AKP’nin “Süper başkanların yöneteceği 26 Büyükşehir” projesi, hiç kuşkusuz Türkiye’yi federasyon yapmaya yönelik yeni bir hamledir.
Aslında bu proje incelendiğinde görülecektir ki, AKP kurmaylarının dile getirdiği “yerinden yönetimi güçlendirme” meselesi de, kocaman bir yalandır!
Çünkü bu projeye göre ilçe belediye başkanlarının yetkileri tırpanlanıyor. İlçelerdeki imar, ulaşım, itfaiye ve zabıta yetkileri süper başkana geçiyor. Hatta beldeler kapatılıyor, mahalleye dönüştürülüyor. Haliyle belde belediye başkanları da muhtara çevriliyor.
Eyalet sistemi
Kurbağayı kaynar suya alıştırmak için, önce soğuk suya atıp, sonra suyu yavaş yavaş ısıtma deneyini duymuşsunuz. Parçalanan Türk devletinin hali maalesef bu deneydeki gibidir.
Bakın Türkiye’yi federasyona götürürken, hangi aşamaları “alıştıra alıştıra” uyguladılar:
Önce 1991’de ABD Irak’a saldırdı ve 36. paraleli çekerek Irak’ı böldü! 1992 yılı Kuzey Irak’ı Bağdat’tan koparma ve Kürdistan’ı inşa etme çalışmalarıyla geçti.
Erdoğan daha 1993’te “ileride Türkiye eyalet sistemine geçebilir” diyerek, uzun soluklu bir projenin görevlisi olduğunu ortaya koymuştu. (Metin Sever, Can Dizdar, 2. Cumhuriyet Tartışmaları, Başak Yayınları, 1993)
Erdoğan bir yıl sonra İstanbul’un Ankara’dan yönetilemeyeceğini söyleyerek “İstanbul’a Osmanlı yönetimi” öneriyordu. (Milliyet, 23 Mayıs 1994)
İlginçtir, İstanbul’a Osmanlı yönetimi öneren Erdoğan, 1998’de Kenan Evren’e “sizin döneminizde belediye başkanı olsaydım, İstanbul’u uçururdum” diyordu. Bu zihni uyumluluk karşılıklı olmalı ki, Kenan Evren de “Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir” diyerek Erdoğan’a destek veriyordu (Sabah, 28 Şubat 2007).
İlk aşama tamamlanmış ve Kuzey Irak, Irak’tan koparılmıştı. Şimdi sırada bu yapıyı Türkiye’ye genişletmek vardı.
ABD’nin Kuzey Irak’ı Türkiye’ye doğru genişletebilmesi için Irak’a bir kez daha saldırması ve Türkiye’de bu planlara uyumlu bir hükümet kurulması gerekiyordu.
Mart 2003’te işgal başladı. ABD’nin Ankara Büyükelçisi Robert Pearson, Irak savaşının asıl hedefini şöyle açıklıyordu: “Anadolu’nun güneyini, doğusunu ve Kuzey Irak’ı alırsanız, tek bir ekonomik bölge olduğunu görürsünüz.” (Hürriyet, 20 Temmuz 2003)
AKP ise bu hedefe ilk hazırlık olarak, BM ikiz sözleşmelerini 4 Haziran 2003’de TBMM’de onaylıyordu.
ABD’den dönen Erdoğan da Pearson’u tamamlıyor ve görevini açıklıyordu: “Şu anda Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi var ya, yani bu proje içerisinde Diyarbakır bir merkez olabilir. Bunu başarmamız lazım.” (Kanal D, Teke Tek, 16 Şubat 2004)
AKP, yerel hükümet kurulmasına zemin oluşturan Kamu Yönetimi Temel Kanunu’nu 15 Temmuz 2004’de, Türkiye’yi 12 eyalete bölen Kalkınma Ajansları yasasını ise 25 Ocak 2006’de TBMM’den sırasıyla geçirdi.
Washington, Obama’nın Ankara’da ilan ettiği “model ortaklık” kapsamında “Nitelikli Sanayi Bölgesi” konusunu gündeme aldığını açıkladı. (Hürriyet, 8 Aralık 2009)
Kürdistan’ın mimarı ve AKP’nin akıl hocalarından Prof. Henri Barkey, öncesinde bu projeyi şöyle tarif etmişti: “Kürtlerin yaşadığı Güneydoğu ve Kuzey Irak’ı kapsayacak bir Nitelikli Sanayi Bölgesi’nin kurulması...” (Wall Street Journal, 22 Haziran 2009)
Yarın “adım adım federasyona” nasıl ilerlediğimizi incelemeye devam edeceğiz...
Dün başladığımız “adım adım federasyon” sürecini anımsatmayı, bugün de sürdürüyoruz. Dün eyalet sistemi tartışmalarını, AKP’nin hukuki alt yapı hazırlıklarını anımsatmış ve ABD’nin Irak’a her iki saldırısının da gerçek hedefini saptamıştık. Devam ediyoruz:
Tanıma aşaması ve Kürt açılımı
Artık yeni bir aşamaya geçilecekti. Türkiye Kürdistan’ı resmi olarak tanıyacaktı. Ahmet Davutoğlu bu dönemin işaretini iki yıl önceden vermiş ve “Kürt yönetimini tanımaya hazır olduklarını” söylemişti. (Ruşen Çakır, Vatan, 10 Şubat 2007)
Bu adımı Cumhurbaşkanı Gül atıyor ve öncelikle 8 Mart 2009 günü Tahran yolunda Kürt Açılımı’nı başlatıyordu.
Gül ardından 23 Mart 2009’da ama şimdilik Bağdat’ta, Irak Kürdistanı Başbakanı Neçirvan Barzani ile resmi görüşme yapıyordu. Gül’ün uçakta Irak’ın kuzeyini “Kürdistan” diye tanımlaması bir ilkti. Öyle ki, Neçirvan Barzani “Gül, Kürdistan’ı tanıdı” diyerek meselenin esasını ortaya koyuyordu (NTV, 26 Mart 2009).
Yeni adım, Türk hükümetinin Irak Kürdistanı başkenti Erbil’i ziyareti olacaktı. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Erbil’de “Ortadoğu’yu yeniden inşa etmeliyiz. Dağlar bizi ayırmayacak, birleştirecek” diyordu. (Fikret Bila, Milliyet, 31 Ekim 2009) Ki Davutoğlu zaten 2001 tarihli “stratejik derinlik” kitabında, Kuzey Irak’ın Türkiye ile bütünleşmesini istediğini belirtiyordu.
Ardından Türk devleti Erbil’de konsolosluk açtı.
Davutoğlu, bir yandan Türk büyük sermayesine, TÜSİAD’a da mesaj veriyor ve “Sınırlar aşılmalı, Türkiye Kuzey Irak’la bütünleşmeli” diyordu. (Görüş, sayı 63, Ağustos 2010)
Bu arada Gül’ün sözleriyle Kürdistan’ı tanıyan Türk devleti, Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun 14 Temmuz 2010 tarihli bir yazışmasıyla da, Kürdistan’ı resmi bir belgeye geçirmiş, yani Kürdistan’ı resmileştirmiş oluyordu.
Oslo mutabakatı
Bu arada AKP’nin 2005’te Emre Taner üzerinden başlattığı PKK’yle görüşmeler, 2009’da Öcalan protokolleriyle ve Oslo mutabakatıyla zirve yaptı.
Başbakan’ın özel temsilcisi Hakan Fidan, PKK yöneticilerine Erdoğan ile Öcalan’ın yüzde 95 anlaştıklarını söylüyordu.
Artık geriye, mutabakatı uygulamak kalıyordu.
Federal meclis, federal konsey
Yüzde 95’lik mutabakatın gereği uygulanacak, kalan yüzde 5’in kavgasıyla da kamuoyu oyalanacaktı.
Başbakan Erdoğan, 12 Eylül 2010 halk oylamasının akşamı partisinin balkonundan “biz ne istiyoruz” diye soruyor ve şu yanıtı veriyordu: “Batı ülkelerini şöyle bir gözden geçirin, orada hep bunları göreceksiniz, federal meclisi göreceksiniz, federal konseyi göreceksiniz.”
12 Haziran 2011 seçimleriyle de artık yeni bir aşamaya geçiliyordu. “Yeni Anayasa” hazırlanacak, yeni yönetim modeline yani “başkanlık sistemine” geçilecek ve yeni Türkiye yani “Federal Türkiye” kurulacaktı!
İlk iş olarak da daha önce TBMM’den geçirdikleri kalkınma ajansları yasasını ilerletmeleri ve bir Kalkınma Bakanlığı kurmaları oldu. Bu bakanlığa bağlı 25 kalkınma ajansı, aslında 25 eyaletli yeni Türkiye’ydi!
Erdoğan, daha 2004 yılında eyalet sistemi ile başkanlık sistemi arasındaki doğal bağı kuruyordu zaten: “Başkanlık sistemi, eyalet sistemi olmadan üstü kaval, altı şişhane olur.” (Kanal D, Teke Tek, 16 Şubat 2004).
Tek yol
İşte Cumhuriyet’i böyle yıkmış ve Türkiye’yi adım adım federasyona bu yollardan getirmişlerdir ve şimdi ilana hazırlanmaktadırlar.
Devrim, tarihsel olarak bu yüzden zorunludur ve tek yoldur.
NOT: İki günde özetlediğimiz bu tarihi sürecin tüm ayrıntıları için Kaynak Yayınları’ndan çıkan “Büyük Kürdistan” ve “Hükümet - PKK görüşmeleri” isimli kitaplarımızı inceleyebilirsiniz.
Son Güncelleme: Çarşamba, 30 Mayıs 2012 23:30
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder