Siyaseti tartışıyoruz ama ekonominin içi boş. Bugün
iktidarda kalıp kalmamanın en önemli kıstaslarından biri olan ekonominin bazı
rakamlarını anımsatacağım.. Salt siyaset üzerine yazarak yakın geleceği
anlayamayız.. İktidar ya Türkiye’yi parçalayabilecek bir iç-dış serüvenin
kılıcı altında yıkılacak ya da çözemediği ekonomik sorunların, bozuk gelir
paylaşımının enkazı altında kalacak. Kürt meselesinin çözümü konusunda Apo ile
tek başına girdiği yolun çıkmazları üzerine çok yazıp duruyoruz.. Bugün
gazetelerin manşetlerine taşımadığı çok çarpıcı gerçeklere yer vereceğim...
Enflasyon yüzde 60: Radikal’de Uğur Gürses, gözlerden kaçan
iyi bir konuyu yazdı: Cebimizdeki paralar ve enflasyon! 2005’te para reformu
yaptılar, 5 TL’nin 10 TL’nin, 50, 100 ve 200 TL’nin çok önemli bir değeri
vardı.. Yıllık ortalama yüzde 9.8 enflasyon oranıyla, geçen 6 yılda toplam
enflasyon yüzde 60’a dayandı! Yani 10 TL 4 TL’ye, 100 TL 40 TL’ye, 200 TL 120
TL’ye düştü. 5 TL de 1 TL’nin altına indi! Ben de bozdurduğum yüzlük neden
hemen kayboluyor, eskiden böyle değildi, diye sorup duruyordum! Tabii böyle
olunca, piyasadaki banknot miktarları da hızla arttı. Gürses’in tablosu şöyle:
Burada, toplam banknot hacmi içinde örneğin 100 TL’nin
tuttuğu yer, yüzde 28.7’den yüzde 48.6’ya yükselmiş... Neredeyse enflasyon
oranında dolaşımdaki miktarı artmış. 50 TL azalmış, değer düşüklüğü..
200’lükler hızla artmış.. Gürses diyor ki, 5 yıl sonra ağırlıkla 200’lük
kullanabiliriz ve 500’lük banknotlarla tanışabiliriz.. Eh, paradan yeniden
sıfır atarlar mı dersiniz!..
Milli gelir 10 bin
TL’de çakıldı: Biliyorsunuz, milli geliri 10 bin TL’ye yükselttik diye caka
satıyordu Akil İktidar! Adam başına düşen milli gelirin 4 yıldır 10 bin TL’de
çakılıp kaldığını söyleyelim! RTE’nin ve adamlarının nurlu ufuklar edebiyatını
anımsıyorsunuz... Tren gitmiyor, hepsi en arka vagondan iteleyip duruyorlar
treni, ama bir inatçı keçi mi desem yoksa eşek mi, ıııh diyor olduğu yerde
kalıyor! N’oldu? Bunu sonraki yazımda yazacağım; treni götüremezler!
Büyüme yüzde 2:
Büyüyen Türkiye edebiyatı da okyanusun derin sularına çakıldı. Yüzde 2 büyüme,
Türkiye için diş kovuğuna yetmez. Sanayi, tarım her neyse, ülkenin ihtiyacı
olan değer ve iş yaratamıyor. Neden yüzde 2? Çünkü ekonomiyi, dışarıdan
aldıkları hammadde-yarı mamul, enerji, makine teçhizat, kimya vb. ile
çevirebiliyorlar. Önceki iki yıl büyüme yüzde 8-9 olarak gerçekleşmişti!..
Dışarıdan satın alınan ve ekonomiyi çeviren bu malların
parasını nereden buluyoruz? Yine dışarıdan! Ülkeye giren sıcak para vb. ile
ithalatı finanse ediyoruz. Ama aslında edemiyorsun, iktisatçıların diliyle cari
açık veriyorsun! Peki, ne oldu? Dış ülke ve kurumlar dedi ki, hooop borcunu
karşılayamayacak duruma geliyorsun, çökebilirsin, ithalatınla birlikte büyümeni
düşür.. Olan bu... Tabii işsizlik de yüzde 10’u aştı! Tabii yatırımlar düştü,
hem devlet hem özel! Ama dolar milyarderlerinin sayısı 38’den 43’e çıktı!
Ülkemizde 94 bin dolar milyarderi var, bunlar ülkedeki toplam servetin, yani
1.1 trilyon doların yüzde 43’üne (yaklaşık 500 milyar dolara) sahipler!
111. sırada: Faik
Öztrak açıkladı: 150 gelişen ve yükselen ekonomi içinde Türkiye, büyümesi en
hızlı yavaşlayan 5. Ekonomi oldu. Tüm bu ekonomiler 2012’de yüzde 5.1 büyürken
Türkiye’nin büyümesi bunun yarısından bile az gerçekleşti. Türkiye 2012’de
büyüme sıralamasında da 150 yükselen ve gelişen ekonomi içinde 111. sıraya
düştü. Bir olgu daha: Türkiye’nin 1946- 2002 arası ortalama büyüme rakamı yüzde
5.1.. AKP döneminin 10 yıllık ortalama büyüme rakamı bunun altında: Yüzde 5..
Hem de 10 yıllık istikrarlı bir dönem! Palavrayı bırakalım!
Borç: İktidarın,
ülkenin dışa olan net finansal yükümlülükleri 414 milyar dolar. AKP iktidara
geldiğinde bu miktar 85 milyar dolardı! Dış borcu ise 179 milyar dolar artarak
326 milyar dolar oldu (Öztrak). Ekonomiyi neyle çevirdiği ortada! Halkın kredi
kartı borçları 90 milyar dolar civarında. Borçluların yüzde 20’sinden fazlası,
borcunu borç alarak kapatıyor..
Önce perşembe günkü “İktidarın Başını Ne Yiyecek?” yazımda
acele ile yaptığım yanlışı düzelteyim: Adam başına düşen milli gelir 10 bin TL
değil tabii ki $ olacak... İkincisi, Türkiye’de dolar milyoneri ve milyarderi
karışıklığı. Doğrusu: 2012’de dolar milyarderi sayısı 38’den 43’e yükseldi.
Wall Street Journal’a göre de, Türkiye’deki dolar milyonerlerinin sayısı
94.000...
İhracat’taki
Fotoğraf: Türkiye’nin 10 bin dolar milli gelirde çakılıp kalmasının ve
ihracat arttıkça cari açığın daha fazla artmasının nedeni tartışılmıyor.
Başbakan ve bakanları bol keseden atıyor... Geçen gün de Forum İstanbul’un
tanıtım toplantısında, koca koca patronlar iktidarın bu masalını yineleyip
durmuşlar! 2023’te dünyanın en büyük 10. ekonomisi ve 25 bin dolar adam başına
milli gelir! Kendini tahıl ambarında görmek hoş bir şey! AKP bu amaca yönelik
ekonomide hiçbir şey yapmıyor? Bir çözüm üretemediği için duvara dayandı... Temel sorunu söyleyelim: Sorun, ihraç
ettiğimiz imalat sanayi ürünleri içinde, yüksek teknoloji içerikli ürünlerin
oran olarak yerlerde sürünüyor olması:
Yüzde 1.9! Evet evet, yüzde 1.9 (2010 yılı; yıllardır
böyle)! Araştırmacı B. Ali Eşiyok’un Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji dergimizin
1358. sayısında (29 Mart 2013) yayımlanan “Türkiye Teknolojinin Neresinde?”
başlıklı incelemesindeki, Dünya Bankası veri tabanından derlediği rakam bu!
Peki Güney Kore? Yüzde 28.7! Ya Hindistan? Yüzde 7.2... Peki Çin? 27.5.
Brezilya: 11.2... Yani önümüzde büyüyebilen gelişmekte olan ülkeler ve
büyüyemeyen gelişmekte olan Türkiye var...
Yüksek teknolojinin payının önemi şu: Sanayi ürünleriniz ne
kadar yüksek teknoloji içeriyorsa (kalite!), o kadar yüksek fiyat, yüksek
getiri... Ayrıca, yüksek teknolojiyi ülkenizde üretirseniz, dışarıdan satın
almazsınız, dolayısıyla cari açığınız artmaz, kendi beyin gücünüzü kendiniz
kullanırsınız, kaliteli beyniniz ülke içinde büyür, nitelikli iş alanları
açılır...
Fakirleşerek Büyüme!
Türkiye’nin sanayi malları ihracatının temel özelliği, düşük teknoloji içerikli
malların oranının çok yüksek olması... İhracatımız içinde “düşük teknoloji
içerikli sektörlerin payı yüzde 30.4” (*).. Buna düşük-orta teknoloji
sektörlerin payı olan yüzde 37.8’i katın, etti yüzde 68.2!..
Ekonominin iyi yapısını gösterecek Orta-İleri Teknoloji
sektörlerin payı ise çok düşük: Yüzde 8.4... Yüksek teknoloji sektörlerin payı
ise yüzde 3.4... İktisatçılar, ülkenin ihracatının sürekli düşük teknolojili
mallara-sektörlere dayanarak artmasına, fakirleşerek büyüme diyor!
İhtiyacınız olan yüksek teknolojiyi ise büyük paralar
ödeyerek dışarıdan alıyorsunuz... Düşük nitelikli ürünleri de ucuza
satıyorsunuz! Sizin satın aldığınız orta-yüksek teknoloji bir kamyon ürüne
ödediğiniz dövizi geri kazanmak için, mesela 20 kamyon, bazen 50 kamyon mal
satıyorsunuz! “Yoğun emek ve sürekli çok kaynak” isteyen bir ekonomik yapımız
var!
Emek Üzerinde Baskı:
Düşük teknolojili üretim yoğun emek ve bol kaynak istediği için ücretleri
baskılamak zorundasınız. Çünkü dünyada rekabet edebilmeniz için emek ucuz
olmalı. İşte bu iktidar da bunu yapıyor. Taşeron sisteminin nedeni budur...
Sendikaları yok etmeye çalışmasının nedeni de! (Patronlar yüksek nitelikli mal
üzerinden değil, düşük ücretler üzerinden üretimlerini sürdürebilsin ve sermaye
biriktirebilsinler...) Türkiye ekonomisi hâlâ önemli ölçüde çok ucuz “ne iş
olsa yaparım abi” emeklerle dolu! Enflasyon yüzde 10’larda, ama emeğe önerilen
yüzde 4-6... Sürekli ütülen bir çalışan sınıf... İktidar bu sınıfı ne kadar
süre baskılayabilecek...
İmkânsız: İşte
iktidarın en büyük çıkmazı bu ekonomik yapı. İçeride çarkları döndürmek için en
önemli ihtiyaçları ithal etmek zorunda, bu ithalatı da yine dış paralarla
karşılıyor. Borç artıyor (cari açık), tehlike çanları çalıyor, ekonomik
büyümeyi yüzde 2.2’ye düşürmek zorunda kalıyorsunuz... Eşiyok diyor ki:
“Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda teknolojide hızlı gelişmeler sağlamadan
uluslararası rekabet gücünde (ihracatta) ve cari açık gibi yapısal sorunların
çözümünde kalıcı başarımlar elde etmesi neredeyse imkânsız gözükmekte.
Teknoloji düzeyi düşük (Harcıâlem, gıda ve tekstil gibi sektörlere dayalı) bir
ihracat profilinin uzun dönemde sürdürülebildiği son derece kuşkuludur.”
Eşiyok nazik davranmış... Kuşkulunun ötesindedir durum...
İmkânsıza yakındır... Devam edeceğiz...
Selanik’ten selamlarımla başlayayım, ama Selanik
yazmayacağım, iktidarın ekonomik açmazına devam: Bir ülkeyi ev, apartman,
gökdelen şantiyelerine dönüştürerek “köşeyi” dönmüş bir ülke var mı dünyada!
Biri bana bunu anlatsın! İleri teknolojiye geçememiş, yüksek teknoloji,
tasarım, Ar-Ge’yi imalat sanayi ve bütün diğer üretim alanlarına hâkim kılamamış
bir ülkede, 2023’te “25 bin dolar milli gelir ve 10. büyük ekonomi” ancak
politikacı-iktidar palavrası olarak kalmaya mahkûmdur. Yazın bunu bir kenara!
RTE’gillerin ana sloganı şudur: “Durmak yok: İnşaata devam!”
İnşaatçılar da dolduruşa gelmiş, “ülkeyi ancak inşaat yaparak biz kurtarırız”
gibi zırvalıkları üstlerine almış durumdalar. Ev, ofis satarak yabancıya, döviz
getirecekler, Türkiye borçlarını ve verdiği dış açıkları kapatacak! O
getireceğiniz üç beş döviz Tayyipgillerin dişlerinin kovuklarına yetmez!
Ayrıca iktidar “inşaatçı” politikasıyla, örneğin İstanbul’ın
kuzeydeki hayat damarı ormanlarını ve içme suyu beslenme kaynaklarını yok
ediyor, bunun yol açacağı büyük sorunların üstesinden ileride Türkiye nasıl
gelecek, bilinmez. Küresel sıcaklığın Türkiye’yi kurak bölgeler arasına
soktuğunu düşünecek olursak, RTE’nin yaptığı özellikle İstanbul’da iklim
değişikliğini hızlandırmak olacaktır. Adamlar geleceğe büyük sorunlar
devrediyorlar! Umarım İstanbul’un kuzeyi, bu iktidar gider de, mahvolmaktan
kurtulur...
Ayrıca İstanbul’un yıkılıp yeniden yapılmaya çalışıldığı bu
dönemde, iktidar inşaatçılara enerji tasarrufunda “sıfır tolerans”lı
binalar/yapılar standartını da dayatmadı! Bir yandan da yeni yapılarda fazla
enerji kullanımına devam! RTE döneminin (örnek ve milyarder) işadamı tipinin de
inşaatçılar olduğunu anımsayalım!
Dönelim sanayinin ve
ekonominin yapısına...
Sanayinin azgelişmiş ve düşük teknolojik üretim yapısını ele
veren iki göstergeye dikkat çekeceğim: Birincisi, gayri safi yurtiçi hasıla
içinde, araştırma-geliştirmeye harcadığınız toplam miktarın oranı. Aşağıdaki
tabloda üç ülke ile kıyaslamalı olarak yüzdeleri görüyoruz. Türkiye’nin Ar-Ge
harcaması yüzde 0.87. Bu 2012’de 0.89 olmuştur. Bu iktidarın hedefi önce yüzde
2 idi, 11 yıldır yüzde 1’e bile ulaşamadıkça, yüzde 3’e çıkardılar! Yok mu
arttıran!
İşin farkında olanlardan biri Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan.
Hatta Sanayi Bilim ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün... Ama iktidar takmış kafaya
yerli otomobili! Çağlayan’ın, yerli marka-otomobil yapımı dayatmasını akılcı
bulmayan Mustafa Koç’u televizyonlarda azarlaması, (bir tehdittir aynı
zamanda!), kendini bilmez bir iktidar gücünün insana ne ayıplar
yaptırabileceğinin örneği olarak tarihe geçti! “Yerli oto yapıla!” emriyle bu
iş olmaz. Yayarsınız 10 yıla bu hedefi, önce burada üretil(e)meyen motor vb ne
varsa, bunların tasarımı ve üretimi için bir politikalar dizisi saptarsınız...
Hatta, patronlar yanaşmıyor mu, devleti akılcı bir şekilde üretimin içine
sokarsınız. Beş yılda işi bitirirsiniz, sonra “gelin ortak markaya” dersiniz...
Veya işadamları+devlet gibi konsorsiyumla bu işe soyunursunuz. Yok, adamlar
serbest piyasacı ve liberal ya, bu işe soyunmayacaklar!
Ama onların derdinin daha çok “işte yerli marka oto da
yaptık” reklamında ve halkın oylarında olduğunu unutmayın!
Öyle olmasaydı, yerli otoya gelinceye kadar devletin
yapacağı neler var neler! Mesela ithal ettiğimiz kimya ürünleri, yarı mamül ve
hammaddeler... 10 mu desem 20 milyar dolar mı.. Petkim nal topluyor. Petkim’i
sattılar Türkiye’de olmayan bazı ürünlerin üretimi koşullarıyla... Minik minik
yeni yatırımları yok değil. “İki yüz - üç yüz milyon dolar tasarruf edeceğiz”
diyorlar yeni yatırımlarıyla. Oysa bizim 5 -10 -20 milyar dolarlık tasarruflara
ihtiyacımız var, eğer koşacaksak!
Çağlayan, örneğin kimya sektöründeki bu üretim açığını ele
alsın hele! 5 yıl içinde 5 milyar dolarlık bir üretimi burada nasıl
gerçekleştireceğinin, plan ve programını yapsın. Dayasın planın arkasına
devletin Ar-Ge desteğini! Hem yeni, modern büyük iş alanları yaratsın hem de 5
milyar dolarlık ithalat tasarrufu ve cari açık azlığı! Sağa sola sataşacağınıza
görevinizi yapın beyler! Nihat Ergün de “Acaba Ar-Ge harcamamız neden yüzde 1’e
bile ulaşamıyor” derdinden kurtulur! Makamının da hakkını hukukunu verir!
Tabii, kimya sektöründe nasıl ithal edici değil de üretici oluruz, ayrı bir
konudur, bir örnek fikir olarak ileri sürülmüştür. Bütün sektörler için bu söz
konusudur.
Böyle bir anlayışın adı ulusal bilim, teknoloji, yenilikçi
ve Ar-Ge politikalarıdır. Adında ve işin içinde, ulusallık, devlet, aklın
güdümü, ülke çıkarına büyük kıskançlık, ulusalcılık olduğu için tüyleri diken
diken oluyor mudur bakanlarımızın bilemem! Ama baktıkları, üstlendikleri,
yapmaları gereken işin tanımı budur da, ondan söylüyorum. (Bunu bilmez olurlar
mı?!)
Neyse, ülke sanayisi, ekonomisinin içinde bulunduğu
zayıflığı ortaya koyan bir başka göstergeyi de anımsatarak yazıyı tamamlayalım.
Aşağıda, ülkelerin Avrupa, ABD ve Japonya’da aynı zamanda tescil ettirdikleri
patentlerin sayılarını görüyorsunuz (CBT, 1358). Bu, sanayinin, ülke ve insan
aklının nitelikli dışavurumu ve yarattığı ekonomik değer anlamına geliyor aynı
zamanda! Bu ve benzerleri yoksa, mama yok kardeşim!
Yarın bir yazı daha gelecek... O da damardan. “Bu İktidarın
Başını Ne Yiyecek” konusunu tartışırken, aslında ekonomi meselesini geride
bırakan büyük gelişmeler içindeyiz, bu bağlamda, siyaseti ele alacağız. Ama şu
tekno-bilim-ekonomi konusunu bir bitirelim.
(*) A. Eşiyok, (CBT 139, OECD sınıflandırmasına göre ve TÜİK veri tabanı). İhracatın yüzde 32.3’ünü sağlayan düşük teknoloji sektörleri: Gıda ürünleri ve içecek, tütün, tekstil giyim ürünleri, deri ürünleri, ağaç-mantar-hasır örme ürünleri; kâğıt ve ürünleri, basım plak kaset, mobilya sınıfı... Düşük-orta teknolojili sektörler: Kok kömürü ve rafine edilmiş petrol ürünleri, plastik ve kauçuk ürünleri imalatı, metalik olmayan diğer mineral ürünlerin imalatı, ana metal sanayii, makine ve teçhizat hariç; metal eşya sanayii, deniz taşıtlarının yapımı ve onarımı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder