Yıllardır İslamcı çevrelerde bir demokrasi savunuculuğudur
gidiyor. Gören de, Demokrasi kavramını bu zevatın icat ettiğini sanır. Seçim,
sandık, halk iradesi gibi demokrasiye ait kavramları dillerine pelesenk eden
Siyasal İslamcılar, bir de Kurandan ve peygamberin uygulamalarından deliller
getirmek suretiyle, demokrasiyi din ile buluşturmaya çalışıyorlar.
Bu bir yalan…
Demokrasinin tanımını, hayata ve insana bakış perspektifini,
kurallarını, bu kavramı yüzyıllar içerisinde oluşturan Batı aklı ortaya
koymuştur. Olmazsa olmazları çok açıktır.
Hele bilginin çok rahat ulaşılabilir olduğu çağımızda,
demokrasi kavramı üzerinde ahkâm kesmeyi, kendi adıma son derece yersiz
buluyorum.
Ancak talebesi olabileceğimiz beyinlerin, demokrasiyi
didikledikleri tuğla gibi kitaplarını mütalaa ettiğimizde çok açık bir
hakikatle yüzleşiriz. Kutsal kitabında şeriat olan ve bu şeriatın asla
yorumlanamaz olduğuna inanan hiçbir din mensubu demokrat olamaz. Yani, hem
Ortodoks dinci, hem demokrat olunamaz. Çünkü dincilikle laiklik asla buluşamaz
ve laik olunmadan da demokrat olunamaz. Kutsal kitabında hukuk olan bir insan,
“ben hem bu kutsal kitaba harfiyen iman ediyorum, hem de hayatı demokrasi
penceresinden izliyorum” diyemez. Kişi ya din ve Tanrı tasavvuru ile ilgili
ciddi bir hesaplaşmaya girişmelidir, ya da demokrasiyi eğip bükerek, demokrasi
olmaktan çıkarmak durumundadır. Bu gün Siyasal İslamcıların kıvranmalarının
nedeni, bu serden-yardan geçememe halidir.
Son yüzyılda, batı aklının bulduğu kavramlar, keşifler ve
bilim karşısında, “Müslüman aydınların” geliştirdikleri bir tek tavır vardır, o
da “bunu bizden çaldılar” savıdır. Aynen öyle de, demokrasi konusunda da
Siyasal İslamcıların yorumlarını dinlediğimde, ben de şöyle bir kanaat
oluşuyor, “Batı aklı demokrasiyi bizden çalmış.” Peygamber ve dört halife
demokrat insanlarmış ve sanki Kuran da Müslümanlardan, Allah’a inanmalarını ve
demokrasiye iman etmelerini istemiş.
Batı aklı cep telefonu üretir, dinci, kâfir dediği adamların
bu icadını sıkılmadan alır, ardından ona zil sesi olarak ezan yükler. Batı aklı
demokrasiyi icat eder, dinci demokrasiyi alır, çoğunluğun inancını “demokrasinin
gereği adına” insanlara dikte eder. İşine geldiğinde din, işine geldiğinde
demokrasi havarisi kesilen siyasal İslamcılar, Allahın gerçekte neyi
istediğinden de hiç söz etmezler. Parasal konularda her pisliğe bir hile-i
şer’iyye bulan bu zevatın, fetva makinesi hocaları mobilizedir. Ticaretlerinde,
“kâfir” dedikleri insanlardan daha düzenbaz oldukları açık olan bu kesimin, din
ile de sadece şekilden ibaret bir alakaları söz konusudur.
Peki, gerçekte Kuranın istediği bir siyasal sistem mevcut
mudur?
Ne Kuran, ne peygamber, siyasete dair bir sistem
önermemiştir. Kuran, devlet başkanının iki meziyete sahip olmasını ister.
İsrail oğulları Allahtan, Calut’a karşı savaşta kendilerine önderlik etmek
üzere aralarından birini seçmesini isterler. Bunun üzerine Allah, Yahudilere
Talut’u önerir ve onun iki vasfına vurgu yapar, cesaret ve adalet. Yani o gün,
Yahudi toplumu içerisindeki en adil ve en cesur olan kişiyi başa geçirmelerini
tavsiye eder. Şu halde korkak olmayan, zalime boyun eğmeyen ve mutlak anlamda
adalet sahibi bir yönetici, Kuranın isteğine uygun olandır.
Dolayısı ile diyebiliriz ki, adaletin tesis edildiği ve
insanların izzetlerini koruyarak yaşayabildikleri her yönetim biçimi dinen
meşrudur. Dikkat edilirse Allah, “içlerindeki en dindar olanı veya karısının
başı en sıkı kapalı olanı veya namazlarını aksatmayanı” demiyor, en cesur ve en
adil olanı diyor. Buradaki cesaretten kasıt ise, Allahtan başkasına eyvallahı
olmama halidir. İktidarı, himmete râci olanlar değil.
Yani, mutlak adalet.
İslami rejim ister krallık, ister cumhuriyet olsun mutlak
anlamda adil olmalıdır.
İslami rejim ile yönetilen bir toplumda, “bu giydiğin
elbiseyi hangi para ile aldın?” sorusunu sorabilmelidir halk.
İslami rejim ile yönetilen bir toplumda, kardeşi dahi olsa
kayırılmamalıdır hiç kimse. İslami rejim ile yönetilen bir toplumda, yanlışını
gördüğümüz zaman kılıçlarımızla düzeltebilmeliyiz.
İslami bir rejim de, sabah yatağında gözlerini açan biri,
velev ki Tanrıtanımaz biri dahi olsa, “bu ülkede bana kimse haksızlık yapamaz,
devletim hakkımı benden daha iyi korur” diye bilmelidir.
İşte, Siyasal İslamcıların demokrasiye sarılmalarının bir
nedeni de, İslam’ın “adalet” şartına asla uymayacak olmalarından kaynaklanmaktadır.
İslamcıların dokunulmaz totemler haline getirdikleri halife Ömer ve imam Ali
gibi şahsiyetler, sadece vaizlerin, birazdan toplayacakları yardım paraları
için, cami cemaatini gaza getirecekleri malzemelerdir.
Siyasal İslamcılar Ali’yi anlatır, ancak Muaviye gibi
yaşarlar.
Demokrasi ise onlar için biçilmiş kaftandır. Çoğunluğu, dini
temel kaynaklarından öğrenemeyen cahil ama mümin bir halk vardır. Zira din
dili, anlamadıkları bir dildir.
Katolik kilisesinin dili neden Latince ise, Ortodoks Müslümanlarınki
de o yüzden Arapçadır. Halk, dinini öğrenmek için birilerine muhtaç olmalıdır.
Onlara, Müslümanları desteklemezlerse, ahrette verdikleri oyların hesabını
verecekleri anlatılır. Kast piramidinin en alt katmanını oluşturan halk ise,
zaten cehenneme dönen dünya hayatlarının ahrette de mahvolmaması için
tercihlerini dincilerden yana kullanırlar. Böylelikle halkın seçeceği her
sistemde dinciler galip çıkarlar. İktidara gelen dinciler de, iktidara
geldikten sonra, bir sonraki seçimlere kadar asıl Tanrılarına tapınmaya devam
ederler.
O yüzden kızmayın Siyasal İslamcılara.
Demokrasi dışında hiçbir sistemde üreyemezler.
Demokrasi dışında hiçbir sistem, kendini yok edecek
insanlara, onları iktidara taşıyacak imkânları sunmaz. Korkmayın! Amaçları din
falan da değildir bunların. Her seçim öncesi, halkın oy vermeleri halinde,
ahrette yerlerini garanti görebilmelerini sağlayacak kadar açılım yaparlar
ancak.
Dişlerine rantın kanı çalındı bir kere. Kesseniz sandıktan
vazgeçmezler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder