14 Ara 2013

Kasap Özel ve Gorbaçov Kemal

İşte bittiii.
Yobaz diktatorya bitmiştir. Akepe devri sona ermiştir. De facto sürüyor, iki dayanağı var, birine “Zayıf Özel” diyoruz ve ikincisini “Garbaçov Kemal” tabir ediyoruz. Bu tabir, ikincisi, yeni değildir ve bir yıkıcı sıfatı olup beynelmileldir. Ama yine de Rusça söylüyoruz, o’suz, Garrr. Öyle başlıyoruz. Bitmiştir, ancak Genelkurmay Başkanı Necdet Özel ile Cehepe Genel Başkanı Kemal Karabulut Kılıçdaroğlu’nun omuzlarında uzatmaları yaşamaktadır. Omuzları zayıftır, uzun dayanacaklarını sanmıyorum.
DÖNENLER
Zayıf Özel, Ordu üzerinde tasfiye memurudur.
Kubi Kemal, Cumhuriyet Halk Partisi’ni tasfiye için gönderilmiştir. Ancak Cehepe’ye şimdiye kadar böyle bir “Kubi” hiç gelmemiştir, hep dönüyor ve döndükçe “çok mutlu” oluyor. Ben ise bu kadar çok dönüşe dayanamıyorum ve bulanıyorum.
SATICI GARBAÇOV
Mihail Garbaçov’u tutmuştum, bir “sovyetolog” idim ve biliyordum, Sovyet Ekonomisi çok sağlamdı ama Sovyet eliti sosyalizmden soğumuş ve ihanet yolunu tutmuştu. Bu nedenle “perestroyka” lafı bana hoş geliyordu. Ama ne zaman ki, Garbaçov, “savaşçı olmayan bir emperyalizm ve emperyalist olmayan bir kapitalizm” demeye başladı, ağzından bu “cahil” veya bu “ahmak” sözcükler döküldüler. Satıcı, bıraktım. Satılmış ve satmıştır.
HER TEKKENİN ADAMI
Beni de bir aldılar, bir bıraktılar, polisin usülüdür, bırakırlar, arkasına adam takmasını beklerler, bu defa hepsini alırlar ve ben bilirim, “nah alırsınız”, içimden öyle dediğimi hatırlıyorum. Televizyon programları yaptım ve bana bir madalya mı verecekler, Kemal Kılıçdaroğlu’nu deşifre ettim, vermediler. Bu Kılıçdaroğlu’na, “referandum” vardı, bir kez “mahkeme” sözü, bir kez “yargıtay” lafı, bir gün, “hakim teminatı” kuralını söyletemedim. Çok bağlıydı, Gülen’e bağlı olduğunu düşünüyordum. Hayır, yanılmışım, bağlanmadığı direk yoktur ve her tekkeye bağlıdır. Ancak yanlış anlaşılmak istemem, hiçbir sadakatı yoktur. Ezik bir köylü ya da İlber Ortaylı’nın tespiti ile, küçük bir memurdur, o kadar, diyoruz.
Ancak hoş, bağlıdır, “Referandum” için sandığa gitme cesareti dahi gösteremedi, bana sürpriz olmamıştır. Unutmuş, öyle demişti, unutması için ahmak olması gerektir ve ahmağa benzemektedir. Peki, inandım mı, ben ahmak değilim; Garbaçov’un hiçbir sözüne inanmamayı Rusçasından öğrendim. Biliyorum.
SONUN BAŞLANGICI: GEZİ KALKIŞMASI
Bir, Berlin Duvarı’nın yıkılması, 1989, Sovyet iktidarının sonunun habercisidir. Çok üzüldüm; ama üzüntü çare olsaydı aşıklar hem üzülürler ve hem de sevinirlerdi. Değildir.
İki, Gezi Kalkışması, Türkiye’de yobazist diktatoryanın sonunu haber vermiştir. Dünya bunu böyle anlamıştır ve şimdi Gül-Erdoğan Dönemi’ne bitmiş gözüyle bakıyorlar. Bittiii, bitmiştir.
YENİ DÜZEN İŞARETLERİ
Tekrarlayabilir miyim, Aforizmalar’dan alabilir miyim, “devrim, dağlar kadar büyük kayalar üzerindeki kılcal damar kadar ince yarıklardaki bir narin dağ çiçeğinin, yaşam ile ölüm arasındaki mikroskobik titreyişlerinden haber alan’dır”; devrimcinin haber kaynakları çok farklıdır, ifşa etmiş oluyorum. Bu arada, “Aforizmalar” bana ait, ekliyor ve devam ediyorum, Teğmen Mehmet Ali Çelebi için, Hasdal Düğün Salonu’nda yapılan muhteşem nikah töreni de bir haberdir. İlker Paşa Hazretleri, meşguldüler, Eşleri Hanımefendi’yi, Necdet Paşa pastasını gönderdiler ve isabet buyurdular. Garbaçov Kemal’i ise Amerikan Büyükelçisi’nin gönderdiklerinden şüphe etmiyorum, gelecek düzeni düşünmüş olmalıdırlar. Garbaçov pek dışarda kalmıştı, düğüne atlamalıdır; buna diplomasi diyoruz.
DEVRİMCİ BİR FİLOZOF: TANER TİMUR
Bu yılın büyük kitap fuarını onurlandırmak üzere ve “Devrimci Bir Filozof”hitabıyla Profesör Taner Timur’a davetiye çıkarılması da bir haberdir ve“bittiii” demektedir. Güzel, haber, ancak burada habere ben giriyorum ve eta li sluçayni tavarişi, nyet tavarişi, eta ni sluçayni, tesadüfe hiç inanmam ve burada da inanmıyorum. Ancak Hürriyet Gazetesi’nin, herhalde yeni, kitap ekinin kapağında, “Devrimci Bir Tarih Profesörü” Profesör Taner Timur’u görünce çok şaşırdığımı saklayamıyorum. Hayır, tabii bihakkın seçilmiştir ama böyle bir seçim için ya devrim olmalıdır ya da düzenin kafasına taş düşmüştür, herhalde fark yoktur. Ayrıca Hürriyet’i okuyunca anlıyoruz, Profesör Timur da şaşırmış, gerçi işin bu yanına şaşırmadım, onurlu Profesörümüzde şaşırma hali kalıcıdır. Tahmin edebiliyoruz.
AVCIOĞLU’NUN ETKİSİ
Benim şaşırmamın ise iki nedenini yazabiliyorum, birisi, düşünmeye her sabah beşte başlıyorum, aklım berrak oluyor ve düşünmüştüm, “şu Taner şimdi nerede, bir tanıklığa ihtiyacım var, hayır hayır, yargı ile ilgili değil, siyasal-tarihsel, nerede acaba”. Bir Cuma aklıma öyle gelmişti. Güzel, şimdi ikincisi, biz esirlere gazeteler geç gelirler ama gelirler, “ama inanmıyorum”, fakat Hürriyet’in kapağında Taner Timur, önce tanıyamadım daha genç ve pek yakışıklı gördüm. Şunu da ekleyebilirim, bazen bana, bu tür haller oluyorlar.
Hürriyet’te Taner Timur’un ağzından şu yazılıyor: “Yön Dergisi ülkeyi devrime doğru yönlendirmeye çalışırken beni de anayasa hukukundan siyaset bilimi, sosyoloji ve tarihe yönlendirdi.” Doğrudur, Doğan Avcıoğlu bu çiçeği burnunda asistanı çok akıllı buluyordu ve bu asistan da devrim istiyor ancak “askeri” olanına tereddüt gösteriyordu, bunlara tanıklık edebilecek durumdayım.
RÜZGAR SOLDAN ESİYOR
Eskiler, böyle zamanlarda, bir havaya bakarlar ve bir de, kendi kendilerine, “rüzgar soldan esiyor” yollu mırıldanırlardı. Yön, bir rüzgardı ve Profesör Taner Timur, Profesör Korkut Boratav, ikisini yazıyorum, hâlâ rüzgardırlar. İkisi de benim kıvanç duyduğum devamlılıktırlar.
Peki, filozof hali mi, hep şaşırmak ve çok unutmak gereklidir ki, Profesör Taner Timur’da ikisi de mevcuttur. Bir de göz parlaklığı, resimleri öyle görünüyor, makyaj olduğunu sanmıyorum.
3 KASIM 2002 DARBESİ
İtiraf ediyorum, aklımı yeterli bulmuyorum ama götürü olarak, memnunum; herkesinkine göre ters çalışıyor. Mesela 2002 yılı, 3 Kasım’da, akepe’nin iktidara gelişini herkes “demokrasi” saymıştı ve ben “darbe” demiştim, açıktır. Nedeni mi, yerim yok, ancak o zaman hükümette olan Kemal Derviş ve Devlet Bahçeli’yi, Derviş varsa Washington vardır ve vardır, gazetecilerden Sedat Ergin’i, Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nu amilleri içinde ve Ecevit’i yüreksiz davranarak engellemeyenler arasında görüyordum ve hâlâ aynı yerdeyim. Ve “nokta” diyorum. Aklım ayrı çalışıyor, burada buna işaret ediyorum.
ON YILLIK GERİCİLİK
Ayrılıyorum, Türkiye bilimsel yasaların zembereğindedir, bunu duyuruyorum. Her büyük devalüasyondan sonra rejim değişir ve bunu izin olursa, “Yalçın Küçük Yasası” tabir ediyorum. Geçiyorum ve “yeni” mi, bizde muhafazakar, aşırı dinci, imam-hatipçi, türbancı her rejim en çok on yıllık bir ömre sahiptir. Sonra sonları gelmektedir. Güzel ve bu şekilde sert ve acı bir yasayı formüle etmiş oluyorum.
MENDERES, ÖZAL, DEMİREL
Nasıl mı, neden mi ve yine yerim yok ve sadece şu kadar yere sahibim, başlıyorum. Bir, Bayar-Menderes Rejimi, 1950 tarihinde başladı, 1960 yılında çökmüştür. İki, Turgut Özal, bu arada Necdet Paşa’ya bir müjde, onomastique planda “Özal” ile “Özel” aynıdırlar, 1983 yılında iktidar oldu ve 1993 yılında ve belki de iktidardan çekilmek için bu dünyadan ayrıldı, on yıldır. Üç, Süleyman Demirel, 1965 yılında hükümete gelmiş ve 1975 yılında bitmiştir. Bundan sonra uzatmaları yaşayabilmek için “milliyetçi cephe” aşırılıklarına gitmişse de, sonra Cumhuriyet’e dönmüştür. Bu tedbirliliğinin ömrünü uzattığını düşünebiliriz ve her açıdan seviniyorum.
İKİ ERGENEKON SAVCISI: M. A. BİRAND, SEDAT ERGİN
Bir “parameter” açıyorum, bizlerin hapse atılması ve tutulmasında, polisler, savcılar, yargıçlar bir yana, en çok Mehmet Ali Birand ve Sedat Ergin rol oynadılar. İlki bu dünyadan ayrıldı, ancak ayrılsa da arkalarını bırakmayacağımı bilmelerini istiyorum. Ve yine “nedenini” yazıyorum, Karamürsel sepeti değiliz, zındandayız, “köpekhane” de diyorum ve esiriz. Bunu yapanlar için, Sedat’ı kastediyorum, annemin sözleri aklıma geliyor ve duruyorum.
ERDOĞAN VE AKEPE DÖNEMİ BİTMİŞTİR
Peki, Sedat Ergin mi, gazeteciliğin Ankara döneminde çevremde idi, biliyorum ve pek akıllıdır. Bir ve İki Kasım tarihlerinde, son “Amerikan Raporu” üzerine yazmıştı, Türkiye Büyükelçisi Edelman ve Abramowitz elleri mahsülüdürler; çok açıktır ve pek yararlı diyebiliyorum. Söylediği özetle şudur; Washington açısından Erdoğan ve Akepe dönemi bitmiştir. Burada en küçük bir kuşku görünmüyor, bunu anlıyoruz.
Tabii rapor içinde pek çok yol arayışı ve tereddütlü ifadeler buluyoruz ve çok doğaldır. Başka nasıl olabilir, Washington pazardan, şartı sikkin, bıçak üzerine, kesmece karpuz almıyor ve on yıllık bir iktidarının sonunu tartışıyordu. Güzel, koyun keserken dahi bıçağın kayması ihtimalini hep biliyoruz. Şüphe ve dikkatli bir ifade normaldir ve eninde-sonunda eldeki bir “uzman” raporudur. Politik kararlar bunlara dayanıyor.
ADANA’DA BİR DELİL TOPLAMA DAVASI
Ergin’in yazdıkları arasında, “rapor Türk Hükümetini Suriye’de El Kaide bağlantılı El Nusra gibi gruplara ‘destek vermekle’ suçluyor” cümlesi de var ki, önemlidir. Büyük devletler, bu tür suçlamaları hoş görmezler ve sonuçları ilişik kesmeden daha fazladır. Amerikan basınındaki aşırı kızgın yazıları bu şekilde anlamak durumundayız.
Ve bir sorumluluk aranıyorsa, Genelkurmay Başkanı’nın bunun dışında kalabileceğini düşünemeyiz. Adana’daki dava, ki Cehepe’den Faik Öztrak izliyor, bir tür delil toplama da sayılabilir, uzatmadan, not etmekle yetiniyorum.
MEŞRUTİYET DEVRİMİ HAVASI
Şu da var, Cumhuriyet kurulduğundan beri hiçbir T.C. Hükümeti dış dünyada bu kadar açıklıkla reddedilmemiştir. Bunda Hükümet’in bir aşiret devleti anlayış ve uygulamaları kadar, Gezi Kalkışması’nın havası var, sözcüğün en iyi anlamında, müthiş bir havadır. Peki nedir ve neye benziyor; belki, Meşrutiyet Devrimi’nin havasına benziyor, diyebiliriz. Hem içerde ve özellikle dışarda yüksek bir moral ve güven yaratmış olduğu kesindir, “bunlar da bir millet” olarak baktılar ve gördüler. Erdoğan işte bu bakışların ağırlığı altında ezilmektedir. Sanki gözlerinin önüne gözler dikilmektedir. O’nun da canı var ve üzülüyoruz.
THE END OF ERDOGAN
Genel bir kabul var, Fukuyama’nın “The End Of History” geride kaldı ve şimdi “The End Of Erdogan” dönemindeyiz. Yalnız bu arada, bizim Aydınlık’ta, Prof. Hasan Köni, özel bir demeçle bunları tekzip etmeye kalktı ise de, fazla ciddiye alamıyoruz. Çünkü Akepe açısından, sanki bir diğer Fidan’dır ve normal karşılıyoruz. Köni’dir konuşur ve Aydınlık’tır yazar, en son sözümüz budur.
WASHİNGTON’IN YARATTIĞI ADAM: ERDOĞAN
Köni’nin karşısında ise Radikal’de yazan Cengiz Çandar var; akepe’yi Washington’ın çıkardığını ve indirebileceğini not ediyor ki, ilgi ve tepki çekmesi çok doğaldır. Hem kurdular ve hem de iddianameleri hazırlayan polis şefleri Amerikan Büyükelçiliği’ne giderek iddianameler ve Yargıtay’ın durumu üzerine fikir alışverişi yaptılar. “Referandum”, bunların sonucudur ve Garbaçov Kemal’in hem Referandum’da bu konuda ağzını açmamasını ve hem de oy vermemesini buna bağlayabiliriz, Lo Faruk hem sözcü ve hem de irtibat-man yerindedir, işaret etmiştim; işaret, işimdir.
KÖPEKHANE ESİRLERİ
Cehepe, en başta Genel Başkan Yardımcıları Gürsel Tekin ve Sezgin Tanrıkulu olmak üzere, tabii daha başında Kılıçdaroğlu ile bize, Ergenekon’a, Silivri’ye, şu anda “köpekhane” esirlerine düşman oldular ve hala düşmandırlar. Bir, Balyoz İddianamesi ilan edilince, Sedat Ergin, çarşaf çarşaf tefrika edilen analizleriyle ne kadar suçlu olduğumuzu açıkladılar. Hem Garbaçov Kemal, çıktılar, hiç durmayan ve hep oynayan gözleri ve ciğerlerinden gelen garip sesiyle, bütün Balyoz’u mahkum ettiler. Bunları unutamayız. Akciğerinin derininden, Balyoz için, “ağır ağır” ve “darbe darbe” sevindiğini hatırlıyorum. Asıl savcılardan söz ediyorum.
İki, gazetelerde çıktı, okuduk, bir Balyoz sanığının eşi, Balyoz Yargıtay’da iken, Garbaçov’u ziyaretle, Yargıtay’da görünmesini istedi ve cevabı“darbe davasına gitmem” olmuştur. Bunları yazıyorum ve yazarken utanıyorum.
KOYUN GİBİ BOĞAZLANAN TÜRK SUBAYI
Üç, Balyoz Hükmü, 9 Ekim’de verildi, Engin Paşa’nın hükmü ise “237 tane Türk Subayını koyun gibi boğazladılar” oldu, hepsi budur. Hayır, bu değil, Garbaçov Kemal’in “Gülen Kolu” Çelebi Hamza’nın 10 Ekim 2013 tarihli demeci ise şudur: “Konjonktürel bir karardır” ve ben açıklayabilirim,“dalgalanmaya tabidir”. Tam karşılığı budur, açıkladım ama ne anlama geldiğini bilmiyorum. Ancak bu Gülen Çelebi’nin çıkardığı sonucu buraya alıyorum; “tekrar yargılanmaları gerekiyor”, hepsi budur. Beş yıl daha var, demektir.
Peki bütün bunlardan ben ne anlıyor ve ne çıkarıyorum; cehepe, köpekhane’den bir tek tahliye istemiyor. Bu arada Paşa’nın kızı Özden Toker, Ankara’da İsmet Paşa gibi yapınca Garbaçov Ankara’yı terk ile, İstanbul’da gündüz pazarlamacı -  akşam  barcı kızları cehepe’ye devşirmeye çalışıyor, seçime hazırlığı var.
HAPİSHANEYE NASIL GİRDİM
Uzattım ama sıra nihayet bana geldi ve bitiriyorum. Üstadım, Hukukçumuz, Hasan Fehmi Demir ile tartışmaya başladık, “alırlar-alacaklar”, tutuklayacaklarını biliyoruz. Haksızlık ve acımasızlık, Üstad,“what is to be done”, bu sorudadır. Bir süre çıkalım mı, Yunanistan yakındır, önce Temren “nyet” diyor ben, peki, “yalnız içeriye aldıklarını bir daha bırakmazlar”, ölümüne gireceğimizden kuşku duymuyorum. Güzel, böyle durumlarda, biz kararı Devrim’e bırakırız, oğlumuz yurt dışında iş yöneticisidir, çağırdık, tam dört dakikada kesti-attı, “gireceksin baba”, sözü budur. Ama Devrim, “bir daha…” Ve “hayır baba, umudu kıramazsın” ve ben hapishaneye girdim. Köpekhane olduğunu bilmiyordum.
***
Hapse attıklarını sanıyorlar.
Biz girdik ve görev bildik.
***
DÜŞMAN CEZA HUKUKU
Yaptıklarım şunlardır ve bir; “Ancien Régime” kavramını çıkardım. Cumhuriyet’e bağlıydık, yıkıyorlardı, bizler suçluyduk, tarihte keserlerdi, şimdi uzun tutarlar, budur. İki, buna “düşman ceza hukuku” ekledik. Üç, Mithat Paşa’ya tutunduk, Yıldız Sarayı’nda yargılanırken iddianame için, başındaki besmele ve sonundaki tarih doğrudur ve gerisi yalandır, demişti. Ayrıca hakim efendilere, “siz bizi idam ile hükmetmişsiniz, davaya ne hacet”, bu sözlerle vurmuştu. Ve ben “bittiii” diyebiliyorum.
Bir de yargıtay yaptılar. Zahmet ettiler. Ne zahmet efendim, ne zahmet; buraya gelmiş oluyoruz. Hacete neden ihtiyaç duydular, anlamıyoruz.
DÜZEN YIKILIYOR
Peki çıkma meselesi, hiç kuşkum yoktur.
Bir, akepe kendi kendini ifsat etmiştir. Ve ifna etme aşamasındadır. İki,“yeni yasa” işlemektedir. Üç, self-corrupting bir aşiret devleti ile karşı karşıyayız. Dört, Engin Paşa’nın söylediği “koyun gibi boğazladılar”subayları, boğazlarında kalmıştır ve yutamıyorlar. Gücü yoktur ve Zayıf Özel ile Garbaçov Kemal varlar.
ET DERDİNDEKİ KASAP: ÖZEL
Zayıf Özel, “ben gidersem, ararsınız” buyurdular. Acıklıdır, kuvvet komutanları eşleri, telefon eden koyun-eşlerine, “sizin yüzünüzden sokağa çıkamıyoruz” diyorlarmış, demek kasap et derdindedir. Bundan anladığımız, karargaha ya da kışlaya gidebildikleridir. Tebrik ederiz.
ANDIMIZ VE KEMALİZM
Ve ben şunu merak ediyorum, şu vekilelerin tesettüre girmeleri kimin ve nasıl oyunudur, bilemiyorum. Mutlu olduk, güzel de, türbanlı rektör, türbanlı ziraat bankası müdüreleri, çarşaflı öğretmen, bu arada bunları geçirdik mi, korkuyorum. Geçirdik mi, cevap istiyorum.
Kemalizm’in giysi devrimini reddetmek, kemalizmi reddetmektir. Ben mi, reddetmem ve reddedenleri red ediyorum. Andımız’a gelince, “Varlığım Türk varlığına armağan olsun”, bundan vazgeçmem, diyorum. Bu besmeledir ve bu tarihtir.
Yalçın Küçük
Silivri 1 Nolu Cezaevi

Hiç yorum yok: