Temel ilke, Nahl suresi 71. ayette konulmuştur:
“Allah, rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Kendilerine fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere aktarıp da hepsi onda eşit hale gelmiyor. Allah'ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?”
Bu ayete göre, servet sahipleri mallarından, emrinde çalışanlara, her iki taraf rızıkta eşit oluncaya kadar vermelidir. Bunun yapılmaması Allah'ın nimetlerine nankörlüktür, küfürdür:
Eşitliğin her konuda değil, rızıkta istendiğine dikkat edelim. Demek ki Kur’an, insan haklarının bir uzantısı olarak, bütün insanların insan sağlık ve onuruna yakışır bir gıdalanma imkânına eşit olarak sahip bulunmalarını istemektedir. Bu eşitliği, genelde evrensel liderler ve yasalar, özel olarak da toplumsal liderler ve yasalar sağlamalıdır.
Kur'an'ın bu yaklaşımına bakarak bazı Müslüman düşünürler Marksizm’le İslam arasında benzerliği de aşan bir yakınlık görebilmişlerdir. Muhammed İkbal bunların başında gelir. Onun bu konuda Hallâc ve Karmatî felsefeyle örtüşen düşünceleri, ‘Hallâc-ı Mansûr’ adlı eserimizin ‘Hallâc’ın Etkileri’ bölümünde tahlil edilmiştir.
Servet, en iyi paylaşımın varlığı halinde bile kin ve hırsı tahrik eder. Alman filozofu Nietzsche bu gerçeğe işaret ederken şöyle demiştir: “Nerede bir vaha varsa orada bir put vardır.” Vahadaki nimet, put veya putlar tarafından tekele alınıp aç mideler nefretle kabardığında vahanın altı üstüne gelir. Tarihin her devrinde ve dünyanın her yerinde terör ve dehşetin altında bu nefret vardır.
Terör; mahrum bırakılmış, sözü dinlenmeyen benliklerin dilidir. Yıkıcı bir dildir ama nihayet bir dildir. Mevlanâ Rumî, asırlar önce bu gerçeğe işaret ederken Konyalı servet babalarına şöyle sesleniyordu:
“Kendi rızasıyla yoksullara vermeyenlerden, eli topuzlular gelip zorla alır.”
İslam tarihinde bu Kur’ansal anlayış, Emevîler işe ilk el koydukları sırada sahabî Ebu Zer el-Gıfârî (ölm. 32/652) tarafından, Abbasîler döneminde Hallâc-ı Mansûr (ölm. 309/921) ve mensubu bulunduğu Karmatî devrimciler tarafından, modern zamanlarda da Ebu Zer-Hallâc ruhunun bir devamı olan çağdaş İslam düşünürü Muhammed İkbal (ölm. 1938) tarafından temsil edilmiştir. Ve ne yazık ki hiçbirisi başarılı olamamıştır. İlk ikisi devrim mesajlarının faturasını başlarıyla ödemiş, üçüncüsünün nasibi de unutturulmak olmuştur.
İSLAM TARİHİNİN ÇİĞNEDİĞİ ÜÇ TEMEL YASA
Ebu Zer-Hallâc-İkbal üçlüsündeki yaklaşımın bugünkü dille ifadesi şu üç ilke-yasadır:
1. Toprakta sınırsız özel mülkiyet yoktur,
2. Yer altı kaynakları (başta su olmak üzere), kamunun ortak malıdır,
3. Sınırsız kazanç ve serbest kâr anlayışı tartışmasız zulümdür.
İkbal, bu anlayışı, eserlerinde değişik vesilelerle defalarca dile getirmiş, savunmuştur. Ve bu anlayışının bir uzantısı olarak, Kur'an verilerinin dünyaya ilanı açısından övgüye layık bulmuş, Karl Marx’ın mesaisini ve eserini takdirle karşılamıştır. Bu konuda bütün rahatsızlığı, Marks'ın Kur’an adına değil de ateizm adına konuşmuş olması idi. Marx’ı, savunduğu ekonomik anlayış yüzünden değil, bu anlayışı, esas öncüleri olan peygamberlere ve Kur’an’a değil de materyalizme monte ederek öne çıkarması yüzünden eleştirmiştir.
İkbal, en vurucu fikirlerinden bir kısmını, Marks'a söyletmekten asla çekinmemiştir. Bâl-i Cibril adlı eserindeki ‘Lenin ve Allah’ şiirinde, felsefesinin en önemli ideallerinden birini, Allah'tan Lenin'e bir emir olarak verdirişi ise gerçekten sarsıcıdır. Allah, devrimci lider Lenin’e, kapitalizme bir Kur’an tokadı gibi inen şu emri veriyor:
"Ben bütün bu mermer ibadethanelerden usandım; git, bana ibadet için basit bir kerpiç kulübe yap!"
“Allah, rızıkta kiminizi kiminize üstün kılmıştır. Kendilerine fazla verilenler, rızıklarını ellerinin altındakilere aktarıp da hepsi onda eşit hale gelmiyor. Allah'ın nimetini mi inkâr ediyor bunlar?”
Bu ayete göre, servet sahipleri mallarından, emrinde çalışanlara, her iki taraf rızıkta eşit oluncaya kadar vermelidir. Bunun yapılmaması Allah'ın nimetlerine nankörlüktür, küfürdür:
Eşitliğin her konuda değil, rızıkta istendiğine dikkat edelim. Demek ki Kur’an, insan haklarının bir uzantısı olarak, bütün insanların insan sağlık ve onuruna yakışır bir gıdalanma imkânına eşit olarak sahip bulunmalarını istemektedir. Bu eşitliği, genelde evrensel liderler ve yasalar, özel olarak da toplumsal liderler ve yasalar sağlamalıdır.
Kur'an'ın bu yaklaşımına bakarak bazı Müslüman düşünürler Marksizm’le İslam arasında benzerliği de aşan bir yakınlık görebilmişlerdir. Muhammed İkbal bunların başında gelir. Onun bu konuda Hallâc ve Karmatî felsefeyle örtüşen düşünceleri, ‘Hallâc-ı Mansûr’ adlı eserimizin ‘Hallâc’ın Etkileri’ bölümünde tahlil edilmiştir.
Servet, en iyi paylaşımın varlığı halinde bile kin ve hırsı tahrik eder. Alman filozofu Nietzsche bu gerçeğe işaret ederken şöyle demiştir: “Nerede bir vaha varsa orada bir put vardır.” Vahadaki nimet, put veya putlar tarafından tekele alınıp aç mideler nefretle kabardığında vahanın altı üstüne gelir. Tarihin her devrinde ve dünyanın her yerinde terör ve dehşetin altında bu nefret vardır.
Terör; mahrum bırakılmış, sözü dinlenmeyen benliklerin dilidir. Yıkıcı bir dildir ama nihayet bir dildir. Mevlanâ Rumî, asırlar önce bu gerçeğe işaret ederken Konyalı servet babalarına şöyle sesleniyordu:
“Kendi rızasıyla yoksullara vermeyenlerden, eli topuzlular gelip zorla alır.”
İslam tarihinde bu Kur’ansal anlayış, Emevîler işe ilk el koydukları sırada sahabî Ebu Zer el-Gıfârî (ölm. 32/652) tarafından, Abbasîler döneminde Hallâc-ı Mansûr (ölm. 309/921) ve mensubu bulunduğu Karmatî devrimciler tarafından, modern zamanlarda da Ebu Zer-Hallâc ruhunun bir devamı olan çağdaş İslam düşünürü Muhammed İkbal (ölm. 1938) tarafından temsil edilmiştir. Ve ne yazık ki hiçbirisi başarılı olamamıştır. İlk ikisi devrim mesajlarının faturasını başlarıyla ödemiş, üçüncüsünün nasibi de unutturulmak olmuştur.
İSLAM TARİHİNİN ÇİĞNEDİĞİ ÜÇ TEMEL YASA
Ebu Zer-Hallâc-İkbal üçlüsündeki yaklaşımın bugünkü dille ifadesi şu üç ilke-yasadır:
1. Toprakta sınırsız özel mülkiyet yoktur,
2. Yer altı kaynakları (başta su olmak üzere), kamunun ortak malıdır,
3. Sınırsız kazanç ve serbest kâr anlayışı tartışmasız zulümdür.
İkbal, bu anlayışı, eserlerinde değişik vesilelerle defalarca dile getirmiş, savunmuştur. Ve bu anlayışının bir uzantısı olarak, Kur'an verilerinin dünyaya ilanı açısından övgüye layık bulmuş, Karl Marx’ın mesaisini ve eserini takdirle karşılamıştır. Bu konuda bütün rahatsızlığı, Marks'ın Kur’an adına değil de ateizm adına konuşmuş olması idi. Marx’ı, savunduğu ekonomik anlayış yüzünden değil, bu anlayışı, esas öncüleri olan peygamberlere ve Kur’an’a değil de materyalizme monte ederek öne çıkarması yüzünden eleştirmiştir.
İkbal, en vurucu fikirlerinden bir kısmını, Marks'a söyletmekten asla çekinmemiştir. Bâl-i Cibril adlı eserindeki ‘Lenin ve Allah’ şiirinde, felsefesinin en önemli ideallerinden birini, Allah'tan Lenin'e bir emir olarak verdirişi ise gerçekten sarsıcıdır. Allah, devrimci lider Lenin’e, kapitalizme bir Kur’an tokadı gibi inen şu emri veriyor:
"Ben bütün bu mermer ibadethanelerden usandım; git, bana ibadet için basit bir kerpiç kulübe yap!"
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder