Tağûti
sistemlerin her devirde baş tağutları yanında alt tağûtları da vardir. Baş
tağût bunların efendisi, destekçisi, koruyucusudur. Günümüzde bu ikincilere
“eşbaşkan” deniyor. Yani tagûtların kimisi zulmün esas başkanı, kimisi
eşbaşkanıdır. Baş tağût olan zağarların alt tağûtları olan finolar, Kur’an
tarafından günümüzdeki kullanıma tam karşılık olacak şekilde tespit edilmiştir:
‘Abede’t-tağût’ (tağûtun kulları, uşakları) Maide 60. Ayete göre abede’i tağût,
Allahın öfkesine çarpılıp lanetlenmiş maymunlardan, domuzlardan çıkar. Baş
tağûtlar, bu fino uşaklarının kendi muhitlerindeki zaaflarını, kinlerini
beklentilerini, makam hırslarını ve nihayet hıyanet tutkularını bir biçimde
okşayarak onları köle gibi kullanır. Böyle olunca da tağûti
sistemler, ilkeler, parlamentolar, paktlar, bölgeler geliştirilebilir.
İslam
düşüncesinin yirminci yüzyılda doruğu kabul edilen Muhammed İkbal (ölm. 1938) emperyalist
batılıların oluşturdukları sömürü düzeninin temsilcilerinin vücut verdiği
organizasyonu, ‘İblisler parlamentosu’ diye anmıştır. Aynen bunun gibi, Tağûtlar Parlamentosu deyimini de
kullanabiliriz. Kur’an bu noktada evliyau’t-tağût (tağûtun dostları, görev
arkadaşları, destekçileri) deyimini kullanıyor ki diğer tabirlerin tümüne zemin
oluşturan bir tabirdir.
Kısacası tağût, Kur’an terminolojisinde,
iblis-şeytan şer enerjisinin fiziksel güç ve birimler haline gelmesini, eyleme
dönüşmesini gerçekleştiren insani unsurdur.
TAĞUTA İSYAN YOKSA, ŞİRK KADER HALİNE
GELİR
Şirk kader
haline gelince, özgürlük ve demokrasi haklarını öne çıkaran sistemler uzun süre
yaşayamaz. Yaşamak ne demek, bunların hiçbirisi uzun süre yaşayamaz, yeşeremez.
Tağûta itaat, insanın kendi eliyle Firavun yaratmasına neden olur. Zühruf
suresinin temel mesajı şu soruya verilen cevaptır.
“Firavunları kim yarattı?”
Firavunları, onlara isyan yerine
itaat eden kitleler yarattı. Ve yaratmaya devam ediyorlar. Kitle, maskeli müşrikse zalime
itaat onun kaderi olur. Zalime itaat ise Firavunları yaratan şerir azığın ta
kendisidir. Şimdi bu meseleyi irdeleyelim.
DEVRİM YARATAN SORU: FİRAVUNLARI KİM
ÜRETTİ?
Kur’an’a göre, Firavunları üretenler,
zalimlere uşaklık edenlerdir.
İslam
tarihinde zulme isyanın öncü isimlerinden biri olan İmamı Âzam, Müslüman ümmetin Firavun yaratan zihniyetin sone
erdirmesini, İslam imamının temel icabı olarak görmekteydi. Ebu Hanîfe şöyle
düşünüyordu: Zulme ve zalime isyan yoksa iman, ibadet hiçbir anlam
taşımayacaktır.
Hiçbir zalim, muhatabı olan kitlenin
dolaylı ve örgütlü desteği olmadan yaşayamaz. Hele, din, zulme uşaklık aracı yapılmışsa Firavunların
bir biçimde ve değişik adlar altında zuhur etmesi kaçınılmazdır.
Kur’an’dan
öğrenmiş bulunuyoruz ki, mazlum bildiğimiz birçok halk, aslında pasif zalim
oldukları için ezilip horlanmıştır ve horlanmaktadır. Mazlum, gerçek mazlumsa zalimin uzun süre egemen olması söz konusu
değildir. Zulüm din veya dinsizlik
adı altında uzun süre devam ediyorsa bunun sebebi, zalimlere uşaklığı hüner
sanan bir halkın, en azından bir satılmışlar ekibinin varlığıdır. Bu ekip ‘pasif zalimler ekibi’dir. Pasif
Zalimlik; zulme başkaldırması gerekirken, küçük çıkarlar veya gizli
imansızlıklar yüzünden zalimlere karşı sessiz kalan, böylece onlara dolaylı destek
veren kişi veya toplumların sıfatıdır. Kur’an’ın bu noktadaki tezi şudur.
Aktif zalimlerin birçoğunu, pasif
zalimler, yani zulme bir biçimde uşaklık edenler yaratmıştır.
Kur’an’ın bu
anlamda devrim yaratan tespiti Zühruf suresinin 54-56. Ayetlerinde verilmiştir.
O ayetlerdeki mesajın ayrıntılarına geçmeden önce İslam tefsir tarihinin bu
ayetlerle ilgili tavrına ilişkin birkaç söz söyleme isteriz.
Klasik
tefsirlerin büyük kısmı, Arabizmin İslam’a ve Müslümanlara egemen olduğu
dönemde yazıldı. Anılan ayetlerin mesajını o dönemde bütün açıklığıyla ortaya
koymak ölüm fermanını imzalamakla eşanlamlıydı. Nitekim icraatı ve fetvalarıyla
bu ayetlerin mesajını hayata geçirmeye kalkan İmamı Âzam Ebu Hanîfe (ölm. 150/767), bunun faturasını hayatıyla
ödemiştir. Sonraki dönemlerde ise hem Emevî- egemen anlayış dinleşmiş olduğu
hem de dinin saltanat aracı olarak kullanımı devam ettiği için bu ayetlerin
mesajı yine örtülü tutulmuştur.
Bu ayetlerin
devrim niteliğindeki mesajı üzerinde hakkıyla konuşmak için dinin saltanat
aracı olmaktan çıkarılmış olması gerekir. Aksi halde, o mesajı telaffuz eden, o
coğrafyadaki yönetime veya yönetimlere isyan etmiş sayılır. Hem o mesajı
açıklamak, hem de isyan etmiş sayılmamak ancak laik bir sistemin egemen olduğu
ülkede mümkündür. İslam dünyası ise böyle ülkelere hiçbir zaman sahip olamadı.
Şimdi,
Zühruf 54-56. Ayetlerin mesajını açık şekilde ortaya koyalım. Firavunları
yaratan halkların uşaklık psikolojilerini deşifre edip bu psikolojinin Allah’ı
nasıl öfkelendirdiğini, pasif zalimlerden intikam alma kararına nasıl
vardırdığını ifade eden bu ayetler,
emperyalizmin hapishanesine dönüştürülmüş mabetlere (ibadethanelere) hapsolmayı
din sanan bir kitlenin Allah tarafından Allah’ın düşmanı gibi algılandığını
göstermektedir. Demek ki, mabede, mescide müdavim olmak Allah katında her şey demek değildir. Bunun içindir ki Kur’an, iki tür
namazdan söz etmektedir.
- İnsanı Allah'a yaklaştıran, rahmet vesilesi namaz.
- İnsanı Allah'ın düşmanı haline getiren lanet vesilesi namaz. (Mâûn suresi, 4-7)
Kur’an’a
saygımız varsa bu namazların ikisini de gündem yapmalıyız. Birini
sakladığımızda bizde Kur’anın lanetine çarpılırız. Çünkü bu iki namazın birini
sakladığımızda namazın gerçek anlamını kavramamız mümkün olmaktan çıkar.
ZÜHRUF SURESİ’NİN YAKTIĞI MESAJLAR
Tam bu noktada,
insanlığın önünde dev bir meşale yakan Zühruf suresi 54-56. Ayetleri görmekteyiz.
Önce ayetleri okuyalım.
“İşte, Firavun, toplumunu böyle
küçümseyip horladı da onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan sapmış bir
toplum idiler. Onlar bizi bu şekilde öfkelendirince, bizde onlardan öç aldık;
hepsini suya gömüverdik. Onları, sonra gelecekler için bir selef ve bir örnek
yaptık.”
Bu ayetleri,
tefsir kurallarını (semantik ve hermenötik) dikkate alarak değerlendirdiğimizde
şu gerçeklerin altını çizmemiz gerekiyor.
- Firavunların horlayıp ezmesi ile toplumun ona itaati arasında bağlantı vardır. O itaat olmasaydı bu horlayıp ezme de olmayacaktı.
- Firavunun horlayıp ezmesine isyan yerine itaatle karşılık verilmesi, Allah’ı öfkelendirmiş, bunu yapan kitleden intikam alma kararına vardırmıştır.
“Firavun ve kodamanlarının
kendilerine kötülük etmelerinden korktukları için, kavmi arasından bir gençlik
grubu dışında hiç kimse Mûsa'ya inanmadı. Çünkü Firavun, o toprakta gerçekten
çok üstündü ve gerçekten sınır tanımaz azgınlardan biriydi.”(Yunus, 83) Anlaşılan o
ki, Kur’an, bir kitlenin içinden birileri zalimlerle işbirliği yapmadıkça o
kitlenin zulüm ve istilaya yenik düşmeyeceği kanısındadır. Yukarıdaki ayet
ayrıca, despot zalimlere karşı çıkmada gençliğin daima önde gittiğini de
dolaylı bir ifadeyle vermiştir.
Kur’an,
Zühruf 54. Ayette kullandığı kelimeyi kullanarak kendisini tebliğ eden
Peygamber’e şu emri vermektedir. “Gerçeği hakkıyla göremiyor olanlar
seni asla küçümsemesin/ezip horlamasın!”(Rum, 60)
Biz Müslümanlar
açısından, mesele gelip gelip şurada düğümleniyor: Hz. Muhammed, özgürlüklerin ve esaret tanımamanın sembolü müdür yoksa
daha çok namaz kılmanın, daha görkemli sarık sarmanın sembolü mü? Kur’an
birinci şıkkı onaylıyor. Hz. Muhammed bu şıkka göre yaşadı ve onu miras
bıraktı. Emevî, bu mirası yozlaştırıp ‘daha
çok namaz kılmanın, daha görkemli arap sarığı sarmanın sembolü’ haline
getirdi.
Bu saptırma
ve yozlaştırmaya ilk büyük isyan İmamı
Âzam Ebu Hanîfe den geldi. Arap fistanı ile Arap saltanatını dinleştirenler
İmamı Âzamı ‘namazsız ve isyancı bir din
kurmak, ümmeti kana teşvik etmek’ le suçladılar. İmamı Âzam, Hz. Peygamberi
özgürlüklerin ve esaret tanımamanın sembolü olarak öne çıkarmanın faturasını
başıyla ödedi. Ve büyük imamın ardından İslam tarihi asırlarca Emevî
zihniyetiyle yürüdü. Ne yazık ki, hala da o zihniyetle yürümektedir.
Âhzab 57. Ayete
göre, “Allah ve peygambere eziyet
edenler lanetlenmişlerdir” Peygambere eziyeti anlamakta zorluk çekilmez ama “Allah’a eziyet nasıl olur?” diye
sorulmaktadır. Zühruf 55. Ayet bu sorunun cevabını getiriyor. Orada cenabı hak
tarafından kullanılan âsefûnâ kelimesi
’bizi üzdüler, öfkelendirdiler’
anlamındadır. Demek ki zulüm karşısında pasif kalarak zalimlere dolaylı destek
vermek Allah’a eziyet etmektir. Allah bundan öylesine rahatsız olmaktadır ki
bunu bir intikam sebebi sayıyor.
Zalimlere
itaat, Allah’ı öfkelendiren tek kötülüktür. Hûd suresi 59. ayet bunu, “İnatçı zorbaların emrine uymak”
şeklinde tanımlıyor.
"Şirk" adlı kitaptan alıntı.(sf.299-304)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder