Aylar ve hatta yıllar boyu, sıcak çöl kumları altında
yaşayan ve ancak yağmur yağdığında ortaya çıkan çöl kurbağaları misali,
Ramazan’ın gelişiyle beraber TV kanalları “hoca”larla doldu gene. Yıl boyu
ülkede ve dünyada olup biten onca ahlaksızlık, onca zulüm, onca ahlaksızlık
karşısında tek kelimeyle dahi duruş sergilemeyen bu zevat, şimdi her kanalda,
ney sesleri eşliğinde, ekolu mikrofonlarla sohbet ediyorlar.
Kimi, “oruçluyken burnumuzun veya kulağımızın içine yağ
damlarsa orucumuz bozulur mu?” sorunsalına cevap ararken, kimi, lacivert takım
elbisesi, hâkim yaka gömleği ve dantel takkesiyle, cetvelle kesilmiş bıyığıyla
çevrili dudaklarını şekilden şekle sokarak kasideler, ilahiler okuyor…
Peygamber hayatından kıssalar, İslam âlimlerinden öğütler…
Ancak, transfer ücretleri neredeyse futbolcuları yakalayacak
olan bu zevatın çoğu, oruç dahi tutmaz… Tiyatral kabiliyetleri o kadar
gelişmiştir ki, dizilerde bir rol versen, mevcut oyunculara taş çıkaracak kadar
ileri düzeydedir. Ağlamalar, huşu ile kemerbeste-i ubudiyet içerisinde gözler
kapalı Kuran dinlemeler…
Reklam aralarında kendileri, önlerine konulan özenle
hazırlanmış aperatiflere, sandviçlere saldırırken, reklamlarda cızırdayan
sucuklara, dumanı tüten pidelere sürülen kaymaklara ve her türden iştah
kabartan yiyeceklere, kaç çocuğun yutkunduğundan, kaç hamile kadının
aşerdiğinden, kaç asgari ücretlinin evinde gözyaşına sebep olduğundan
bîhaberdirler…
Son yıllarda bir de muhalif kanal hocaları türedi. Bunlar
da, hükümeti eleştirme ve dini sosyalist kavramlarla ifade etme dışında
orijinal tek söz söylemeyen bir kesim… “Muhammed komün yaşadı”, “Sahabeler
proletarya idi” vs.
Kulağa hoş gelen bu söylem de aslında diğerlerinden farklı
değil. Zira “Kuran Müslümanlığı” adı altında söylenenler, Anglo-Sakson din
anlayışının ta kendisidir… Söylemlerinden Abdulvahhab’ın, Cemaleddin Afgani ve
haleflerinin ve bir kısım Müsteşriklerin tespitlerini çıkarın, geriye hiçbir
şeyin kalmadığını görürsünüz… Özellikle de ruh olmadığını…
Kabbalayı siyonizmle, tasavvufu paganist hurafeyle
bağdaştıran bu aklı karışıklar, sel gibi gelen neo-liberal kavramlara karşı,
Kurandaki ayetlere çoklu anlamlar vermek suretiyle karşı koyabilecekleri
vehmindeler. Konjonktür, bu cühelanın da sebeplenmesine imkân sağlıyor…
Anglo-Sakson dininin gözleri kör ettiği dönemde, muhalif her söyleme sarılıyor
çıkış arayan insanlar… Bir Anglo-Sakson’a karşı, bizden olan bir Anglo-Sakson…
Gösterilen adaylar dahi böyle…
Bin yıl bu topraklarda yeşeren maneviyata dair tek kelime
bulamazsınız her iki tarafın hocalarında. Fütüvvet ehlinin Tanrı tasavvuru
neydi? Ahileri, Ahi (kardeş) yapan asabiye (biz olma duygusu) neydi? Yunus’un
şiirlerinin arka planındaki Cosmos bilinci veya Mevlana’nın “Hiç’lik” anlayışı…
Bektaşilik neden silindi bu topraklardan ve “kınayanın kınamasından korkmayan”
Melâmet neşvesi hangi düşünce ikliminin eseriydiler…
Beyitlerini besteleyip her yerde okuyan bu günkü “ulema”ya
bir sormak lazım… Siz hiç Ahi Evran’da, Yunus’ta, Hacı Bektaş’ta veya
Mevlana’da, “Kuranda şu vardır”, “bu Kuranda yoktur”, “bu fiil namazı bozar”,
“şu orucu ifsat eder” gibisinden tek cümle okudunuz mu? Başörtüsü veya
zekât-kurban paralarından söz ettiklerini hiç duydunuz mu? Daha da önemlisi,
Allah’ı anlatmak için tek kuruş istediklerini…
Anadolu’da yüzyıllarca insanlar bir şeye inandılar… O ki,
evrenin hayat veren nefesi, var olanların var olma nedeni, her şeye hayat veren
öz olması hasebiyle her şeyde var olan, dolayısıyla her şey olan, o tek
hakikat… Kelebeğin kanadında temaşa edilen, karpuzun büyürken çıkardığı
çıtırtıyla konuşan ve akan derelerde ve esen rüzgârın hışırtısıyla varoluşun
eşsiz aşkını haykıran… Ki, erbabına “aşk imiş her ne var âlemde” dedirten…
Bundan bahseden yok… Zira bilen yok… Çünkü bilenler susma
orucundalar… Konuşanlar ise kendinden bîhaber avareler…
Şimdi bizler, “hazineler üzerinde şarkı söyleyerek dilenen
dilenciler” gibi kavram, mânâ, hikmet dileniyoruz… Bu toprakların irfanından
habersiz ve cahil ve çiğ ve aç bir tavırla ithal edilen ve tercüme edilen ne
varsa üstüne atlıyoruz…
Söylenen sözlerde hikmet arama dönemi bitmiş, bizim
zihinlerimize noterlik yapacak dillerin peşindeyiz…
Bir kesimi dinlediğinizde, dinin kurucusunun ve sahibinin
Adam Smith olduğunu zannedersiniz… Diğer kesimi dinlediğinizde ise son vahyin Das
Kapital olduğunu… Heyhat!
Orucu neyin bozduğu, hangi kılı göstermenin yasak hangisinin
sevap olduğu, tuvalete hangi ayakla girilmesi gerektiği, Kuranda neyin var veya
yok olduğu, hangi hadiste neyin emredildiği ile meşgul olan bir zihnin, Allah’ı
işitebilmesi mümkün müdür?
Hangi cümleyi söylersem devlet adamlarının hoşuna gider? Ne
yaparsam muhaliflerin baş tacı olurum? Nasıl bir çıkış yaparsam ekran yüzü
olabilirim? Kalan yıllarımda Allah pazarlayarak daha ne kadar kazanabilirim?
Diyenlerden hakikat talep edilebilir mi?
Aklın tutulduğu, bilimin küfür ilan addedildiği, sorgulayan
gençlerin çapulcu olduğu bir toplumda “Oruç” tutulabilir mi? “Namaz”
kılınabilir mi?
Zifiri karanlıkta, “Nur”dan söz edilebilir mi?
Allah’ın “kim” olduğunun anlatıldığı topraklarda, Allah’ın
“ne” olduğu anlaşılabilir mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder