21 Mar 2013

KÜRESEL TAĞÛT PAKTLARI: BAŞKAN, YARDIMCI VE EŞBAŞKAN TAĞÛTLAR



Anlaşılan odur ki, her devirde birden çok tağût bulunur. Tağûtların kabile çapında, millet çapında olanları yanında bölgesel ve uluslararası olanları da bulunacaktır. Bunlar birbirlerinden habersiz olabilecekleri gibi organize de olabilirler. İblisler parlamentosu (Hizbu’ş-şeytan, evlliyau’ş-şeytan) gibi birlikler, beraberlikler vücuda getirebilirler; aralarında hiyerarşik bir düzen kurulabilir, kaynaşmaya, birleşmeye gidebilirler.

Tağûti sistemlerin her devirde baş tağutları yanında alt tağûtları da vardir. Baş tağût bunların efendisi, destekçisi, koruyucusudur. Günümüzde bu ikincilere “eşbaşkan” deniyor. Yani tagûtların kimisi zulmün esas başkanı, kimisi eşbaşkanıdır. Baş tağût olan zağarların alt tağûtları olan finolar, Kur’an tarafından günümüzdeki kullanıma tam karşılık olacak şekilde tespit edilmiştir: ‘Abede’t-tağût’ (tağûtun kulları, uşakları) Maide 60. Ayete göre abede’i tağût, Allahın öfkesine çarpılıp lanetlenmiş maymunlardan, domuzlardan çıkar. Baş tağûtlar, bu fino uşaklarının kendi muhitlerindeki zaaflarını, kinlerini beklentilerini, makam hırslarını ve nihayet hıyanet tutkularını bir biçimde okşayarak onları köle gibi kullanır. Böyle olunca da tağûti sistemler, ilkeler, parlamentolar, paktlar, bölgeler geliştirilebilir.

İslam düşüncesinin yirminci yüzyılda doruğu kabul edilen Muhammed İkbal (ölm. 1938) emperyalist batılıların oluşturdukları sömürü düzeninin temsilcilerinin vücut verdiği organizasyonu, ‘İblisler parlamentosu’ diye anmıştır. Aynen bunun gibi, Tağûtlar Parlamentosu deyimini de kullanabiliriz. Kur’an bu noktada evliyau’t-tağût (tağûtun dostları, görev arkadaşları, destekçileri) deyimini kullanıyor ki diğer tabirlerin tümüne zemin oluşturan bir tabirdir.

Kısacası tağût, Kur’an terminolojisinde, iblis-şeytan şer enerjisinin fiziksel güç ve birimler haline gelmesini, eyleme dönüşmesini gerçekleştiren insani unsurdur.

TAĞUTA İSYAN YOKSA, ŞİRK KADER HALİNE GELİR

Şirk kader haline gelince, özgürlük ve demokrasi haklarını öne çıkaran sistemler uzun süre yaşayamaz. Yaşamak ne demek, bunların hiçbirisi uzun süre yaşayamaz, yeşeremez. Tağûta itaat, insanın kendi eliyle Firavun yaratmasına neden olur. Zühruf suresinin temel mesajı şu soruya verilen cevaptır.

“Firavunları kim yarattı?”

Firavunları, onlara isyan yerine itaat eden kitleler yarattı. Ve yaratmaya devam ediyorlar. Kitle, maskeli müşrikse zalime itaat onun kaderi olur. Zalime itaat ise Firavunları yaratan şerir azığın ta kendisidir. Şimdi bu meseleyi irdeleyelim.

DEVRİM YARATAN SORU: FİRAVUNLARI KİM ÜRETTİ?

Kur’an’a göre, Firavunları üretenler, zalimlere uşaklık edenlerdir.
İslam tarihinde zulme isyanın öncü isimlerinden biri olan İmamı Âzam, Müslüman ümmetin Firavun yaratan zihniyetin sone erdirmesini, İslam imamının temel icabı olarak görmekteydi. Ebu Hanîfe şöyle düşünüyordu: Zulme ve zalime isyan yoksa iman, ibadet hiçbir anlam taşımayacaktır.

Hiçbir zalim, muhatabı olan kitlenin dolaylı ve örgütlü desteği olmadan yaşayamaz. Hele, din, zulme uşaklık aracı yapılmışsa Firavunların bir biçimde ve değişik adlar altında zuhur etmesi kaçınılmazdır.

Kur’an’dan öğrenmiş bulunuyoruz ki, mazlum bildiğimiz birçok halk, aslında pasif zalim oldukları için ezilip horlanmıştır ve horlanmaktadır. Mazlum, gerçek mazlumsa zalimin uzun süre egemen olması söz konusu değildir.  Zulüm din veya dinsizlik adı altında uzun süre devam ediyorsa bunun sebebi, zalimlere uşaklığı hüner sanan bir halkın, en azından bir satılmışlar ekibinin varlığıdır. Bu ekip ‘pasif zalimler ekibi’dir. Pasif Zalimlik; zulme başkaldırması gerekirken, küçük çıkarlar veya gizli imansızlıklar yüzünden zalimlere karşı sessiz kalan, böylece onlara dolaylı destek veren kişi veya toplumların sıfatıdır. Kur’an’ın bu noktadaki tezi şudur.
Aktif zalimlerin birçoğunu, pasif zalimler, yani zulme bir biçimde uşaklık edenler yaratmıştır.

Kur’an’ın bu anlamda devrim yaratan tespiti Zühruf suresinin 54-56. Ayetlerinde verilmiştir. O ayetlerdeki mesajın ayrıntılarına geçmeden önce İslam tefsir tarihinin bu ayetlerle ilgili tavrına ilişkin birkaç söz söyleme isteriz.

Klasik tefsirlerin büyük kısmı, Arabizmin İslam’a ve Müslümanlara egemen olduğu dönemde yazıldı. Anılan ayetlerin mesajını o dönemde bütün açıklığıyla ortaya koymak ölüm fermanını imzalamakla eşanlamlıydı. Nitekim icraatı ve fetvalarıyla bu ayetlerin mesajını hayata geçirmeye kalkan İmamı Âzam Ebu Hanîfe (ölm. 150/767), bunun faturasını hayatıyla ödemiştir. Sonraki dönemlerde ise hem Emevî- egemen anlayış dinleşmiş olduğu hem de dinin saltanat aracı olarak kullanımı devam ettiği için bu ayetlerin mesajı yine örtülü tutulmuştur.

Bu ayetlerin devrim niteliğindeki mesajı üzerinde hakkıyla konuşmak için dinin saltanat aracı olmaktan çıkarılmış olması gerekir. Aksi halde, o mesajı telaffuz eden, o coğrafyadaki yönetime veya yönetimlere isyan etmiş sayılır. Hem o mesajı açıklamak, hem de isyan etmiş sayılmamak ancak laik bir sistemin egemen olduğu ülkede mümkündür. İslam dünyası ise böyle ülkelere hiçbir zaman sahip olamadı.

Şimdi, Zühruf 54-56. Ayetlerin mesajını açık şekilde ortaya koyalım. Firavunları yaratan halkların uşaklık psikolojilerini deşifre edip bu psikolojinin Allah’ı nasıl öfkelendirdiğini, pasif zalimlerden intikam alma kararına nasıl vardırdığını ifade eden bu ayetler, emperyalizmin hapishanesine dönüştürülmüş mabetlere (ibadethanelere) hapsolmayı din sanan bir kitlenin Allah tarafından Allah’ın düşmanı gibi algılandığını göstermektedir. Demek ki, mabede, mescide müdavim olmak Allah katında her şey demek değildir. Bunun içindir ki Kur’an, iki tür 
namazdan söz etmektedir.
  • İnsanı Allah'a yaklaştıran, rahmet vesilesi namaz.
  • İnsanı Allah'ın düşmanı haline getiren lanet vesilesi namaz. (Mâûn suresi, 4-7)


Kur’an’a saygımız varsa bu namazların ikisini de gündem yapmalıyız. Birini sakladığımızda bizde Kur’anın lanetine çarpılırız. Çünkü bu iki namazın birini sakladığımızda namazın gerçek anlamını kavramamız mümkün olmaktan çıkar.

ZÜHRUF SURESİ’NİN YAKTIĞI MESAJLAR

Tam bu noktada, insanlığın önünde dev bir meşale yakan Zühruf suresi 54-56. Ayetleri görmekteyiz. Önce ayetleri okuyalım.
“İşte, Firavun, toplumunu böyle küçümseyip horladı da onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan sapmış bir toplum idiler. Onlar bizi bu şekilde öfkelendirince, bizde onlardan öç aldık; hepsini suya gömüverdik. Onları, sonra gelecekler için bir selef ve bir örnek yaptık.”

Bu ayetleri, tefsir kurallarını (semantik ve hermenötik) dikkate alarak değerlendirdiğimizde şu gerçeklerin altını çizmemiz gerekiyor.

  •  Firavunların horlayıp ezmesi ile toplumun ona itaati arasında bağlantı vardır. O itaat olmasaydı bu horlayıp ezme de olmayacaktı.
  •  Firavunun horlayıp ezmesine isyan yerine itaatle karşılık verilmesi, Allah’ı öfkelendirmiş, bunu yapan kitleden intikam alma kararına vardırmıştır.

“Firavun ve kodamanlarının kendilerine kötülük etmelerinden korktukları için, kavmi arasından bir gençlik grubu dışında hiç kimse Mûsa'ya inanmadı. Çünkü Firavun, o toprakta gerçekten çok üstündü ve gerçekten sınır tanımaz azgınlardan biriydi.”(Yunus, 83) Anlaşılan o ki, Kur’an, bir kitlenin içinden birileri zalimlerle işbirliği yapmadıkça o kitlenin zulüm ve istilaya yenik düşmeyeceği kanısındadır. Yukarıdaki ayet ayrıca, despot zalimlere karşı çıkmada gençliğin daima önde gittiğini de dolaylı bir ifadeyle vermiştir.

Kur’an, Zühruf 54. Ayette kullandığı kelimeyi kullanarak kendisini tebliğ eden Peygamber’e şu emri vermektedir. “Gerçeği hakkıyla göremiyor olanlar seni asla küçümsemesin/ezip horlamasın!”(Rum, 60)

Biz Müslümanlar açısından, mesele gelip gelip şurada düğümleniyor: Hz. Muhammed, özgürlüklerin ve esaret tanımamanın sembolü müdür yoksa daha çok namaz kılmanın, daha görkemli sarık sarmanın sembolü mü? Kur’an birinci şıkkı onaylıyor. Hz. Muhammed bu şıkka göre yaşadı ve onu miras bıraktı. Emevî, bu mirası yozlaştırıp ‘daha çok namaz kılmanın, daha görkemli arap sarığı sarmanın sembolü’ haline getirdi.

Bu saptırma ve yozlaştırmaya ilk büyük isyan İmamı Âzam Ebu Hanîfe den geldi. Arap fistanı ile Arap saltanatını dinleştirenler İmamı Âzamı ‘namazsız ve isyancı bir din kurmak, ümmeti kana teşvik etmek’ le suçladılar. İmamı Âzam, Hz. Peygamberi özgürlüklerin ve esaret tanımamanın sembolü olarak öne çıkarmanın faturasını başıyla ödedi. Ve büyük imamın ardından İslam tarihi asırlarca Emevî zihniyetiyle yürüdü. Ne yazık ki, hala da o zihniyetle yürümektedir.

Âhzab 57. Ayete göre, “Allah ve peygambere eziyet edenler lanetlenmişlerdir” Peygambere eziyeti anlamakta zorluk çekilmez ama “Allah’a eziyet nasıl olur?” diye sorulmaktadır. Zühruf 55. Ayet bu sorunun cevabını getiriyor. Orada cenabı hak tarafından kullanılan âsefûnâ kelimesi ’bizi üzdüler, öfkelendirdiler’ anlamındadır. Demek ki zulüm karşısında pasif kalarak zalimlere dolaylı destek vermek Allah’a eziyet etmektir. Allah bundan öylesine rahatsız olmaktadır ki bunu bir intikam sebebi sayıyor.
Zalimlere itaat, Allah’ı öfkelendiren tek kötülüktür. Hûd suresi 59. ayet bunu, “İnatçı zorbaların emrine uymak” şeklinde tanımlıyor.

"Şirk" adlı kitaptan alıntı.(sf.299-304) 


Hiç yorum yok: