19 Nis 2013

ABD Çekilirken



Son günlerde Türkiye’de hem iç politika hem de dış politika alanında önemli gelişmeler yaşanıyor. Bu gelişmeler büyük başarılar olarak lanse ediliyor. Türkiye’nin dış politikada oyun kurucu olduğu söyleniyor. Gerçekten durum öyle mi, yoksa bu gelişmelerin altında yatan başka nedenler mi var? Bu gelişmelere farklı açılardan baktığımızda ya da resmin tamamını görebildiğimizde yine aynı şeyleri söyleyebilir miyiz? Acaba iktidar resmin ne kadarını görüyor? Sadece görmek istediğini mi yoksa kendisine gösterilen kadarını mı görüyor?

ABD için ‘daha az aktif dış politika’ seçeneği

Foreign Affairs dergisinin Ocak/Şubat 2013 tarihli sayısında bir makale dikkatimi çekti. Gerçi aynı konunun değişik boyutları dergideki diğer makalelerde de yer almıştı. Dergiden bahsederken bu ve buna benzer yayınları ve fikirlerini bizimle paylaşma inceliğini gösteren Sayın Yalçın KÜÇÜK hocama bu vesileyle şükranlarımı sunarım. Söz konusu makale yukarıda belirttiğim derginin 116 - 128. sayfaları arasında yer alıyor ve Barry R. Posen tarafından yazılmış. Makalenin başlığı; Pull Back: The Case for a Less Activist Foreign Policy (Geri Çekme: Daha Az Aktif Bir Dış Politika İçin Durum). Makalede kısaca ABD’nin içinde bulunduğu ekonomik durum, ABD’ye yönelik tehdit, savunma harcamaları, ABD için kritik bölgeler, ülkeler, müttefiklerinin durumu, ABD’nin yükümlülükleri vb. konular inceleniyor. Sonuçta ABD’nin daha az aktif ve taahhütlerini azaltan bir dış politika uygulaması öngörülüyor.

Posen: ABD geri çekilmeli

Bunun için de kritik bölgeler dışındaki hava ve deniz üsleri hariç dünyanın çeşitli bölgelerinde konuşlu ABD Silahlı Kuvvetleri unsurlarının (başta Kara Kuvvetleri biriliklerinin tamamına yakını olmak üzere) ABD’ye çekilmesi gerektiği belirtiliyor. ABD’nin NATO’nun askeri kanadından çekilerek daha önce olduğu gibi NATO’nun siyasi kanadında yer almasını, NATO’nun komuta yapısını Avrupalılara terk etmesini, bu yapının (NATO’nun askeri yapısının) devam edip etmemesi konusuna Avrupalıların karar vermesini söylüyor. Buna gerekçe olarak da ABD’deki ekonomik sorunlar ve ABD’nin aşırı taahhüt altına girmiş olduğunu, müttefiklerinin yükün büyük kısmını ABD’nin üzerine bırakmasını gösteriyor. Ayrıca müttefiklerini de gelişen durum çerçevesinde yeniden belirlemesi gerektiğini ifade ediyor.

ABD’nin geri çekilme hazırlıkları

Böyle bir şey gerçekleşebilir mi? Eğer bu gerçekleşirse ABD ve müttefiklerinin güvenliği, ekonomik durumu, refahı nasıl etkilenir? ABD ve müttefikleri üstünlüklerini, hâkimiyetlerini kaybeder mi? ABD’nin NATO’nun komuta yapısından (askeri kanadından) ayrılması sonrasında Avrupa devletleri bu yapıyı (askeri yapı) devam ettirebilirler mi? ABD’nin bundan sonraki müttefikleri kimler olabilir? Türkiye NATO’nun komuta yapısında kalmaya devam edebilir mi? Yoksa Türkiye’ye NATO’nun askeri yapısında daha çok mu ihtiyaç duyulur? Bu soruların cevapları değişkenlik gösterebilir. Baktığımız yere göre cevaplar değişebilir. Ya da bunlar bazılarına çok saçma gelebilir. Ben bu makaleyi okuduğum zaman, dünya ve bölgemizde (hatta ülkemizde) meydana gelen gelişmeleri de dikkate aldığımda, bu makaledeki kadar olmasa da ABD’nin buna benzer bazı hazırlıkları olduğunu görmekteyim. Bunlardan bir kısmının; Ortadoğu bölgesindeki ve Afganistan’daki faaliyetleri ve ABD’nin Almanya’da bulunan Avrupa Komutanlığı ile Afrika Komutanlığının ABD’ye çekilmesi konusunda devam eden tartışmalar olduğunu söyleyebiliriz.

Ortadoğu’ya ‘mayın’ döşeyerek çekilme

Geleceğe dair spekülasyonlar yapmanın yanlışlığı ve geleceğe yönelik iddialı tahminlerde bulunmanın insanı utandırabileceğini biliyorum. Ama geçmişte dünyada ve bölgemizde (hatta ülkemizde) yaşananlara baktığımızda olabilecekleri tahmin etmenin hiç de zor olmadığını görebiliriz.
Ortadoğu’da ve ülkemizde meydana gelen gelişmeleri yukarıda belirttiğim hususlar çerçevesinde incelediğimizde bunların nedenlerini, niçinlerini yerli yerine oturtmak ve olan biteni kavramanın daha kolay olabileceğini söyleyebilirim. Ortadoğu’ya baktığımızda ABD’nin bu bölgedeki müttefiklerini belirlediğini görüyoruz. Bunların; İsrail, Türkiye, Kürtler, Suudi Arabistan, Katar ve Mısır olduğunu söyleyebiliriz. Ülkemizde ve bölgemizde son günlerde yaşanan olayları bu bağlamda analiz ettiğimizde; ABD’nin bölgeden çekilmeden önce; İsrail’in güvenliğini sağlayacak, İran’ı yalnızlaştıracak, İran-Suriye-Lübnan (Hizbullah)-Hamas ittifakını kıracak, Şii ağırlıklı bir yönetimi olan Irak’ın karşısına Sunni ağırlıklı bir yönetimi olacak Suriye’yi (Federasyon olabilir) koyacak, üç parçadaki Kürtleri Türkiye’nin hamiliğine verecek, Körfez bölgesindeki İran nüfuzunu kıracak, bölgedeki petrol ve doğalgazın batıya kesintisiz akışını emniyete alacak bir düzen veya denge tesis etmeye çalıştığını görüyoruz. Peki bizi bu kanıya götüren gelişmeler neler, onlara da bir sonraki yazımda değineceğim.
İç politikada en önemli konu Abdullah Öcalan’ın Nevruz’da okunan mesajı ve başlatılan barış (!) sürecidir. Dış politikada ise; Türkiye’nin Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ni himayesi altına alması, bu bölgedeki petrol ve doğalgazın Türkiye üzerinden dünyaya pazarlanması, Suriye’deki iç savaşta muhaliflerin desteklenmesi, İsrail’in Türkiye’den özür dilemesi ve ilişkilerin yeniden eski haline getirilmesi hususlarının öne çıktığını görüyoruz.

ABD’nin Ortadoğu’ya ilişkin çekilme hazırlıkları

Bütün bu gelişmeleri incelediğimizde ABD’nin kısa vadede bölgede yeni bir düzen tesis etmeye çalıştığını anlıyoruz. Mevcut şartları dikkate aldığımızda BOP’u gerçekleştirmeye zamanının ve gücünün yetmeyeceğini gördüğünü sanıyorum. Hem ekonomik nedenler, hem de dikkatini daha stratejik bölge olarak tanımladığı Pasifik’e kaydırması sebebiyle bölgeden çekilmeyi planladığını ve bunun hazırlıklarını yaptığını değerlendiriyorum.

İsrail’in güvenliği ve Suriye’nin düşmesi

Yapmaya çalıştığı işlerden ilki İsrail’in güvenliğini sağlayacak bir ortamın yaratılmasıdır. Bunun için Türkiye-İsrail ilişkilerinin iyileştirilmesi gerekiyordu. Müteakiben amaç, Suriye’nin devre dışı kalmasıyla Lübnan’daki Hizbullah’ın ve Hamas‘ın desteksiz bırakılması ve etkisiz hale getirilmesidir. (Hamas konusunda Türkiye’ye de görev düşüyor.)
Üç Kürt bölgesi ve İran-Lübnan hattının yarılması

Suriye’nin kuzeyinde yaratılacak özerk bir Kürt bölgesiyle birlikte, Türkiye’nin güneydoğusunda özel bir konuma getirilecek Kürt bölgesi ve Irak’ın kuzeyindeki özerk Kürt bölgesinden meydana gelen (ayrı ayrı devletler içinde yer alsalar bile) Kürt bölgelerinin Araplarla İran arasına sokulması, kısa vadeli hedeflerden bir başkasıdır. Böylece İran’dan Lübnan’a uzanan ittifak (araya Sünnilerin yönetiminde bir Suriye’nin girmesiyle) kırılacak ve İran tecrit edilecektir. Bu bölgenin kontrol ve himayesi de Türkiye tarafından sağlanacaktır.

Bölge karakolları

Suudi Arabistan ve Katar vasıtasıyla Körfez ülkelerinin kontrolü, Mısır vasıtasıyla da (Müslüman Kardeşler) Kuzey Afrika ülkeleri ve bölgeye komşu ülkelerin (başta Sudan ve Somali olmak üzere) kontrolü sağlanmaya çalışılacaktır.

Enerji kaynakları ve yollarının güvenliği

Böylece bir taraftan İran’ı; Kürt bölgeleri, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’la izole ederken, muhtemelen İran’da karışıklığa neden olabilecek terörist faaliyetler başlatılacaktır. Bunlar muhalif gruplar, Kürtler (PJAK), İran Belücistan’ındaki Sünni ayrılıkçı unsurlar (Cundullah gibi) olabilir. Bu şekilde bölgedeki enerji kaynakları ve bunların ulaştırma yolları emniyete alındığı gibi ABD’nin (Batının) ileri karakolu durumundaki İsrail’e takviye olarak Türkiye ve onun kontrolündeki Kürt bölgeleri de ilave edilmiş olacaktır.

Toplam durum ve Türkiye’ye biçilen rol

Yapılmak istenenlere baktığımızda Türkiye’nin hem kendi içinde hem de komşularıyla bir çatışma ortamına itildiğini görüyoruz. Türkiye; petrol, doğalgaz, sıcak para akışı, Kürt sorununun çözümü (!), bölgesel güç olma (!) vb. vaatlerle yukarıda belirttiğim oluşumun içine çekilmeye çalışılıyor. Aynı şeyleri hem Türkiye’deki Kürt kardeşlerimiz, hem de Kuzey Irak, Suriye ve İran’da yaşayan Kürtler için söyleyebiliriz. Bağımsız Kürt devleti kurma vaadiyle emperyalizme hizmet edecek bir çatışmanın içine çekiliyorlar. Unutulmaması gereken husus, bu desteği ABD ve Batının çıkarlarına hizmet ettiği sürece sağlanacağıdır. ABD ve Batının çıkarı, enerji kaynaklarının kontrolü, bunların Batıya kesintisiz akması, bölgedeki pazarın kontrolü ve bu pazara kesintisiz mal akışının sağlanmasıdır. Bu tekere çomak sokacak, bu füzeni bozacak her güç/oluşum, ABD/Batı tarafından ezilmeye çalışılacaktır.
ABD’nin yapmaya çalıştığı; İran’ı çevreleyerek izole ve kontrol etmek, Suriye’yi Sünnilerin yönetiminde bir federasyona dönüştürmek, Türkiye’deki Kürtlere özerkliğe gidebilecek bir statü kazandırmak, Şii yönetimindeki Irak’ın karşısına Sünni yönetimindeki Suriye’yi koymak, Türkiye-Irak-Suriye’deki Kürt bölgeleri vasıtasıyla bu ülkelerde etkili olmak (aynı şeyi İran için denemek), İran-Suriye-Lübnan (Hizbullah)-Hamas ittifakını kırmak ve Mısır vasıtasıyla Kuzey Afrika ülkelerini kontrol etmektir.

Barış diyerek savaşa sürüklenmek

Bütün bunlar barışa değil yeni çatışma alanlarının yaratılmasına hizmet edecektir. Bölge ülkeleri enerjilerini, birbirlerini kontrol etmek için harcarken, bölgenin zenginlikleri Batıya akmaya devam edecektir. Bölgede kurulmaya çalışılan düzen ne Türkiye’ye, Kürtlere ve Suriyeli muhaliflere ne de diğer bölge ülkelerine yarayacaktır. Filistin sorunu Türkiye ve Mısır’ın devreye girmesiyle Ürdün ve Lübnan (sınır Suriye aleyhine değişebilir) üzerinden çözülmeye çalışılacaktır.
Peki Türkiye bütün bunları kabul edecek mi? Etmeli mi? Bölgeyi kaosa, kargaşaya sokacak; etnik ve mezhepsel bir savaşa sürükleyecek böyle bir düzenin bekçiliğine soyunacak mı? Kürtler bu rolü kabul edecek mi?

Türkiye’yi bekleyen tehlike ve yapılması gerekenler

Yapılması gereken; Türkiye’nin kendi Kürt sorununa ülke bütünlüğü içinde çözüm bulması ve bölge ülkeleriyle/halklarıyla ittifaklar geliştirerek huzurun sağlanmasıdır. Sorunların karşılıklı ilişkiler içinde etnik ve mezhepsel düşmanlıklar yaratılmadan çözülmesi esas alınmalıdır. Bunun için Türkiye mevcut taahhütlerini, müttefiklerini gözden geçirmeli ve bölgenin bir 50 sene daha sömürülmesinin önüne geçmelidir. Bunu başaramazsak bir süre daha Batının taşeronluğunu yapıp, işleri bittiğinde bir tarafa atılırız. O gün iş işten geçmiş olacaktır. Neyi, ne maksatla, kimin için yaptığımızı iyi düşünmemiz gerekiyor.
Bölge ülkelerinin (Kürtler dahil) yapması gereken bir ittifak oluşturarak tamamlanmak üzere olan kuşatmayı yarmaları ve halklarını özledikleri barış, demokrasi, refah ve insanca yaşama kavuşturmalarıdır.

Hiç yorum yok: