31 Oca 2014

İslamcıların “Demokrasi” Hayranlığı

Yıllardır İslamcı çevrelerde bir demokrasi savunuculuğudur gidiyor. Gören de, Demokrasi kavramını bu zevatın icat ettiğini sanır. Seçim, sandık, halk iradesi gibi demokrasiye ait kavramları dillerine pelesenk eden Siyasal İslamcılar, bir de Kurandan ve peygamberin uygulamalarından deliller getirmek suretiyle, demokrasiyi din ile buluşturmaya çalışıyorlar.

Bu bir yalan…

Demokrasinin tanımını, hayata ve insana bakış perspektifini, kurallarını, bu kavramı yüzyıllar içerisinde oluşturan Batı aklı ortaya koymuştur. Olmazsa olmazları çok açıktır.
Hele bilginin çok rahat ulaşılabilir olduğu çağımızda, demokrasi kavramı üzerinde ahkâm kesmeyi, kendi adıma son derece yersiz buluyorum.

Ancak talebesi olabileceğimiz beyinlerin, demokrasiyi didikledikleri tuğla gibi kitaplarını mütalaa ettiğimizde çok açık bir hakikatle yüzleşiriz. Kutsal kitabında şeriat olan ve bu şeriatın asla yorumlanamaz olduğuna inanan hiçbir din mensubu demokrat olamaz. Yani, hem Ortodoks dinci, hem demokrat olunamaz. Çünkü dincilikle laiklik asla buluşamaz ve laik olunmadan da demokrat olunamaz. Kutsal kitabında hukuk olan bir insan, “ben hem bu kutsal kitaba harfiyen iman ediyorum, hem de hayatı demokrasi penceresinden izliyorum” diyemez. Kişi ya din ve Tanrı tasavvuru ile ilgili ciddi bir hesaplaşmaya girişmelidir, ya da demokrasiyi eğip bükerek, demokrasi olmaktan çıkarmak durumundadır. Bu gün Siyasal İslamcıların kıvranmalarının nedeni, bu serden-yardan geçememe halidir.

Son yüzyılda, batı aklının bulduğu kavramlar, keşifler ve bilim karşısında, “Müslüman aydınların” geliştirdikleri bir tek tavır vardır, o da “bunu bizden çaldılar” savıdır. Aynen öyle de, demokrasi konusunda da Siyasal İslamcıların yorumlarını dinlediğimde, ben de şöyle bir kanaat oluşuyor, “Batı aklı demokrasiyi bizden çalmış.” Peygamber ve dört halife demokrat insanlarmış ve sanki Kuran da Müslümanlardan, Allah’a inanmalarını ve demokrasiye iman etmelerini istemiş.

Batı aklı cep telefonu üretir, dinci, kâfir dediği adamların bu icadını sıkılmadan alır, ardından ona zil sesi olarak ezan yükler. Batı aklı demokrasiyi icat eder, dinci demokrasiyi alır, çoğunluğun inancını “demokrasinin gereği adına” insanlara dikte eder. İşine geldiğinde din, işine geldiğinde demokrasi havarisi kesilen siyasal İslamcılar, Allahın gerçekte neyi istediğinden de hiç söz etmezler. Parasal konularda her pisliğe bir hile-i şer’iyye bulan bu zevatın, fetva makinesi hocaları mobilizedir. Ticaretlerinde, “kâfir” dedikleri insanlardan daha düzenbaz oldukları açık olan bu kesimin, din ile de sadece şekilden ibaret bir alakaları söz konusudur.

Peki, gerçekte Kuranın istediği bir siyasal sistem mevcut mudur?

Ne Kuran, ne peygamber, siyasete dair bir sistem önermemiştir. Kuran, devlet başkanının iki meziyete sahip olmasını ister. İsrail oğulları Allahtan, Calut’a karşı savaşta kendilerine önderlik etmek üzere aralarından birini seçmesini isterler. Bunun üzerine Allah, Yahudilere Talut’u önerir ve onun iki vasfına vurgu yapar, cesaret ve adalet. Yani o gün, Yahudi toplumu içerisindeki en adil ve en cesur olan kişiyi başa geçirmelerini tavsiye eder. Şu halde korkak olmayan, zalime boyun eğmeyen ve mutlak anlamda adalet sahibi bir yönetici, Kuranın isteğine uygun olandır.
Dolayısı ile diyebiliriz ki, adaletin tesis edildiği ve insanların izzetlerini koruyarak yaşayabildikleri her yönetim biçimi dinen meşrudur. Dikkat edilirse Allah, “içlerindeki en dindar olanı veya karısının başı en sıkı kapalı olanı veya namazlarını aksatmayanı” demiyor, en cesur ve en adil olanı diyor. Buradaki cesaretten kasıt ise, Allahtan başkasına eyvallahı olmama halidir. İktidarı, himmete râci olanlar değil.

Yani, mutlak adalet.

İslami rejim ister krallık, ister cumhuriyet olsun mutlak anlamda adil olmalıdır.

İslami rejim ile yönetilen bir toplumda, “bu giydiğin elbiseyi hangi para ile aldın?” sorusunu sorabilmelidir halk.

İslami rejim ile yönetilen bir toplumda, kardeşi dahi olsa kayırılmamalıdır hiç kimse. İslami rejim ile yönetilen bir toplumda, yanlışını gördüğümüz zaman kılıçlarımızla düzeltebilmeliyiz.

İslami bir rejim de, sabah yatağında gözlerini açan biri, velev ki Tanrıtanımaz biri dahi olsa, “bu ülkede bana kimse haksızlık yapamaz, devletim hakkımı benden daha iyi korur” diye bilmelidir.
İşte, Siyasal İslamcıların demokrasiye sarılmalarının bir nedeni de, İslam’ın “adalet” şartına asla uymayacak olmalarından kaynaklanmaktadır. İslamcıların dokunulmaz totemler haline getirdikleri halife Ömer ve imam Ali gibi şahsiyetler, sadece vaizlerin, birazdan toplayacakları yardım paraları için, cami cemaatini gaza getirecekleri malzemelerdir.

Siyasal İslamcılar Ali’yi anlatır, ancak Muaviye gibi yaşarlar.

Demokrasi ise onlar için biçilmiş kaftandır. Çoğunluğu, dini temel kaynaklarından öğrenemeyen cahil ama mümin bir halk vardır. Zira din dili, anlamadıkları bir dildir.

Katolik kilisesinin dili neden Latince ise, Ortodoks Müslümanlarınki de o yüzden Arapçadır. Halk, dinini öğrenmek için birilerine muhtaç olmalıdır. Onlara, Müslümanları desteklemezlerse, ahrette verdikleri oyların hesabını verecekleri anlatılır. Kast piramidinin en alt katmanını oluşturan halk ise, zaten cehenneme dönen dünya hayatlarının ahrette de mahvolmaması için tercihlerini dincilerden yana kullanırlar. Böylelikle halkın seçeceği her sistemde dinciler galip çıkarlar. İktidara gelen dinciler de, iktidara geldikten sonra, bir sonraki seçimlere kadar asıl Tanrılarına tapınmaya devam ederler.

O yüzden kızmayın Siyasal İslamcılara.

Demokrasi dışında hiçbir sistemde üreyemezler.

Demokrasi dışında hiçbir sistem, kendini yok edecek insanlara, onları iktidara taşıyacak imkânları sunmaz. Korkmayın! Amaçları din falan da değildir bunların. Her seçim öncesi, halkın oy vermeleri halinde, ahrette yerlerini garanti görebilmelerini sağlayacak kadar açılım yaparlar ancak.
Dişlerine rantın kanı çalındı bir kere. Kesseniz sandıktan vazgeçmezler…


Hiç yorum yok: