelime bulamazsınız her iki tarafın hocalarında. Fütüvvet ehlinin Tanrı tasavvuru neydi? Ahileri, Ahi (kardeş) yapan asabiye (biz olma duygusu) neydi? Yunus’un şiirlerinin arka planındaki Cosmos bilinci veya Mevlana’nın “Hiç’lik” anlayışı… Bektaşilik neden silindi bu topraklardan ve “kınayanın kınamasından korkmayan” Melâmet neşvesi hangi düşünce ikliminin eseriydiler…

Beyitlerini besteleyip her yerde okuyan bu günkü “ulema”ya bir sormak lazım… Siz hiç Ahi Evran’da, Yunus’ta, Hacı Bektaş’ta veya Mevlana’da, “Kuranda şu vardır”, “bu Kuranda yoktur”, “bu fiil namazı bozar”, “şu orucu ifsat eder” gibisinden tek cümle okudunuz mu? Başörtüsü veya zekât-kurban paralarından söz ettiklerini hiç duydunuz mu? Daha da önemlisi, Allah’ı anlatmak için tek kuruş istediklerini…

Anadolu’da yüzyıllarca insanlar bir şeye inandılar… O ki, evrenin hayat veren nefesi, var olanların var olma nedeni, her şeye hayat veren öz olması hasebiyle her şeyde var olan, dolayısıyla her şey olan, o tek hakikat… Kelebeğin kanadında temaşa edilen, karpuzun büyürken çıkardığı çıtırtıyla konuşan ve akan derelerde ve esen rüzgârın hışırtısıyla varoluşun eşsiz aşkını haykıran… Ki, erbabına “aşk imiş her ne var âlemde” dedirten…

Bundan bahseden yok… Zira bilen yok… Çünkü bilenler susma orucundalar… Konuşanlar ise kendinden bîhaber avareler…

Şimdi bizler, “hazineler üzerinde şarkı söyleyerek dilenen dilenciler” gibi kavram, mânâ, hikmet dileniyoruz… Bu toprakların irfanından habersiz ve cahil ve çiğ ve aç bir tavırla ithal edilen ve tercüme edilen ne varsa üstüne atlıyoruz…

Söylenen sözlerde hikmet arama dönemi bitmiş, bizim zihinlerimize noterlik yapacak dillerin peşindeyiz…

Bir kesimi dinlediğinizde, dinin kurucusunun ve sahibinin Adam Smith olduğunu zannedersiniz… Diğer kesimi dinlediğinizde ise son vahyin Das Kapital olduğunu… Heyhat!

Orucu neyin bozduğu, hangi kılı göstermenin yasak hangisinin sevap olduğu, tuvalete hangi ayakla girilmesi gerektiği, Kuranda neyin var veya yok olduğu, hangi hadiste neyin emredildiği ile meşgul olan bir zihnin, Allah’ı işitebilmesi mümkün müdür?

Hangi cümleyi söylersem devlet adamlarının hoşuna gider? Ne yaparsam muhaliflerin baş tacı olurum? Nasıl bir çıkış yaparsam ekran yüzü olabilirim? Kalan yıllarımda Allah pazarlayarak daha ne kadar kazanabilirim? Diyenlerden hakikat talep edilebilir mi?

Aklın tutulduğu, bilimin küfür ilan addedildiği, sorgulayan gençlerin çapulcu olduğu bir toplumda “Oruç” tutulabilir mi? “Namaz” kılınabilir mi?

Zifiri karanlıkta, “Nur”dan söz edilebilir mi?


Allah’ın “kim” olduğunun anlatıldığı topraklarda, Allah’ın “ne” olduğu anlaşılabilir mi?

Hiç yorum yok: