Mübarek Ramazan ayını bitirdik.
Neden mübarekti?
Oruç tutuluyor diye mi?
Hayır!
Orucu o günün müşrik Arapları da tutuyordu.
Kuran bu ayda indiği için.
Kuran bu ayda inmeye başladı; Ramazan bu nedenle mübarek bir ay.
Ramazan bitti diye Mesaj’ı kılıfına koyup duvara asmamalı, fırsat buldukça, hatta fırsat yaratarak Kuran okumalıyız.
Peki, hangi dilde okumalıyız Kuran’ı.
Buna Kuran karar versin…
“Bilgi ile donanmış bir toplum için ayetleri, Arapça Kuran halinde indirdi, ayrıntılaştırılmış bir kitaptır bu.” (Fussilet, 3)
(Sureye ismini veren “Fussilet” de, “ayrıntılaştırılmış, açık açık belirtilmiş” demektir.)
Peki, yukarıdaki ayet, “Kuran Türkçe okunmalı” tezimizi çürütmüyor mu?
Hayır!
Tam aksine; güçlendiriyor.
Kuran’ın en iyi tefsiri, kendi hakkında kendi yaptığı tefsirdir. Bakın biraz sonra kendini nasıl tefsir edecek.
Kuran Arapça indi; çünkü Allah’ın Elçisi (O’na selam olsun) ve Kuran’ı tebliğ edeceği kimseler Arapça konuşuyorlardı.
Kuran’ın ve dolayısıyla Allah’ın Elçisi’nin ne dediğini anlıyorlardı.
Kitap “ayrıntılaştırılmıştı” ve Elçi bu ayrıntıyı Arapça konuşan ümmetine kendi dilinde anlatacaktı.
Kuran’da ilginç bir ayet var:
“Ne söylediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın!” (Nisa, 43)
Ne demek bu?
Bu ayet, içki içip sarhoş olan, bu nedenle ne söylediğini bilmeyen insanlara hitap ediyor.
Sadece onları mı peki?
Bu ayetten kendimize bir pay çıkarmamalı mıyız?
Ne diyor ayet:
Namaz kılarken ne dediğini bileceksin!
Çok net, tartışmaya açık değil!
Namaz mı kılıyorsun; ne dediğini bileceksin!
Bakın, Yusuf Suresi’nin 2. ayeti ne diyor:
“Biz onu sana, aklınızı çalıştırasınız diye Arapça bir Kuran olarak indirdik.”
Peki, Kuran’ı bilmediği bir dilde, mesela Arapça okuyan bir Türk, o ayetten ne anlayacak da aklını çalıştıracak?
“Biz o Kuran’ı senin dilinle/senin diline kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alabilsinler” ne demek? (Duhan, 58)
Arapça bilmeyen biri, Kuran’ı Arapça okuduğunda nasıl düşünüp de öğüt alabilecek!
Böyle şey olur mu!
Bakın tarihte ne olmuş:
“Şu bir gerçek ki, biz seni hak ile ve bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, içinden bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun.” (Fâtır, 24)
Kuran, her topluma peygamber gönderildiğini söylüyor; yeryüzündeki tüm bu toplumlar Arapça mı konuşuyorlardı; bu mantıkla, Arapça kutsalsa, diğer peygamberlerin kullandığı bu diller de kutsal olmuyor mu?
Kuran, “Türkçe okuyacaksın, diyor” derken temel aldığım ayet, yukarıdaki sözleri tefsir eden bir ayet; Müzzemmil Suresi’nin 4. Ayeti.
Bakın ne diyor:
“Kuran’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku.”
Arapça bilmeyen birinin Kuran’ı Arapçasından ve ağır ağır okuduğunu varsayalım, peki nasıl düşüne düşüne okuyacak.
Neyi düşünecek; okuduğunu anlamıyor ki!
Geçen yıl Ramazan’da televizyon kanallarında sürdürülen zulüm bu yıl da devam etti:
Arapça okuyacaksın, diye şart koştu molla.
Bununla da yetinmedi; başını örteceksin, abdest alacaksın, hayızlı olmayacaksın diye kendine göre şartlar oluşturup, işi daha da zora koşmaktan geri kalmadı!
Çok net söylüyorum:
Kuran’da bunların hiçbiri yok!
Tek amacı anlaşılmak!
Bir insanın yapabileceği en büyük ibadet ne namazdır, ne oruç, ne de hac!
En büyük ibadet Kuran okumak ve dua etmektir.
Bütün aracılar, bütün engeller, bütün teferruat bir kenara bırakılmış ve kul Yaratıcısı ile, kendisine şah damarından daha yakın (Kaf, 16) Yaratıcısı ile baş başa kalmıştır.
Boynunu bükmüş, içi ürperti dolmuş, kendini yaratan ile konuşmaya başlamış:
“Ey Allah’ım. Lütfen beni, ailemi ve Vatanımı koru. Merhametini bizden esirgeme. Yaşadığımız sürece senden başka kimse karşısında boyun bükmemize asla izin verme ya Rabbim.”
Bu duayı bile çok gördü yobaz!
Arapça dualar hazırlamış, müminleri bu duayı ezberlemeye zorladı.
Neden?
Türkçeye kin duyuyor çünkü!
Arapça kutsal(!) ya; onun nezdinde Arapçadan başka dil yok!
Cennet’te bile Arapça konuşulacağına ikna etmeye çalışıyor garibimi; çünkü hâşâ Allah Arapçadan başka dil bilmiyor!
Kahrolası yobaz kafa!
Yaşamı boyunca Kuran okumuş ve okuduğundan tek bir satır anlamamış bir müminin hali ne acıdır.
Peki, bu kahrolası kapitalist sistemin bizzat uygulayıcısı yobaz bunu neden yapıyor?
İki nedeni var:
Birincisi, kendi saltanatı yıkılacak diye endişe ediyor. İncil’i Batı dillerine tercüme ettirmeyen papazlar da aynısını yapıyorlardı; o kutsal(!) dili sadece onlar bilecek ki saltanatlarını sürdürebilsinler.
İkincisi daha manidar!
Bakın, Kuran’ı Türkçe okuyan biri neler üzerinde derin derin düşünecek:
“Ve biz istiyoruz ki, yeryüzünde ezilip horlananlara nimet ve bağış sunalım, onları önderler yapalım, onları mirasçılar haline getirelim.” (Kasas, 5)
Eşitlik isteyen (Nahl, 71) ayetler, herkesin ailesine yetecek kadar servet sahibi olabileceğini emreden (Bakara, 219) ayetler ve bu sütunda bugüne kadar yüzlercesini okuduğunuz ayetler ne olacak?
Haşr Suresi’nin 7. ayeti mesela…
Bu ayeti Arapça okuyan bir Türk, “Bu böyle düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zenginler arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın!” gibi muhteşem bir tespiti nasıl anlayıp da üzerinde derin derin düşünecek!
Yobaz kafa, “ayak takımının” bunları bilmesini ister mi!
Onun niyeti, içine Yasin üflediği balonu gidip mezarlıklarda toprağa serptirmek!
Bu zulüm düzeninin ısrarlı savunucusu haine, Kuran düşmanına, yobaza bakın!
Bu kafa, Atatürk’e bu nedenle kin duyar işte!
Çünkü, Türk’ün tarihinde bu Millet ilk kez kendi diliyle okumaya başladı Kuran’ı.
Kuran’ı Türkçeye ilk kez Atatürk tercüme ettirdi.
Ancak Atatürk’ten sonradır ki, bu Millet Allah’ın sözlerini Türkçe okuyarak anlamaya, ayetlerin üzerinde aynen Kuran’ın söylediği gibi “düşünmeye” başladı.
Kin ve nefretlerinin bir nedeni de bu!
Allah razı olsun; bilginler Türkçeye çevirmişler işte, özellikle Yaşar Nuri Öztürk…
Dünyanın en eski dillerinden biri olan güzelim Türkçe ve Allah’ın Kitabı…
Nasıl da yakışıyorlar birbirlerine.
Allah’a emanet olun…
Neden mübarekti?
Oruç tutuluyor diye mi?
Hayır!
Orucu o günün müşrik Arapları da tutuyordu.
Kuran bu ayda indiği için.
Kuran bu ayda inmeye başladı; Ramazan bu nedenle mübarek bir ay.
Ramazan bitti diye Mesaj’ı kılıfına koyup duvara asmamalı, fırsat buldukça, hatta fırsat yaratarak Kuran okumalıyız.
Peki, hangi dilde okumalıyız Kuran’ı.
Buna Kuran karar versin…
“Bilgi ile donanmış bir toplum için ayetleri, Arapça Kuran halinde indirdi, ayrıntılaştırılmış bir kitaptır bu.” (Fussilet, 3)
(Sureye ismini veren “Fussilet” de, “ayrıntılaştırılmış, açık açık belirtilmiş” demektir.)
Peki, yukarıdaki ayet, “Kuran Türkçe okunmalı” tezimizi çürütmüyor mu?
Hayır!
Tam aksine; güçlendiriyor.
Kuran’ın en iyi tefsiri, kendi hakkında kendi yaptığı tefsirdir. Bakın biraz sonra kendini nasıl tefsir edecek.
Kuran Arapça indi; çünkü Allah’ın Elçisi (O’na selam olsun) ve Kuran’ı tebliğ edeceği kimseler Arapça konuşuyorlardı.
Kuran’ın ve dolayısıyla Allah’ın Elçisi’nin ne dediğini anlıyorlardı.
Kitap “ayrıntılaştırılmıştı” ve Elçi bu ayrıntıyı Arapça konuşan ümmetine kendi dilinde anlatacaktı.
Kuran’da ilginç bir ayet var:
“Ne söylediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın!” (Nisa, 43)
Ne demek bu?
Bu ayet, içki içip sarhoş olan, bu nedenle ne söylediğini bilmeyen insanlara hitap ediyor.
Sadece onları mı peki?
Bu ayetten kendimize bir pay çıkarmamalı mıyız?
Ne diyor ayet:
Namaz kılarken ne dediğini bileceksin!
Çok net, tartışmaya açık değil!
Namaz mı kılıyorsun; ne dediğini bileceksin!
Bakın, Yusuf Suresi’nin 2. ayeti ne diyor:
“Biz onu sana, aklınızı çalıştırasınız diye Arapça bir Kuran olarak indirdik.”
Peki, Kuran’ı bilmediği bir dilde, mesela Arapça okuyan bir Türk, o ayetten ne anlayacak da aklını çalıştıracak?
“Biz o Kuran’ı senin dilinle/senin diline kolaylaştırdık ki, düşünüp öğüt alabilsinler” ne demek? (Duhan, 58)
Arapça bilmeyen biri, Kuran’ı Arapça okuduğunda nasıl düşünüp de öğüt alabilecek!
Böyle şey olur mu!
Bakın tarihte ne olmuş:
“Şu bir gerçek ki, biz seni hak ile ve bir müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, içinden bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun.” (Fâtır, 24)
Kuran, her topluma peygamber gönderildiğini söylüyor; yeryüzündeki tüm bu toplumlar Arapça mı konuşuyorlardı; bu mantıkla, Arapça kutsalsa, diğer peygamberlerin kullandığı bu diller de kutsal olmuyor mu?
Kuran, “Türkçe okuyacaksın, diyor” derken temel aldığım ayet, yukarıdaki sözleri tefsir eden bir ayet; Müzzemmil Suresi’nin 4. Ayeti.
Bakın ne diyor:
“Kuran’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku.”
Arapça bilmeyen birinin Kuran’ı Arapçasından ve ağır ağır okuduğunu varsayalım, peki nasıl düşüne düşüne okuyacak.
Neyi düşünecek; okuduğunu anlamıyor ki!
Geçen yıl Ramazan’da televizyon kanallarında sürdürülen zulüm bu yıl da devam etti:
Arapça okuyacaksın, diye şart koştu molla.
Bununla da yetinmedi; başını örteceksin, abdest alacaksın, hayızlı olmayacaksın diye kendine göre şartlar oluşturup, işi daha da zora koşmaktan geri kalmadı!
Çok net söylüyorum:
Kuran’da bunların hiçbiri yok!
Tek amacı anlaşılmak!
Bir insanın yapabileceği en büyük ibadet ne namazdır, ne oruç, ne de hac!
En büyük ibadet Kuran okumak ve dua etmektir.
Bütün aracılar, bütün engeller, bütün teferruat bir kenara bırakılmış ve kul Yaratıcısı ile, kendisine şah damarından daha yakın (Kaf, 16) Yaratıcısı ile baş başa kalmıştır.
Boynunu bükmüş, içi ürperti dolmuş, kendini yaratan ile konuşmaya başlamış:
“Ey Allah’ım. Lütfen beni, ailemi ve Vatanımı koru. Merhametini bizden esirgeme. Yaşadığımız sürece senden başka kimse karşısında boyun bükmemize asla izin verme ya Rabbim.”
Bu duayı bile çok gördü yobaz!
Arapça dualar hazırlamış, müminleri bu duayı ezberlemeye zorladı.
Neden?
Türkçeye kin duyuyor çünkü!
Arapça kutsal(!) ya; onun nezdinde Arapçadan başka dil yok!
Cennet’te bile Arapça konuşulacağına ikna etmeye çalışıyor garibimi; çünkü hâşâ Allah Arapçadan başka dil bilmiyor!
Kahrolası yobaz kafa!
Yaşamı boyunca Kuran okumuş ve okuduğundan tek bir satır anlamamış bir müminin hali ne acıdır.
Peki, bu kahrolası kapitalist sistemin bizzat uygulayıcısı yobaz bunu neden yapıyor?
İki nedeni var:
Birincisi, kendi saltanatı yıkılacak diye endişe ediyor. İncil’i Batı dillerine tercüme ettirmeyen papazlar da aynısını yapıyorlardı; o kutsal(!) dili sadece onlar bilecek ki saltanatlarını sürdürebilsinler.
İkincisi daha manidar!
Bakın, Kuran’ı Türkçe okuyan biri neler üzerinde derin derin düşünecek:
“Ve biz istiyoruz ki, yeryüzünde ezilip horlananlara nimet ve bağış sunalım, onları önderler yapalım, onları mirasçılar haline getirelim.” (Kasas, 5)
Eşitlik isteyen (Nahl, 71) ayetler, herkesin ailesine yetecek kadar servet sahibi olabileceğini emreden (Bakara, 219) ayetler ve bu sütunda bugüne kadar yüzlercesini okuduğunuz ayetler ne olacak?
Haşr Suresi’nin 7. ayeti mesela…
Bu ayeti Arapça okuyan bir Türk, “Bu böyle düzenlenmiştir ki, o mal ve nimetler sizden yalnız zenginler arasında dönüp duran bir kudret aracı olmasın!” gibi muhteşem bir tespiti nasıl anlayıp da üzerinde derin derin düşünecek!
Yobaz kafa, “ayak takımının” bunları bilmesini ister mi!
Onun niyeti, içine Yasin üflediği balonu gidip mezarlıklarda toprağa serptirmek!
Bu zulüm düzeninin ısrarlı savunucusu haine, Kuran düşmanına, yobaza bakın!
Bu kafa, Atatürk’e bu nedenle kin duyar işte!
Çünkü, Türk’ün tarihinde bu Millet ilk kez kendi diliyle okumaya başladı Kuran’ı.
Kuran’ı Türkçeye ilk kez Atatürk tercüme ettirdi.
Ancak Atatürk’ten sonradır ki, bu Millet Allah’ın sözlerini Türkçe okuyarak anlamaya, ayetlerin üzerinde aynen Kuran’ın söylediği gibi “düşünmeye” başladı.
Kin ve nefretlerinin bir nedeni de bu!
Allah razı olsun; bilginler Türkçeye çevirmişler işte, özellikle Yaşar Nuri Öztürk…
Dünyanın en eski dillerinden biri olan güzelim Türkçe ve Allah’ın Kitabı…
Nasıl da yakışıyorlar birbirlerine.
Allah’a emanet olun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder