Ehven-i Şer, iki şerden birinin meşruiyet kazanmasıdır ki,
bu da hakikat adına işlenebilecek en büyük cinayettir.
İki şer var. Biri, diğerine göre daha az şerli ama sonuçta o
da şer. Diğerine göre, azıcık şer oranı farkıyla seçilmiş olması, az şerli
olanın meşru görülmesi yanılgısına düşürür insanları. Üçüncü bir yol arayışını
engeller. Hakikatin ortaya çıkmasına mani olur. İki kötüden birini seçen zihin,
artık doğruyu aramaktan vazgeçer. Doğru, zamanla o kadar uzakta kalır ki,
ütopia’ya dönüşüverir. Hâlbuki iki kötüden biri seçilmeden önce,
dokunabileceğimiz kadar yakındır doğru. Uzanıp almak gereklidir sadece.
Maalesef kolaycılık hastalığı, doğru için mücadele vermek yerine, az kötüyü
tercih etmeye sürükler zihinleri.
Tarih, ehven-i şerri seçip perişan olmuş halklardan haberler
verir bizlere. Hiçbiri az kötü ile saadete erememiştir.
Hiçbiri hastalığını, ehven-i şer zehriyle tedavi
edememiştir. Hiçbiri varlığını ehven-i şer ile devam ettirememiştir.
Ülkemiz, muasır canavarlarca işgal edildiğinde, birçokları
ehven olanı seçmeye yönelmişti. İngiliz mandası, Amerikan mandası… Kolaycı
nefisle, realitenin umut kıran illüzyonu, panikle ehven-i şerre sarılmayı
getirmişti akıllara. Lakin hakikate ihanet etmenin asla saadet getirmeyeceğine
inan âkil insanlar, “Hayır!” demeyi bildiler. Uzanıp doğruya tutundular. Zordu,
emek istiyordu, çileliydi… Fakat şerefli olan, asil olan, insani olan, doğru
olan buydu. İki şerden en ehvenini değil, hakikati aramak ve en doğruyu, yoksa
bile, yaratmak… Şerefli insanlar için en doğru, her zaman, duvağının açılmasını
bekleyen bir gelin gibi bekler. Şerri reddedenler, şerefli unvanlarla
anılırlar. Anılıyorlar da…
Doğru tektir… Doğru bellidir… Doğru, “kime göre, neye göre”
denemeyecek kadar apaçıktır. Ancak çoğunlukla yolları diken döşelidir,
meşakkatlidir. O yüzdendir ki, kolaycılara; “doğru işte şurada!” deseniz,
ütopik bulunursunuz.
Bu, Ehven-i Şerrin, korkaklar ve tembellerce rasyonel
bulunmasından kaynaklanır. Şerrin ehvenini seçenler, akıllı oldukları vehmiyle
seçerler. Oysa akıllı oldukları sadece vehimden, sanrıdan ibarettir.
Hayırlı olan nedir?
Hayırlı olan, ilk olarak, şerrin her çeşidini reddetmektir.
Zira şerrin hiçbir nevi’nde hayır barınmaz. Doğruluk ikliminde de şer
yeşeremez. Sonucu itibariyle bazı şerlerin hayır’a dönüşmesi, şerri seçmemizi
meşru kılmaz. Şerri seçtiğimiz an, sonunun hayır mı, şer mi olacağını
bilemeyiz. Bu sebeple, “nasıl olsa her şer de hayır, her hayır da şer vardır” diyerek,
hakikati terk edip, şer’de karar kılmak kabul edilemez.
Bizi insan yapan, icat etme yetimizdir. Zorluklar karşısında
üçüncü yolu aramaktır. İki kötü arasında kalan insan, üçüncü yolu kendisi icat
etmelidir. İnsan olmak bunu farz kılar. Tarih, iki şerden en az şerli olanları
tercih edenleri değil, üçüncü yolda en iyi olanı arayanları yazar. İnsanlık taş
baltadan uzaya giden yolculuğunu, şerri reddedip hakikat ışığını arayanların
omuzlarında sürdürmüştür.
Ehven-i şer, mantıklı görünür, kolaydır ve sonuçları hemen
alınabilir. Ancak sonunda şerrin kölesi olmak kaçınılmazdır.
Mutlak doğru ise, ütopia ile suçlanır, zordur, bedel ister.
Ancak sonunda aydınlık vardır, özgürlük vardır, saadet vardır.
İnsanımız nicedir ehven-i şerleri seçiyor. Hakikate
gözlerini kapatıp, “zafer olsun da, isterse şer olsun” diyor. Her seferinde
hüsranla sonuçlanıyor bu acelecilik.
Bir kez olsun düşünün. Şerrin her çeşidini reddettiğinizi
tasavvur edin. Karanlığın tonlarına biat edeceğinize, ışığın fetheden nuruna
talip olun. Sabahın aslında çok yakınınızda olduğuna şahit olacaksınız.
Işık uzakta değil…
Yaktığınızda korkularınızla birlikte mahvolacak karanlık…
Lakin bu, cesur yüreklerin işidir…
Cesur yüreklerin işidir, o asi, inatçı şerrin karanlığına
karşı gemileri yakmak ve kıpkızıl bir şaheser yaratmak sabahın ilk serinliğinde
üşümüş ve yaşarmış gözlerle…
Gitmekte olan gidiyorken, biraz hayal kurmalı değil miydik?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder