“Seçilmiş” gazeteciler, Silivri cezaevinde “incelemede” bulundular. Bu inceleme lafı Oral Çalışlar’ın. İtiraz yok, soru yok. Sayın bakanı üzmeyelim, bak nasıl da çalışıyor... 11 Mayıs 2012 günü CNN Türk’te Şirin Payzın’ın sorularına böyle yanıt veriyor, Oral Çalışlar.
Bu Silivri ziyareti hakkında çok yazıldı, konuşuldu. Size başka birşey anlatacağım.
Bilirsiniz Oral Bey’in Türkiye topraklarında en çok sevdiği ve pek merak ettiği yerler Alman elçiliği ve konsolosluklarıdır. Bir zamanlar, “Bu ülkede yaşamaktan, bu ülkenin yurttaşı olmaktan derin bir utanç duyuyorum” diye yazan Çalışlar’ın evinin en kıymetli konukları da elbette Alman diplomatlarıdır. Şimdi tarihini tam hatırlamıyorum, bu Alman konsoloslarından biri; Orallar’ın Galata’daki evine yemeğe gelir. Kadehlerin yuvarlandığı, sohbetin koyulaştığı saatlerde Oral diğer odadaki oğlu Reşat’ı çağırır. Reşat çocuk değil, Alman lisesi mezunu kazık kadar oğlan. Oğluna şöyle der:
“Hadi Reşat, Almanca konuş da amcan ne kadar iyi bildiğini görsün.”
Var. Sözü Hasan Yalçın’a bırakalım. Yalçın, “Dönekler” kitabında Oral Çalışlar’ı şöyle tarif eder:
“Hangisi daha aşağılayıcı ve acımasızdır acaba, yüzün ameliyatla değiştirilmesi mi, yoksa ruhun teslim alınıp dönekleştirilmesi mi? İtirafçı boyun eğmek zorunda kaldığını öne sürebilir. Dönek ise, bıçağın altına gönüllü yatmış adamdır. Ayrıca, dönenin yüzündeki değişim estetik ameliyattakinden daha mı küçüktür acaba? Yüz, ruhun aynasıdır. İsteyen, Oral Çalışlar’ın devrimcilik yıllarındaki yüzüyle, şimdiki yüzünü karşılaştırsın.”
“Bir hayat seçilmektedir, aynı zamanda bir ahlak tabii... Bir fırsat çıkar otururum umuduyla, ünlüler sofrasının etrafında dolaşılarak sürdürülen bir hayat. Enerjisini başkalarına özenerek harcadığı için, kendisini yaratmaya gücü kalmamış insanların var oluş biçimidir bu.”
Ecevit hükümetini yıkan da Ergenekon!
Döne döne Ecevit’in tedavi sürecine ilişkin sorular soruluyor, “Şikayeti neydi?”, “Nasıl bir tedavi uyguladınız?” vb... Sanırsınız ki Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın karşısında uzman doktorlardan oluşan bir heyet var!
Artık sorular akıl, mantık, hukuk dışına çıkınca Haberal dayanamıyor, yargıç Hasan Hüseyin Özese’ye bu soruları yöneltemeyeceğini söylüyor. Hekim-hasta ilişkisinde Hipokrat yeminini hatırlatıyor.
Yukarıdaki sahne, Ergenekon davasının tutuklu sanıklarından Başkent Üniversitesi kurucu rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın hastanede alınan sorgusu sırasında geçti. Haberal, bütün bu iddiaların, Ergenekon davasının “yasal olmayan tanığı”, Ecevit’in eski koruma müdürü Recai Birgün’den çıktığını sözlerine ekliyor.
Şimdi Ergenekon’da tanık olarak dinlenecek olan Recai Birgün, 2000 yılından ölümüne kadar Bülent Ecevit’in koruma müdürlüğünü yaptı. 2007 Temmuz seçimlerinde DSP’den milletvekili oldu sonra da bağımsız. Birgün’ün, Emniyet Özel Hareket Başkanı Behçet Oktay’ın esrarını hala koruyan ölümünden hemen sonra “intihar etti” demesi Oktay ailesinin tepkisini çekmişti.
“Öyle dediler”
Recai Birgün 29 Nisan 2009 günü Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’e tanık olarak ifade verdi. Haberal’a yöneltilen sorular, Birgün’ün bu ifadesine dayanıyor. İfade bütünüyle Haberal’ı ve Başkent Üniversitesi’ni haber alıyor. İddialar somut bir kanıta dayanmıyor. Hep başkalarının “dediler” sözlerini naklediyor.
Ecevit’in 4 Nisan 2002 günü ilk kez hastaneye getirilişini Birgün şöyle anlatıyor:
“İlk gittiğimiz gün kendisine ilerlemiş yaşına rağmen hastanede birçok tetkik ve tahlil yapıldı. Orada hastanedeki görevlilerden bazıları bana 20 yaşındaki genç birine dahi bir günde bu kadar tahlil yapılmaz dediler. Hastanede gerçekten ciddi bir şekilde yorulmuştu, ayakta duracak hali de yoktu.”
Recai Birgün’e göre, Ecevit’in o dönemde Bakanlar Kurulu veya MGK toplantılarına katılamayışı hastalığından dolayı değil, doktorlar yüzünden!
“Kendisi çok ısrar etmesine rağmen doktorlar bakanlar kuruluna katılmasını engelledi... Bu durum yaklaşık 3 ay sürdü. Biz kendimiz evde gündüz herhangi bir rahatsızlığı ve hastalığı olmadığını, ancak doktorlar ısrarla kendisinin çok hastalığı varmış gibi davranmalarından rahatsız olduk.”
Şimdi anlamış!
Recai Birgün ifadesi boyunca Haberal’ı, doktorları, hastane yönetimini suçluyor ve sonunda şöyle diyor:
“Ben Ergenekon’un siyasi partileri bölüp yönetme girişimlerini iddianamelerde açıklanan belgelerden sonra daha iyi anladım, o tarihlerde gizli bir organizasyon olduğunu fark ediyordum, ancak işin boyutlarını tam olarak çözemiyorduk. Ergenekon’a ait olduğu iddia edilen belgeler basına yansıyınca bu konuda geçmişte yaşadığımız şüphelerde ve korkularda haklı olduğumuzu bugün daha net anladım.”
Bu da bir başka ziyaret
4 Mayıs 2012 günü İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Atilla Sertel ile birlikte gazeteci dostlarımız Silivri Cezaevi’ne meslektaşlarını ziyarete geldiler. Öyle bakanla gelenler gibi saatlerce “inceleme” yapacak zamanları yoktu. Her gazeteci ile ayrı ayrı konuşmak zorunda kaldılar. Konuştuk, hasret giderdik, sorunlarımızı anlattık. Köşelerinde yazdılar, televizyonlarda anlattılar.
“Mercimek nefisti, mutfak hijyenikti, psikolog bile vardı, her şey mükemmeldi” diyenine rastlamadık!
Son Güncelleme: Çarşamba, 23 Mayıs 2012 22:07
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder