16 Nis 2013

Hanlıkta İmam, Ayılıkta İman


Placeholder4Sultan İkinci Abdülhamit’in dördüncü kuşaktan torunu Abdülhamid Kayıhan Osmanoğlu, siyasete girmeyi düşünüyormuş.

Farklı partilerden gelgel alıyormuş ama, AKP Gençlik Kolları’nın Arifiye’de düzenlediği « Dedem Abdülhamit Han » panelinin çıkışında verdiği ilk siyasal mesaja bakılırsa; ne dediği belli olmasa da hangi partiye gideceği çok açık:

« Dedelerimiz hep at sırtında dünyayı fethederken, tarihimizi düzgün bir şekilde anlatamıyoruz. Ayasofya’nın da tekrar ibadete açılmasını istiyorum. Dedelerimizin ahları var üzerimizde. Onları az da olsa üzerimizden atmak gerekiyor. Hem Ayasofya’nın açılmasını hem de diğer sultanımız Vahdettin Han’ı ülkemize geri getirmek istiyoruz. »

At sırtında dünyayı fetihle, tarihi düzgün anlatamamak arasında nasıl bir ilişki var, anlayan beri gelsin, bana da mesaj atsın, lütfen!
Acaba tarih, at tırıstayken mi anlatılamayan bir şey, yoksa dörtnalayken mi?



Ayasofya ile Vahdettin bölümü daha da karışık. Ayasofya mı ah etmiş şahsın dedelerine, yoksa dedelerinin mi ahı konmuş Ayasofya’nın üstüne?

Ya « diğer sultanımız Vahdettin Han » neyin nesi, kimin fesi ? Vahdettin sulbünden bir şehzade daha mı var, yoksa bildiğimiz Vahdettin’in cenazesi mi geri getirilecek ; düşmana hem de allı pullu, imzalı mühürlü tapusuyla sattığı memlekete?

Adam olana bu kadarı da yeter ama, Abdülhamit Kayıhan başka ne inciler dizmiş diye merak ettim, Facebook’taki sayfasına girdim. 4 Nisan tarihli son mesajında, hazret şöyle seslenmiş müstakbel tebaasına:

 CUMANIZ MÜBAREK OLSUN AZİZ GÖNÜL DOSTLARI
Resûlullah Sallallahu Aleyhi Vessellem buyurdular ki: Amellerden rahatça yapabileceğiniz kadarını yapın. (Daha fazla yapacağım diye kendinizi zorlayıp usanmayın.) Siz amelden usanmadıkça, Allah da sevap ve ecir vermekten usanmaz…” vb, vb.

Epeyce zayıflayıp, kafasına da bir fes geçirse, atası Abdülhamit’e hık demiş burnundan düşmüş kadar benzeyen Şehzade Kayıhan’ın kara molla sakallı fotoğraflarına baktım, baktım…

Ve okurum Abdullah Alçiçek’in ilettiği bir fıkrayı anımsadım:

Ormanda gezmeye çıkan ateist bir adam, doğayı hayran gözlerle seyrediyor ve içinden: “Evrim ne güzellikler yaratıyor!” diye geçirip mest oluyormuş.

Ansızın, ardında bir ayı belirmiş ve müthiş kovalamaca başlamış. Adam var gücüyle kaçıyor, ama arkasına her baktığında ayının biraz daha yaklaşmış olduğunu görüyormuş. Soluk soluğa koşmayı sürdürürken, ayağı bir dala takılıp yere düşmesin mi?

Ayı avının üstüne atlamış tabii, pençesini kaldırmış, tam vurmaya hazırlanırken, ateist adam canhıraş bir sesle: “Tanrım!” diye haykırmış.

Birden zaman durmuş, ayı donakalmış, ormandaki nehir akmaz olmuş. Kapkara kesilen gökyüzünden süzülen bir ışık huzmesi, yerde yatan adamın üstüne düşmüş ve orman, derinlerden gelen ilahi bir sesle gümbürdemiş:

“Yıllarca bana inanmadın, yaratılışı kozmik bir kazaya bağladın ve şimdi sana yardım etmemi istiyorsun! Seni sevgili kulum mu saymalıyım?”

Adam korku ve utançla titreyerek yalvarmış: “Biliyorum, varlığınızı bunca yıl inkârdan sonra sevgili kulunuz sayılmaya hakkım yok. Ama belki ayıyı imana getirebilirsiniz?”

Gür ve ilahi ses, ormanda “Pekâlâ!” diye yankılanıp, susmuş.

Işık huzmesi kaybolmuş. Gökyüzü aydınlanmış, nehir tekrar akmaya koyulmuş. Herşey eski haline dönmüş. Ayı pençesini indirmiş, adamı haklamış.

Sonra iki pençesini gökyüzüne çevirip konuşmaya başlamış:

“Tanrım, senin rızkınla orucumu açıyorum, hamdolsun verdiğin nimetlere!”


Ben de bugün iki elimi açıp semaya, haykırıyorum sonsuzluğa:

Ey Tanrım!

Madem geçmek zorundayız bu ormandan, çekmek zorundayız yeni bir saltanat sultası, niye hep baskıcı sultanlar, gerici şehzadeler gönderiyorsun?

Bunların arasında hiç yok muydu kalenderi, bilgini,  aydınlanmışı?

“Despotlar, baskı, biat ve zulümden beslenirler. Ama daha da korkuncu, budalalığı besleyip yaymalarıdır.”

Hiç yorum yok: