21 Eyl 2012

Balyoz Davası’nda son perde


Balyoz davasında son perde oynanıyor. Muhtemelen bu yazı elinize geçtiğinde Mahkeme kendine yakışan “hükmü” açıklayacaktır. Son perdeye ilişkin biraz bilgi sunmanın ülkemizdeki adaletin ne menet bir şey olduğunun anlaşılmasına yardımcı olacağını sanıyorum. Ceza Muhakemeleri Yasası ve Yargıtay’ın kararlarına göre sanıkların ön savunmaları ile savcılığın delilleri ortaya koymasından sonra yargılamada “delillerin tartışılması süreci” başlar. Ancak tartışılacak bir delilin ortada olmaması, duruşma savcılarına yönelttiğimiz bütün sorulara yanıt alamayışımız dikkate alınmış olacak ki, Mahkeme Başkanı tarafından delillerin tartışılması evresi atlanarak Savcıların “Esas hakkında Mütalaalarına” müsaade edilmiştir. Hikayenin bundan sonraki bölümü hayli ilginç olduğu için biraz ayrıntıya girmek istiyorum.
Duruşma Savcısı Savaş Kırbaş 98. Celsede (29.03.2012) söz alarak; “CMK’nın 216. Maddesi gereğince delillerin tartışılması anlamındaki esas hakkında mütalaamızı yazılı olarak 920 sayfadan ibaret olarak, 2 nüsha halinde sunuyoruz” şeklindeki beyanından sonra 18 sayfa tutan Esas hakkındaki Mütalaanın özetini okumaya başladı. Bir süre sonra bu işkenceye daha fazla dayanamayacağımı hissederek duruşma salonundan çıktım.
Sahte dijitaller
Esas Hakkında Mütalaa, tutuklu bulunduğum 5. No.lu Ceza İnfaz Kurumunda 03 Nisan 2012 tarihinde bir CD olarak getirilip bana teslim edildi. Cezaevi şartlarında sınırlı bilgisayar kullanma imkânına sahip olduğum için ilk baktığım şey, CD’ye kaydedilmiş dijital belgenin hazırlanma zaman ve süresini veren belgenin “özelliklerini” okumak oldu. Kuşkusuz bu görülen dava nedeniyle, neredeyse iki bini bulan aykırılığın sahte dijitallerin öncelikle “özelliklerini” tıklamaktan edindiğimiz bir alışkanlıktı.
Bu suretle, bir kere daha savcıların hak ve hukuku ne ölçüde göz ardı ettiklerini, bu dava sebebi ile maddi ve manevi kayıplara uğrayanlara karşı sergiledikleri duyarsızlıkları tekrar teşhis etme olanağı buldum. Şimdi bulgularımı sizlerle paylaşayım:
‘Kopyala-yapıştır’ belgeler
CD’nin üst verisindeki (Meta Data) bilgilere göre Kullanıcı adı “Adalet” olan duruşma savcısı 04 Temmuz 2010 saat 13.56’da “Esas Hakkında Mütalaa” belgesinin yazımına başlamış. Bunun ilginç yanı, söz konusu belgenin daha iddianame kabul edilmeden iki yıl önce yazıma başlanmış olmasıdır. Peki, buna olanak var mı? Şayet iki yıl önce hazırlanarak mahkemeye sunulan İddianameyi, yazacağınız belge için “kes veya kopyala-yapıştır” metodunu esas alır, araları da “doldur ve ekle” yöntemi ile mütalaanızı hazırlarsanız bilgisayar sizi ele verir. Burada belge ile kullanıcı arasında bir illiyet bağı olduğu için bu tespit doğru bir tespittir. Belgenin son kaydedilme tarihi 23 Mart 2012 Saat 15.25.
CD’nin üst verisinden saptadığımıza göre yazımı 20 ay süren 920 sayfalık belgenin fiilen üzerinde çalışma süresi ise sadece 03 saat 33 dakika olduğu görülüyor. Buna ne demeli? Doğrusu sanıkların tamamının daha ön savunmalarını yapmadan, sanıklar tarafından mahkemeye getirilmiş uzman bilirkişileri bile dinlemeden, İddianamede yer alan metinlerin yüzde doksanı ile bire bir örtüştüğünü bile maskeleyemeden “kopyala-yapıştır” usulü ile bir metin hazırlarsanız ki yapılan budur; elbette 920 sayfalık Esas Hakkında Mütalaanızı 3,5 saatte yazmayı başarırsınız. Ancak ortaya bu şekilde çıkan metin hukuki bir metin olmaktan çok, ancak çocukların bile zor kanabileceği bir pehlivan öyküsüne benzemiştir.
Görmemeye, duymamaya programlanmışlar
Sayın savcılar, fiili hazırlana süresi 3,5 saat olan Esas Hakkında Mütalaalarını “sanık savunmaları, tanık beyanları, doküman ve belge inceleme tutanakları, bilirkişi raporları, tespit tutanakları, dijital inceleme raporları, ses kayıt çözümleri, arama tutanakları ve tüm dosya kapsamının değerlendirilmesi sonucunda” hazırlandıklarını beyan etmektedir. Bu kadar sürede beyan ettikleri hususları 920 sayfayı yazarak başardıklarına “kargaların bile güleceği” açıktır. Gerçekte ortaya koydukları “eser” ne nedenli önyargılı, adeta mahkemede sunulan gerçek kanıtları görmemeye, duymamaya programlanmış olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.
Deliller dava dosyasına konmadı
Esas Hakkında Mütalaada savcıların elinde hiçbir kanıt bulunmadan örgüt iması yapılarak; için sık sık “Çetin Doğan liderliğinde Yapılanmadan” söz edilmektedir. Oysa soruşturma savcısı Bilal Bayraktar, benim de dâhil olduğum 189 sanığın birbirileri arasındaki dokuz yıllık (01.01.2001-29.03.2010) irtibatların öğrenilmesi ve örgütsel ilişiği ortaya çıkarabilmek için, iletişim dökümlerinin ilgili kurumdan alınması ve incelenmesi talebi (29.03.2010 tarihli) dava dosyasında bulunmaktadır. Adı geçen savcı talep yazısında “Suç işlendiğine dair kuvvetli suç şüphesi oluştuğundan, başka suretle delil elde etme imkânın bulunmadığı” açıkça belirtilmektedir. Ayrıca talep yazısında belirtilen zaman diliminde sanıkların yaptıkları görüşmelerin süreleriyle birlikte, arayan-aranan, mesaj gönderen, mesaj gönderdiği numaralar ve bu numaraların kütük bilgileri, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’ndan çıkarılarak alınan dökümlerin incelenmesi istenmiştir.
Ancak Savcı Bilal Bayraktar mahkeme kararı ile aldığı iletişim dökümleri inceleme sonuçlarını delil olarak dava dosyasına koymamıştır. Bunun nedenini anlamak için kâhin olmaya gerek yoktur. Sanıklarla atılı suça dayanak yapılan dijital veriler arasında hiçbir illiyet bağının bulunmadığını, 1. Ordu Komutanlığı’ndaki bütün bilgisayarların belleklerini analiz ederek tespit eden 19 Şubat 2010 tarihli Hakan Erdoğan’ın raporunu yok eden Savcı B. Bayraktar’dan başkası değildir. Ayni Savcı, sanıklar lehine olan delilleri karartmış, çarpıtmış ve bir bölümü de sanıkların kolaylıkla ulaşamayacağı “Adli emanete” kaldırmıştır.
Yargılanacaksınız!
Mahkemede bunlara tepki olarak, “Bu haksız ve hukuksuz davayı inatla sürdürmekte cüret ve cesareti nereden aldıklarını” hâkimlerin açıkça sormayı da ihmal etmedim. Mahkeme başkanının bana verdiği “Türk Ulusundan” yanıtı artık bütünüyle inandırıcılığını kaybetmiştir. Umarım duruşmada söylediğim aşağıdaki sözler haksızlık ve hukuksuzluğa karşı savaşta yurttaşlarımızın kulaklarını çınlatır:
‘Nemrut Mustafa Paşa Divan-ı Harbi’ benzeri...
“Tarih, ülkemizde ve dünyada siyasal iktidarların belirli politik hedefleri uğruna nice kişi ve grupların düzmece bahanelerle yargılandığına şahittir. Adaletin ayaklar altına alındığı, insanların korku ile sindirildiği, özgür basının büyük ölçüde susturulduğu bu gibi durumlarda geçici olarak gerçek suçluların zorbaların itibar görmesi, hatta yüceltilmesi, toplumların yanıltılması doğaldır. Ancak bugün saygı ve rahmetle anılanlar ise, dünün düzmece davalarının sanık ve mahkûmlarıdır. Lanet ile anılanlar ise “Nemrut Mustafa Paşa Divan-ı Harbi” benzeri mahkemeler ile bu tür mahkemelere ruhsat verenler, kol kanat gerenler, haksızlık ve hukuksuzluğa alkış tutanlardır. Bu dava nedeniyle yargılananlar, sadece sanıklar değil, mahkeme heyeti de kamu vicdanında ve uluslararası mahkemelerde yargılanıyor ve yargılanacaktır.”
Son Güncelleme: Perşembe, 20 Eylül 2012 17:34

Hiç yorum yok: