8 Şub 2013

İmralı süreci’ ve Kerkük


Yeni “Kürt açılımı”nın düğmesine büyük bir “reklam kampanyası” eşliğinde basıldı. Holding medyasının ekranlarında, “yakalanan barış ve kardeşlik ruhu”nun bu sefer kaçırılmaması için çırpınan tartışmacılar, “İmralı süreci”ne, kırılmaması için her türlü çabanın harcanmasına değecek nadide bir vazo muamelesi yapıyorlar. Ama bu konumu desteklemek için ürettikleri çözümlemelerde her türlü bölgesel ve küresel güce değinildiği halde, adeta bir “suskunluk yasası” uyarınca adı hiç anılmayan tek bir güç var. O da Amerika.
Fikri mülkiyet hakları kime ait?
Oysa İmralı sürecini ülkemize çıkmış bir “yılbaşı ikramiyesi” gibi değerlendirenlerin, bize bu “ikram”ın yapılmasına ön ayak olan ülkeye, en azından “fikri mülkiyet hakları”na saygının bir gereği olarak teşekkürü borç bilmeleri gerekmez mi? Teori dergisinin Kasım 2012 sayısında yayınlanmış olan ABD’nin Mayıs 2012 tarihli CFR raporunda, “... Başkan Obama, Başbakan Erdoğan ile olan sıcak ilişkisini ve Türkler arasındaki kişisel prestijini, Türkleri yeni bir Kürt açılımının denemeye değer olduğuna ikna etme konusunda kullanma fırsatına sahiptir” deniyor. Aynı raporda, böylelikle Erdoğan’ın “Dersim özürü”nün de israf edilmeden amacına uygun biçimde işe yaramasının sağlanmış olacağı yorumu, bu öneriye ekleniyor.
Dizginsiz güç gösterisinden yarar-zarar hesabına
Bir girişimin ardındaki ABD inisiyatifinin anılmasına ya da gizlenmesine, yarar-zarar hesabı yapılarak karar verilir. Güç gösterisinin yararı olacaksa, girişimin ardındaki ABD desteği, altı çizilerek verilir. Ama ABD’nin rolünün açığa çıkması, girişim karşıtlarına güç verecek ve destekçilerini zor konuma sokacaksa, o zaman bu rolün gizlenmesi esas hale gelir.
Aslında ABD’de Obama çizgisinin yönetime gelmesi, ABD’nin her alanda yaşadığı ciddi güç kaybının sonucunda, “dizginsiz güç gösterisi”nden, “yarar-zarar hesabına geçiş” olarak özetlenebilir. Bu hesap kuşkusuz yine güce dayalıdır ve güç gösterisinden vazgeçmek anlamına gelmez. Ama artık ABD, kime beyzbol, kime Patriot sopasının gösterileceğine karar verirken, daha ince ayarlı hesaplar yapma zorunluluğu ile karşı karşıyadır.
Kerkük
Bu “ince ayarlı” tutumun kendini gösterdiği konulardan biri de Kerkük Sorunu’dur. Irak’ın 2005 Anayasası’na göre, 31 Aralık 2007 tarihine kadar Kerkük’ün statüsünün belirleneceği bir referandumun yapılması gerekmekteydi. Bu referandum, bugüne kadar gerçekleştirilebilmiş değildir. Ancak Kerkük’ün “Kürdistan Bölge Yönetimi”ne bağlanması, ABD’nin kırmızı çizgileri arasındadır. Barzanistan’ın “İkinci İsrail” olarak kalıcılık kazanması, onu Akdeniz’e bağlayacak bir “Kürt Koridoru”nun oluşturulması kadar, Kerkük’ün Barzanistan’a bağlanmasını da gerektirmektedir.
Üstelik bu konuda zamanı dar olan, Amerika’dır. Ön Asya’da güçlenen eğilim, Suriye’nin kirli savaşa karşı direnişi, Irak’ın Merkezi Hükümetinin toprak bütünlüğü konusundaki kararlı tutumu ve İran’ın Irak ve Suriye’nin parçalanmasına karşı duruşunun ön cephesinde yer aldığı Batı Asya Birliği sürecidir. Kendi açısından yeni müdahale araçları yaratmadan geçen her gün, ABD’nin aleyhine işlemektedir.
Sahte Ortadoğu Birliği
O zaman, Batı Asya Birliği’nin sahtesinin piyasaya sürülmesinin günü gelmiştir. Burada Türke de, Kürde de aynı rol biçilmektedir: ABD adına, bu sahte birliğin çekirdeğindeki vurucu gücü oluşturmak. Yarar-zarar hesabı, bu seçeneği parlatmada ABD’nin perde arkasında kalmasını gerektirmektedir. Önümüzdeki günlerde “İmralı süreci”ne, Ortadoğu’ya barış ve istikrar getirecek “birlik söylemleri”nin eşlik etmeye başlaması, hiç de şaşırtıcı olmayacaktır.
Günümüzde ne Ön Asya’da, ne de dünyanın herhangi bir yerinde “Pax Americana - Amerikan Barışı” olanaklı değildir. ABD patentli bu maceranın yol açabileceği tek sonuç, bölge halklarının birbirine kırdırılacağı kanlı bir süreç, özlenen “kardeşlik ve barış ruhu”nun onulmaz bir yıkıma uğrayacağı bölgesel bir savaştır.

Hiç yorum yok: