8 Nis 2013

Tecdit ve reform, müceddit ve reformist



Peygamberimizin tecditle yani yeniden yapılanmakla ilgili ilkesel sözü şöyle verilebilir: "Her devirde ümmetim içinden biri çıkar ve dini tecdit eder." Yani yeniden yapılandırır. (bk. Ebu Davud, melâhim 1; Elbanî, Silsiletül Ahâdîs es-Sahîha, 2/148-149)

Yeniden yapılanmanın temsilcisine müceddit denir.

Müceddit, reformatör değildir. Müceddit, Kur'an'daki değişmezlere dayanan bir iman adamı sıfatıyla görecelikler alanını ve ilahî beyanlardaki esneklikleri değerlendirerek vahyin verilerini hayatın ve insanın ulaştığı yeni boyutlara göre yeniden yorumlar. Evrensel bir mesaj ve hermenötik bir evren olan Kur’an bu yorumu sadece istemekle kalmaz, bunu yapacak bilim ve fikir öncülerine büyük destekler verir.

Kur’an, aynı zamanda hermenötik (yorumbilime ilişkin) ilkeler koyan bir kitaptır.

Bugünkü tecdit hareketi veya hareketleri bireysel faaliyetler olmaktan çok, kadro çalışmaları olmalıdır. Dünyanın küçülmüş bulunması, teknolojinin önümüze serdiği iletişim im­kân­la­rı, bi­lim alanındaki uzmanlaşmalar bunu zorunlu hale getirmiştir. Bu, aynı zamanda tecdit hareketine büyük kolaylıklar da sağlar.

Tecdidin en büyük engellerinden biri de Batı’nın İslam dünyasına dayattığı politikalardır.

Batı, İslam’a ve Müslümanlara yönelik politikaları ile tecdit hareketinin önüne büyük engeller koymakta, geliştirdiği yeni stratejilerle Müslümanların yeniden yapılanmasını imkânsız hale getirmektedir. Batı’nın, tecdidi engellemede işlettiği temel politika, İslam dünyasındaki gelenekçi-tutucu unsurları dinin birinci dereceden temsilcisi gibi öne çıkarıp onları desteklemesi ve rasyonel-tecditçi unsurları etkisiz kılmasıdır. Müslüman dünyadaki aktif-devrimci unsurlar, Batı’nın bu politikaları yüzünden çok yıkıcı bir ‘pusula sapması’na uğramakta, şaşılaşmakta, şapla şekeri birbirine karıştırır hale gelmekteler. Batı, Müslümanların efor ve enerjilerini yanlış yönlere kanalize etmeyi başarmış bulunuyor.

Dinde yeniden yapılanmanın zorunlu ilk adımı, dine sokulmuş yalanların ve dinleştirilmiş örflerin din bünyesinden temizlenmesidir. Bu temizleme gerçekleştirilmeden işe yarar bir içtihat veya tecdit mümkün değildir. Çünkü geniş anlamlarıyla içtihat da tecdit de dinsel vahiylerin yorumundan ibarettir. Bu yorumun hayır getirmesi için öncelikle din adı verilecek temel verilerin ortaya çıkarılması gerekir. Din patenti yapıştırılmış ama aslında din olmayan kabullerin din diye yorumlanmasının götüreceği sonuç ağır bir aldanıştan başka ne olabilir?
 
Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Müslümanların, İslam’a sokulmuş yalan ve uydurmaları dinlerinden temizlemeleri (sadece bu bile) başlı başına bir yeniden yapılanma ve diriliş getirir.

Bugünkü Müslüman dünyayı tökezleten çarpıklıklar, yeni yorumların yapılmamasından çok, geleneğin dinleştirdiği uydurma ve yalanlardan kaynaklanmaktadır.

Ne ilginçtir ki, İslam Peygamberi, tecdidi bir görev olarak ümmetinin aydınlarına yüklerken şunun altını da çizmektedir:

“Allah, her yüzyıl başında, insanlara, kendilerine sünnetleri (yöntemleri) öğreten ve Allah Elçisi’ne isnat edilen yalanları ondan uzaklaştıran birini/birilerini ortaya çıkarır.” (Elbanî; el-Ahâdîs es-Sahîha, 2/148)

O halde, bugün Müslümanların gerçekleştirmek zorunda oldukları yenilenme (değişim veya rönesans) hareketinin temel başlıkları (veya aşamaları) şunlar olacaktır:

1. Eski mirası sorgulamak,

2. Eski mirasın otantik din olduğu kesinleşen verilerini yeniden yorumlayarak dini yeniden yapılandırmak.

Tecdidin amaçladığı yeniden yapılanma, eski deyimle, bir telfîk-i mezâhip (mezhepleri birleştirme) değildir. Amaç, geleneği okşayan bir eklektisizm aktörlüğüyle herkesin nabzına şerbet verip halkı kandırmak olmamalıdır. Mezhepler üstü İslam'ı yani vahye dayalı özgün dini ortaya çıkarmak­ kaçınılmazdır. Buna, ‘Ortadoğu örflerinden oluşan geleneksel din ’den özgün İslam’a/vahyin dinine/Kur’an’daki İslam’a geçiş diyebiliriz.

Batı’nın gasp ettiği Kur’ansal değerler

Bu gasp edilen değerlerin bir listesini vermek bile ürperticidir. Bunların bazıları bizim eserlerimizin sayfalarına aktarılıp ayrıntılanmıştır. (Bu konuyla ilgili olarak özellikle ‘Kur’an’ı Tanıyor musunuz?’ adlı eserimizin okunması gerekir.) Bu liste, muhafazakârlığı din yaparak yenilikçi ve yaratıcı Müslüman beyinlere düşman, şirk ve şeytana uşak olan siyaset ve saltanat dincilerinin asırlardır nasıl bir insanlık suçu işlemekte olduklarını çok iyi göstermektedir.


‘Batı tarafından gasp edilmiş Kur’ansal değerler’in şu ana kadar tespit edebildiğimiz listesi şudur:

1. Artık değer,

2. İhtiyaç fazlası malın paylaşımı (sosyal adalet),

3. Sınıfsız toplum ideali,

4. Servet azgınlığı ile mücadele,

5. Dinler tarihinin eleştirisi,

6. Din sınıfının eleştirisi ve ilgası,

7. Dinin kitleleri uyuşturan bir morfine dönüştürülebileceğinin ilanı,

8. Telaffuz Edilmeyen Tanrı (dincilerin içlerinde tuttukları menfaat tanrısı),

9. Varlığın aslının enerji olduğu.

10. Laikliğin metafizik-ilahî dayanakları,

11. Köleliğe karşı kitlesel savaş,

12. Kuvvetler ayrılığı ilkesi,

13. Evrim teorisi,

14. İzafiyet teorisi,

Bu kavram ve teorilerin temel dayanaklarının kaynağı Kur’an’dır. Bunların ilk 10 tanesi, Kur’an tarafından doğrudan doğruya telaffuz edilmekte, hatta bazıları sistemleştirilmektedir.

Bu ve benzeri söylemler her gündeme geldiğinde şu karşı çıkış da (biraz da haklı olarak) gündeme gelmektedir: “Bunlar Kur’an’da vardı da Müslümanlar neden bunları bulmakta başarılı olamadılar?”


BUGÜNKÜ BİLİMLERİN KURUCULARI MÜSLÜMANLARDIR

Batı, Müslümanlarca keşfedilip temelleri atılan bilim ve felsefelerin geliştirme ve hayata geçirme devresinde başarılı oldu. Bunda da şaşılacak bir yan yoktur. İlim insanlığın ortak malıdır ve Kur’an’ın muhatabı bütün insanlıktır, sadece kendisine ‘Müslüman’ adı verip kimliğine bu damgayı vuranlar değil.

O halde, tanrısal kitaptaki bir kavram veya gerçeği şu veya bu kimliği taşıyan bir insanlık evladı keşfedebilir. Bu olguyu, ‘Müslüman’ kimliği taşıyanlara sataşmak için vesile yapmak çok ucuz bir ukalalıktır.

Önemli olan, gerçeklerin fark edilip insanlığın yararına devreye sokulmasıdır. Kim fark ederse etsin; onur ortaktır ve bütün insanlığındır. Onurdan en büyük payı elbette ki, Yaratıcı’nın kitabında insanlığa verilen kod ve koordinatları en iyi okuyanlar alacaktır. Bu da aklı işletmekle olur, daha çok namaz kılmakla değil. Esasen, bir Müslümandan söz edeceksek, o, gerçeği fark ederek gereğini yapandır. Yapan kimse, Müslüman odur; nüfus kâğıdı hegemonyası kuranlar değil.

O halde, “Bunlar Kur’an’da vardı da Müslümanlar neden keşfedemedi?” lafı, mesnetsizdir. Tam tersine, bahis konusu edilen birçok meselede, ‘ilk keşfeden’in Müslümanlar olduğunu görürüz. Batı’nın geliştiricilik, hedefine vardırıcılık yeti ve becerisini inkâr etmiyoruz ama hakka saygının bir icabı olarak söyleyelim ki, bugünkü insanlığın övündüğü keşif ve teorilerin hemen tümünün ‘ilk fark edicisi’ Müslümanlardır. Yukarıda verdiğimiz liste bu ikinci kısma örnek oluşturan değerlerin listesidir.

Hiç yorum yok: