29 Nis 2013

Emek ve artık değeri belirleyici ilan eden kitap

Kur’an, insanoğlunun varoluş sebebini ‘değer üretmek’ olarak gösterdiği gibi, varolma şartını da değer üretmek olarak göstermiştir.

Kur’an’da geçen ve ‘kulluk’ diye tercüme edilen ‘ubûdiyet’ kavramının esas anlamı kulluk değil, iş yapmak, değer üretmektir. Bu kelime İbranicedeki ‘aboda’ kelimesinden türemiştir ve aboda, az önce verdiğimiz anlamlarda bir kelimedir. Değer, bizzat üretilecektir. Yani birinin ürettiği değer, bir başkasını yüceltmez:

Gerçek şu ki, insan için çalışıp didindiğinden başkası yoktur.” (Necm, 39)

 
Kim inanmış olarak barışa/hayra yönelik işlerden bir şey yaparsa, onun gayretine nankörlük edilmez. Biz, böylesi lehine kâtiplik ederiz.” (Enbiya, 93)

Her benlik kendi kazandığının bir karşılığıdır.” (Müddessir, 38)

Kur’an, kapitalin emeği boğmasına izin verilmemesini istemektedir. Yaratıcı-motor güç kapital değil, emektir. Kapital, sömürücü güçtür. Kapital, yaratıcı cevher değildir, bir manipülasyon aracıdır. Tam bu noktada bir devrim gerçeğinin daha altını çizmeliyiz: Kur’an, zenginin malında fakirin hakkı olduğunu açıkça ifade etmektedir. Zâriyât 19. ayet şöyle diyor:

Onların mallarında, ihtiyaç sahibi için, yoksun ve yoksul için bir hak vardır.”

Aynı hak, En’am 141. ayette ‘Allah’ın hakkı’ olarak anılmaktadır. Böylece Kur’an bir yandan zenginin malında yoksulun yani emek sahibinin hakkı olduğunu bildirirken öte yandan, emek sahibinin hakkını ‘Allah’ın hakkı’ olarak tescil ederek Tanrı’nın, emeğin yanında olduğuna vurgu yapmış, emeği bir yaratıcı güç olarak öne çıkarmıştır.

 “Ürünler olgunlaştığı zaman yiyin ve hasat gününde O’nun hakkını da verin. Onun bunun hakkını zalimce saçıp savurmayın; Allah, israf edenleri sevmez.”

Zenginin malındaki emekçi hakkını aynı zamanda Allah’ın hakkı olarak belirleyen ayet, bunu ‘O’nun hakkı’ diyerek bir zamirle yapmaktadır. Bu zamir, geleneksel Emevici-kapitalist anlayış tarafından bütün tefsirlerde, çeşitli oyunlarla başka yerlere gönderilmekte ve ‘Allah’ın hakkı’ tabiri yok edilmektedir.

 
ARTIK-DEĞERİ İLK TELAFFUZ EDEN KİTAP

Artık-Değer’i ilk telaffuz eden Kur’an’dır.

Zenginin malında yoksulun yani emekçinin hakkının bulunduğunu ilan, artık-değerin ilanıdır. Karl Marx (ölm. 1883) felsefesinin en önemli kavramlarından biri, belki de birincisi olan artık-değer (surplus value), ücreti ödenen emekçinin, çalıştıranın (anamalcının) malında-gelirinde kalan ‘karşılığı ödenmemiş fazla değer’dir.

 Artık-değerin, işverenin lehine işlemesi sermayenin hızla büyümesine ve böylece üretimin aralıksız artmasına yol açar.

Artık-değer yüzünden bu durum hep öyle devam ettiği için zaman geçtikçe patron daha çok servet sahibi olur, işçi de daha çok yoksullaşır.

Kur’an, işte bu ‘değişmez kader’in değişmesini sağlayacak devrimleri getirmiştir. Bu devrimlerin omurgasında, ‘kapitalin emeği boğmasının durdurulması’ yatar. Kur’an, bir ideoloji veya hukuk kitabı olmadığından ve bir devlet biçimi getirmediğinden ‘olması gerekenler’in evrensel ilkelerini koyarak insandan gerekeni yapmasını istemektedir. Kur’an’dan anlaşılan odur ki, ‘gereken’,  ne Marx’ın söylediği gibi özel mülkiyeti ilgadır ne de Kapitalist-liberalist zihniyetlerin söylediği gibi bireye sınırsız mülkiyet hakkı vermektir; ‘gereken’, toplumcu-devletçi yanı ağır basan bir karma sistemdir. (Bu konunun ayrıntıları, yakında çıkacak olan ‘Kur’an’ı Tanıyor musunuz?’ adlı eserimde yazılmıştır).

 

Netice olarak, Kur’an, artık değerin varlığını, yerini, önemini Marx’tan asırlar önce insanlığa tanıtarak da bir devrim yapmıştır.

Hiç yorum yok: