Farklı kültürler, daha üstün bir ortak kültürde birleşme olanağı sağladıkları için bir zenginlik kaynağı oluşturur. Böyle bir bireşim, farklı kültürler arasındaki etkileşimin gönül rahatlığı içinde sağlandığı bir ortamda gerçekleştirilebilir. Bu ortam, halkın toprak ağalığı, aşiret, cemaat, tarikat ilişkilerinin kıskacından kurtarıldığı, emperyalizmin bölücü siyasetlerinin nüfuz edemediği, herkesin eşit yurttaş muamelesi gördüğü bir Cumhuriyet’te sağlanabilir.
Ortaçağ müzesi mi
milletin birliği mi?
“Kültürel zenginlik” diye Ortaçağ’dan artakalmış geri yönlerin güçlendirilmesi, değişik toplulukların etnik ve dinsel temelde içlerine kapanmalarına yol açar. “Otantik kültürü koruma” adına bütün millete malolmuş ileri kültür öğelerine karşı “temizliğe” girişmek, Ortaçağ’ın parçalanmışlığını, belki özgün halinden daha da derin biçimde yeniden yaratmaktan başka bir işe yaramaz. Bu tür bir koruma ancak müzecilik alanında bir anlam taşır. Oysa dünya, “canlı bir müze” değildir. Zaten müzecilik de, hayatın akışı içinde ortadan kalkmış kültür öğelerini tarihin tanıkları olarak özel bir ortamda koruma altına alma etkinliğidir.
Cumhuriyet Devrimi, egemenlik kaynağı olarak dinin yerine milleti, dogmanın yerine de akıl ve bilimi koyma devrimidir. Emperyalizm Çağı’nda hem milletin oluşum süreci, hem de Aydınlanma, ancak milli devletin etkin müdahalesiyle gerçekleştirilebilir. Tarihle insanlık arasında, tarihe keyfi siparişler verilmesini olanaklı kılan bir sözleşme mevcut değildir. Toplumsal olarak neyin ileri, neyin geri olduğu seçimle değil, tarihin nesnel ölçütüyle belirlenir. Atatürk Devrimi’nin “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” formülü, yalnızca tarihin dayattığı bir zorunluluğun doğru okunuşundan ibaret değildir. Bu formül, Türk milletini, halkın farklı kökenlerden gelen bütün unsurlarını kucaklayıp onlara dayanarak gönüllülük temelinde oluşturma iradesini yansıtmaktadır.
Atatürk Devrimi’nin millet tanımı henüz sınanamamıştır
Bu formül, bugüne kadar hayat içinde gerçek anlamda sınanamamış bir formüldür. Çünkü böyle bir sınama, bütün yurttaşlarımızın Cumhuriyet’in nimetlerinden yararlanabilmesini gerektirir. Bu ise, Ortaçağ’ın boyunduruğu bütünüyle kırılmadan gerçekleştirilemez. Ülkemizde Ortaçağ, emperyalizm tarafından Cumhuriyet’e karşı isyanların aracı olarak kullanılmış, ABD’ye bağımlılık sürecinde ise önce iktidar ortağı, sonra da iktidar haline getirilmiştir. Atatürk Devrimi’nin “millet formülü”nün sınanması, ancak ülkemizin yeniden Atatürk Devrimi yoluna girip, milli demokratik devrimini tamamlamaya yönelmesiyle olanaklı hale gelecektir.
Türkiye’nin mi, yoksa PKK’nin mi bütünlüğü?
Bugün Kürt kökenli yurttaşlarımızın sahip oldukları demokratik haklar, 20-25 yıl öncesinin çok ilerisindedir. Ama aynı süre içinde, kaynaşma yerine bölünme derinleşmiştir. Bölünme, iki tarafı gerektirir. ABD de süreci buna uygun olarak, AKP-PKK arasında bir al-ver ilişkisi olarak şekillendirilmiştir. Her “açılım”, PKK’yi tasfiyeyi değil, güçlendirmeyi hedeflemiş ve bu hedefi gerçekleştirmiştir.
Öcalan’ın sorgu kayıtlarının İşçi Partisi tarafından açıklanması, “açılımcı”ları, Türkiye’nin bütünlüğü değil, “PKK’nin bütünlüğü”ne zarar verecek diye telaşlandırmıştır. Açılımcıların en büyük kaygısı, Kürt kökenli yurttaşlarımızın, PKK - tarikat-cemaat kıskacından kurtularak özgürleşmesidir. Çünkü bu kıskaçtan kurtulup özgürleşenlerin katılacakları tek yer, Cumhuriyet saflarıdır.
Manidar olan zamanın kendisidir
Bazıları bu açıklamaların zamanlamasını “manidar” buluyorlar. Aslında “manidar” olan, içinde yaşadığımız zamanın kendisidir. Zayıflayan ABD’nin bölgede olduğu gibi ülkemizde de inisiyatifini yitirmeye başlaması, halkımızı özgürleştirmektedir. Önümüzdeki dönem, “Kürt de biziz, Türk de biziz; hepimiz Türk milletiyiz” formülünün hükmünü yürüteceği dönemdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder