Amerika Birleşik Devletleri topraklarının gerçek sahipleri olan Kızılderilileri soykırıma uğratan Amerikan Kongresi’nin Türkiye’ye attığı soykırım iftirası hiç inandırıcı değildir.
Çeyen, Çeroke, Apaçi, Comançi, Siyu, Kara ayak, Seminol, Navajo isimleri en çok duyulan Kızılderili kabileleridir.
Ama yüzlerce kabile daha vardır.
Kızılderililer, 1600’lü yılların sonlarından itibaren Avrupa’dan kitleler halinde gelen bugünkü Amerikalıların dedelerine kucak açıp, yiyecek içecek verip, yerleşmelerine yardım ettiklerinde başlarına geleceklerden habersizdiler.
Özellikle 13 İngiliz kolonisinin birleşip İngiltere’den bağımsızlıklarını ilan ettikleri 4 Temmuz 1776, Kızılderililer için sonun başlangıcı olmuştur.
Bu tarihten sonra Amerikan yönetimi planlı olarak harekete geçerek, Güneydoğu ve Doğu bölgelerini Kızılderililerden temizlemeye başladı.
Luisiana, Missisipi, Alabama, Florida gibi eyaletlerde büyük bir Kızılderili kıyımı için düğmeye basıldı.
Öncelikle Shawnee kabilesi Missisipi’nin batısındaki Kızılderili kabileleri bir araya getirerek, beyazları topraklarından atmaya çalıştı.
Binlerce Kızılderili bu girişimin bedelini ağır ödedi.
Amerikan ordusundan Binbaşı Albert Harrison, bölgede yürüttükleri etnik temizlik için “Askerlerimin özellikle yerli çocukların öldürülmemeleri konusunda emirlerimi dinlemesi karşısında çaresiz kaldım. Emirler konusunda bilgi kirliliği dolaşıyordu. Bazı çavuşlara üst kademe komutanlardan gizli emirler geldiği ve tek bir Kızılderili’nin hayatta kalmayacağı şekilde acımasız davranmalarının istendiği söyleniyordu. Konuştuğumuz üst düzey subayların çoğu durumdan habersiz gibi gözükse de, toplu öldürmelere göz yumuyorlardı” demektedir.
Binbaşı Harisson’un günlüğündeki 19 Haziran 1809 tarihli bu ifadeler 2 kuşak sonraki torunları tarafından, “The bitter truths in our land: slaughter” başlığıyla yayınlanmıştır.
Alabama’da, 1813 yılında Creek, Florida’da 1817 yılında Seminol ve Michigan’da 1827’de Kızılderili kabileleriyle yapılan savaşlar, tam bir soykırımla bitmiştir.
Bu olaylardan yıllar sonra Amerikan ordusunun en tanınmış soykırımcı komutanlarından biri olarak görev alan General George Armstrong Custer, söz konusu savaşlar için tüyler ürperten değerlendirmeler yapmıştır.
Arkadaşı General Philip Sheridan’a 12 Mayıs 1867 tarihinde yazdığı mektupta, yukarıda verdiğimiz yıllarda Kızılderililer ile yapılan savaşları hatırlatarak, “Bugün hala daha vahşi yerlilerle ile uğraşmak zorunda kalıyorsak, bunun nedeni o savaşlardaki subayların hatasıdır. Hepsinin kökünü kazıyacak şekilde yok edip diğerlerine korku salınmadığı için yarı çıplak vahşiler ürediler, karşımıza çıkma cesareti gösteriyorlar. O yıllardan önce doğmamış olmam en büyü şanslarıdır. Eğer o yıllarda yaşayıp ve süvarilerin başına geçseydim. Bu vahşileri, geriye tek bir tanesi kalmayacak şekilde dünyadan silerdim” demektedir.
General Philip Sheridan, bugün Amerikan kamuoyunda bir masal kahramanı olarak gösterilen General Custer’i, 12 Ocak 1868 tarihinde, “Hayalini gerçekleştir. Ne kadar acımasız olunacağını o vahşilere kanıtla” sözleriyle göreve çağıracaktır.
Custer, arkadaşını mahcup etmeyecek ve Nisan 1868’de Washita River bölgesinde, Çeyen kabilesine saldırarak, sadece yerlileri değil, hayvanlarını da katletmiştir.
Ama Custer’in ölümü de Kızılderililerin elinden olmuştur.
General Custer, 3 yerli kabilesi ile Little Big Horn bölgesinde yapılan savaşta öldürülmüştür.
Ona bir asker, bir savaşçı bir erkek gibi ölme onurunu vermek istemeyen Kızılderililer, Generalin kafa derisini yüzmemiştir.
Kafa derisi yüzme alışkanlığının Kızılderililere özgü olduğunu yaymalarına rağmen kafa kesme âdeti Amerikalılara aittir.
Amerikan Devleti, 1854 yılında yaptığı duyuru ile Kızılderili kellesi başına 5 dolar ödeyeceğini açıklayınca askerler, altın arayıcıları, kanun kaçakları başta olmak üzere her kesimden Amerikalı, Kızılderilileri yakalayıp kafalarını kesmeye başladı.
Öyle ki devlet binalarının depoları ve bodrumları, Kızılderili kafataslarıyla dolup taşınca, Başkan Franklin Pierce devreye girmek zorunda kalmıştır.
Pierce’in, “Kızılderililerin kesilmiş kafalarını bulunduklarını depolardan hızla toplayıp ücra bölgelerde açılacak çukurlara gömülmesi, uzun yıllar sonra bu konuda bizi suçlamak amacıyla kanıt arayanlara fırsat sunmamak için önemlidir” sözleriyle verdiği talimata tam anlamıyla uyulmamıştır.
Buna çok sinirlenen Başkan Pierce ise “Vahşilerin kellelerini yok etmeyenleri ortadan kaldırmak zorunda kalacağım” sözleriyle yetkilileri uyarmıştır.
Soykırımcı Amerikan devletinin insanlık tarihinde ilk kez kullandığı yöntemlerinden biri de hastalıkla yok etmek olmuştur.
Alınan bir karar ile 16 bini Çeroke 110 bine yakın Kızılderili, 28 Ağustos ile 4 Aralık 1838 tarihleri arasında Georgia Eyaletinden Oklahoma çölüne sürüldü.
İşte bu sürgün sırasında olabildiğince çok sayıda yerlinin ölmesini planlayan Amerikan ordusu, biyolojik silahı da ilk kez devreye soktu.
Sürgüne gönderilen Kızılderililere dağıtılan battaniyelere çiçek mikrobu bulaştırıldı.
Çoğunluğunu çocukların oluşturduğu binlerce insan sürgün yolunda bu şeytani planın kurbanı oldu.
Soykırımın en iyi örneği olarak gösterilebilecek bu sürgün, bir askeri doktorun 1853’de Alabama’da yayınlanan hatıralarında (Sad memories of a military doctor) çok ağır ifadelerle yer almıştır.
Kızılderili konvoylarına eşlik eden askeri birliklerde görevli Binbaşı Jack B. McConville, “Atımın attığı her adımda insanlığımı sorguladım. Ölen her yerlinin ardından doktorluğumu sorguladım. Hastalara müdahale edemedim, çünkü yola çıkmadan önce depodan ilaç almam yasaklanmıştı. Bu toprakların gerçek sahibi Kızılderilileri vahşiler olarak tanımlayan biz Amerikan vatandaşlarına hangi insanlık dışı sıfat yakışır? Madem uygar insanlarız, peki bu zavallılara yaptıklarımızı nasıl izah edecek, katliamlarımızı tarihin neresinde saklayacağız?” demektedir.
Amerika Birleşik Devletleri’nin kurulduğu 4 Temmuz 1776 tarihinden itibaren planlı bir şekilde soykırım uygulanan Kızılderililerin ölü sayısına ilişkin farklı rakamlar bulunmaktadır.
Dört milyondan başlayan ölü sayısı bazı kaynaklarda 20 milyona kadar ulaşmaktadır.
Sayı ne olursa olsun, bir gerçek var, o da, Amerika topraklarının gerçek sahipleri, Amerika Birleşik Devletleri tarafından planlı bir şekilde uzun yıllara yayılan soykırım uygulamasıyla yok edilmiştir.
Siyaset Bilimi eğitimi yaparken, Siyasi Tarih dersini hiç kaçırmadım.
Bir dönem yurt dışında olmanın avantajının en iyi şekilde kullanarak, “Bir gün mutlaka lazım olur” düşüncesiyle çalıştığım konulara ilişkin arşivlerden, kütüphanelerden sayısız belge topladım, alamadıklarımı not ettim.
Hassas konularda kaleme aldığım yazılarda ve kitaplarda, belgeye dayanmayan hiçbir bilgiye yer vermedim.
Doğasında sevgi ve saygı olan Anadolu insanına soykırımcı damgası vuran soykırımların babası batılı ülkelere belgeler üzerinden yanıt vermeye devam edeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder