Mevcut iktidar, politik, sosyal ve ahlâki düzlemde sürekli Osmanlı’yı referans gösteriyor ve kendilerini “Osmanlıların torunları” olarak ifade ediyor. Yazımızda Osmanlı devletinde kadınlara yönelik ahlâki/dinsel söylemler üzerinden kurulan baskı politikası ve özelde Osmanlı hanedanlığı içerisinde genelde ise toplumsal olarak kadınlığın cinsel açıdan sömürülmesi üzerine inşa edilen “cariye” politikası üzerinde örnekler vererek duracağız.
Hükümetin öğrenci evleri üzerinden diline doladığı ahlâk tartışması ve bu tartışma ile birlikte gündeme getirilmeye çalışılan öğrenci evlerine müdahale edilmesi fikri ister istemez güncele dair yeni bir polemiğin daha doğmasına neden oldu. Bu başlık, bugünü ilgilendirdiği kadar kuşkusuz dünün tartışmalarını ve başat olarak tartışmanın öznesi olan “kadın” kimliğinin, yaşadığımız coğrafya üzerinde geçirmiş olduğu siyasal, sosyal serüveni de ilgilendirmekte.
Mevcut siyasal iktidarın politik, sosyal ve ahlâki düzlemde sürekli referans gösterdiği ve kendilerini “Osmanlıların torunları” olarak ifade ettikleri bir söylem ve bu söylem üzerinden geliştirilmeye çalışılan “Yeni Osmanlıcı” toplum yapısını dikkate alarak biz de tartışmanın “Osmanlı devleti” özelinde tarihsel alanına göz atmaya çalışacağız. Bu bağlamda yazımız iki ana eksen üzerinden yürüyecek. Osmanlı devletinde kadınlara yönelik ahlâki/dinsel söylemler üzerinden kurulan baskı politikası ve özelde Osmanlı hanedanlığı içerisinde genelde ise toplumsal olarak kadınlığın cinsel açıdan sömürülmesi üzerine inşa edilen “cariye” politikası, çalışmamızın iki eksenini oluşturacaktır.
Osmanlı’da kadının yeri
Göktürklerden itibaren sosyal ve siyasal alanda etkin olarak kimliğini yaşayan ve devlet işleri dahil olmak üzere yönetim ve idarede görev alan Türk kadınları, Osmanlı devletinin kuruluş yıllarını takiben toplumsal yaşamdan dışlanarak neredeyse evin içine hapsedilmiş ve adeta dış dünya ile bağları kesilmiştir. Öyle ki özellikle anne kimliği ile birlikte toplumda belirgin bir saygınlığa ulaşan ve sevgi gösterilen kadınlar, siyasal yapı içerisinde de resmi yazışmaların müşterek imzalanmasından, devlet törenlerine katılım ve konuşma yapma, devlet adına resmi belge imzalama, dahası devlet başkanlığı görevlerine kadar siyasal yapının en üst kademelerinde görev alırken, Osmanlı devleti ile birlikte peçe takmadan dışarı çıkmayacak noktaya getirilmiştir.
Benzer bir biçimde Tanzimat’a kadar sosyal yapının neredeyse dışında tutulan, eğitim görmesine dahi müsaade edilmeyen, miras hukuku dahil medeni hukuk bağlamında toplumsal statüsü yok edilen kadın, maalesef bu kaybı Osmanlı ile birlikte yaşamıştır. Belirttiğimiz üzere Osmanlı’dan yüzlerce yıl öncesinde Türk kadınları gerek hane halkı içerisinde gerekse de toplumsal yapının diğer kademelerinde saygın bir kimliğe sahiptiler. Cinsiyete bağlı işbölümünün olmadığı Türk toplumunda, kadınlar aynı zamanda evin de yöneticisi konumundaydılar. Genelde tek eşliliğin hâkim olduğu bu toplumsal yapıda, kadınlar gerek eşlerini seçmede gerekse de boşanmada özgürdüler. Türk kadınının içinde bulunduğu o dönemi Roux, (2001, 72) (1) Orta Asya isimli eserinde şöyle ortaya koymuştur: “Kadın örtünmez, haremde kalmaz, erkeklerden ayrı yaşamaz. Hatta aşırı serbest oldukları da söylenebilir… Erkeklerle bayramlara, şölenlere ve içki âlemlerine katılır; onlarla kımız ve şarap içerek sarhoş olurlar. Yalnızca katılmakla kalmaz, şölenleri, içki âlemlerini bizzat düzenler ve davetler verir. Kocası evde olmadığında, hatta özellikle kocası evde olmadığı zamanlarda misafirini tüm ev sahibi görevlerini yerine getirerek ağırlar. Ata erkekler gibi biner, bu, Avrupalıları çok şaşırtır. Ok atar, öküz arabalarını kullanır... Kocaları dama oynarken onlar futbol oynarlar. Kendi işleriyle uğraşır, pazara gider ve kocası paketlerini taşır… Ava ve savaşa katıldıkları da olur... Genç kızlar erkeklerle rekabet ederler, onlarla dövüşüp güreşmekten hiç çekinmezler.”
Peki, Türk toplumunda sosyal konumu yüksek olan kadın kimliğinin Osmanlı devletinde bu derecede gerilemesine neden olan olgu nedir? Bu soruya yanıt arayan pek çok çalışma yapılmıştır. Bizans ve İran kültürlerinden etkileşim ve yerleşik yaşama geçişle birlikte Türk kadınlarının bu kaybı yaşadıklarını ileri süren tezler ile birlikte İslam dininde yer alan hükümlerin kadınlar üzerinde böyle bir sonuç yarattığı ve Osmanlı döneminde bu derecede gerilemesine neden olan olgu nedir? (Devam edeceğiz)
Hükümetin öğrenci evleri üzerinden diline doladığı ahlâk tartışması ve bu tartışma ile birlikte gündeme getirilmeye çalışılan öğrenci evlerine müdahale edilmesi fikri ister istemez güncele dair yeni bir polemiğin daha doğmasına neden oldu. Bu başlık, bugünü ilgilendirdiği kadar kuşkusuz dünün tartışmalarını ve başat olarak tartışmanın öznesi olan “kadın” kimliğinin, yaşadığımız coğrafya üzerinde geçirmiş olduğu siyasal, sosyal serüveni de ilgilendirmekte.
Mevcut siyasal iktidarın politik, sosyal ve ahlâki düzlemde sürekli referans gösterdiği ve kendilerini “Osmanlıların torunları” olarak ifade ettikleri bir söylem ve bu söylem üzerinden geliştirilmeye çalışılan “Yeni Osmanlıcı” toplum yapısını dikkate alarak biz de tartışmanın “Osmanlı devleti” özelinde tarihsel alanına göz atmaya çalışacağız. Bu bağlamda yazımız iki ana eksen üzerinden yürüyecek. Osmanlı devletinde kadınlara yönelik ahlâki/dinsel söylemler üzerinden kurulan baskı politikası ve özelde Osmanlı hanedanlığı içerisinde genelde ise toplumsal olarak kadınlığın cinsel açıdan sömürülmesi üzerine inşa edilen “cariye” politikası, çalışmamızın iki eksenini oluşturacaktır.
Osmanlı’da kadının yeri
Göktürklerden itibaren sosyal ve siyasal alanda etkin olarak kimliğini yaşayan ve devlet işleri dahil olmak üzere yönetim ve idarede görev alan Türk kadınları, Osmanlı devletinin kuruluş yıllarını takiben toplumsal yaşamdan dışlanarak neredeyse evin içine hapsedilmiş ve adeta dış dünya ile bağları kesilmiştir. Öyle ki özellikle anne kimliği ile birlikte toplumda belirgin bir saygınlığa ulaşan ve sevgi gösterilen kadınlar, siyasal yapı içerisinde de resmi yazışmaların müşterek imzalanmasından, devlet törenlerine katılım ve konuşma yapma, devlet adına resmi belge imzalama, dahası devlet başkanlığı görevlerine kadar siyasal yapının en üst kademelerinde görev alırken, Osmanlı devleti ile birlikte peçe takmadan dışarı çıkmayacak noktaya getirilmiştir.
Benzer bir biçimde Tanzimat’a kadar sosyal yapının neredeyse dışında tutulan, eğitim görmesine dahi müsaade edilmeyen, miras hukuku dahil medeni hukuk bağlamında toplumsal statüsü yok edilen kadın, maalesef bu kaybı Osmanlı ile birlikte yaşamıştır. Belirttiğimiz üzere Osmanlı’dan yüzlerce yıl öncesinde Türk kadınları gerek hane halkı içerisinde gerekse de toplumsal yapının diğer kademelerinde saygın bir kimliğe sahiptiler. Cinsiyete bağlı işbölümünün olmadığı Türk toplumunda, kadınlar aynı zamanda evin de yöneticisi konumundaydılar. Genelde tek eşliliğin hâkim olduğu bu toplumsal yapıda, kadınlar gerek eşlerini seçmede gerekse de boşanmada özgürdüler. Türk kadınının içinde bulunduğu o dönemi Roux, (2001, 72) (1) Orta Asya isimli eserinde şöyle ortaya koymuştur: “Kadın örtünmez, haremde kalmaz, erkeklerden ayrı yaşamaz. Hatta aşırı serbest oldukları da söylenebilir… Erkeklerle bayramlara, şölenlere ve içki âlemlerine katılır; onlarla kımız ve şarap içerek sarhoş olurlar. Yalnızca katılmakla kalmaz, şölenleri, içki âlemlerini bizzat düzenler ve davetler verir. Kocası evde olmadığında, hatta özellikle kocası evde olmadığı zamanlarda misafirini tüm ev sahibi görevlerini yerine getirerek ağırlar. Ata erkekler gibi biner, bu, Avrupalıları çok şaşırtır. Ok atar, öküz arabalarını kullanır... Kocaları dama oynarken onlar futbol oynarlar. Kendi işleriyle uğraşır, pazara gider ve kocası paketlerini taşır… Ava ve savaşa katıldıkları da olur... Genç kızlar erkeklerle rekabet ederler, onlarla dövüşüp güreşmekten hiç çekinmezler.”
Peki, Türk toplumunda sosyal konumu yüksek olan kadın kimliğinin Osmanlı devletinde bu derecede gerilemesine neden olan olgu nedir? Bu soruya yanıt arayan pek çok çalışma yapılmıştır. Bizans ve İran kültürlerinden etkileşim ve yerleşik yaşama geçişle birlikte Türk kadınlarının bu kaybı yaşadıklarını ileri süren tezler ile birlikte İslam dininde yer alan hükümlerin kadınlar üzerinde böyle bir sonuç yarattığı ve Osmanlı döneminde bu derecede gerilemesine neden olan olgu nedir? (Devam edeceğiz)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder