İnsanlar her şeyi bilemez. Herkes sayısız konu da bilgisiz yaşar, bilgisiz ölür. Bu doğal ve pasif bilgisizlik kişiseldir. Fakat tehlikeli bir cehalet türü var:
Düşman gösterilerek yönlendirilen cehalet örgütlenmiş olur ve tehlikeli cehalettir. Tarihte de bunun sayısız örneği var. Bilgisizin psikolojisi kışkırtmaya (provacation) açıktır.
Yüzyıldır Türk kimliğini anlamak, pekiştirmek isteyen ve zaten bütün dünyanın Türk diye bildiği ve Türkçe konuşan bir ülkede, neyin parçası olduğunu bilmeden göktaşı gibi boşlukta yuvarlanıp gitmek acıklı bir kaderdir.
Kişi cehaletinin kümeleşerek tahripkâr bir amaca yöneltilmesi savaşa kadar uzanır. Bunun en ilkel şekli kalabalığın linçe yönlendirilmesidir. Avrupa tarihinde cadı avı, Amerika’da yerli ve zenci avcılığı, 19. yüzyılda ‘Sarı Tehlike’ propagandası, İslam dünyasında Şii-Sünni kavgası, Anadolu’da Kızılbaşların öldürülmesi, dünya da komünist avcılığı türünden olaylar saymakla bitmez.
Haçlı seferleri, cihat, nazizm, faşizm, komünizm gibi politik akımlar ve dinlerin neden olduğu savaşlar insanlık tarihinin en acımasız olgularıdır. Cahil kalabalıkların kışkırtılması insanlığın yüz karası olan fakat özellikle 20. yüzyılın en karakteristik olaylarından biridir.
İslam dünyasını birbirine katan Suriye olayının programı dış odaklıdır. Fakat var olan bir cehalet üzerine kuruluyor. Bu cehalet Osmanlı devletini yıkan, ve İslamı bugünkü zavallı durumunda donduran cehaletin uzantısıdır. Bu örgütlenmiş cehalettir. Cehalet İslam dünyasında endemik bir hastalık olarak yaygındır. Bunun üzerinde bir politik gelecek düşünmek olanaksız olmasa bile, zordur. Çözüm, şimdi moda olan deyimi ile yeni bir açılım bekliyor. Bu açılım, adı üstünde, bazı şeyleri kapatarak değil, açarak başlamak zorundadır.
Bütün sorunlar birbirleriyle ilişkili olduğu için Türkiye’nin sorunu İslam dünyası ile bağlantılıdır. Türkiye ne kadar ‘Ben Batılıyım, Avrupa Birliği’ne katılmak istiyorum’ dese de dünya sizi Müslüman olarak görmektedir. Doğrusu istenirse Avrupalılar bizi Müslümanlardan daha çok Müslüman görürler. Avrupa kapısında çok bekledik. Nato’ya hemen almışlardı. Çünkü gerektiğinde ucuz paralı askere gereksinmeleri vardı. O zaman Avrupa ve Amerika henüz sömürge statüsünde Müslümanlarla değil, Rusya ve diğer komünistlerle dalaşıyordu. Biz de komünistlerle savaştık. Müslümanlarla savaşacağımızı düşünmemiştik. Şimdi Batının düşmanı Araplar ve Müslümanlar. Burada kafanız, hiç olmazsa Batı’nın motivasyonları bağlamında karışmıyor mu?
OLAYLARI ANLAMAK İÇİN BİRAZ MATEMATİK VE ZEKÂ
Bu karmaşık sorunları yerine oturtmak için dünyanın durumunu doğru değerlendirmek gerekir. Bunun için eski moda politik eksper olmak gerekmez. ‘Amali Erbaa’ bilmek gerekir. Biraz matematik, biraz da zekâ.
Dünya da dört büyük kültür alanı var. Bunlardan en büyüğü Çin, Hint, Japonya’nın başı çektiği Asya blokudur. Bu dünya nüfusunun yarısını barındırıyor. Çağdaş teknoloji Amerika ile Japonya’yı birleştirdiği gibi Çin’le Japonya’yı da birleştiriyor. Eğer modern Batı politikasını biraz anlamak istiyorsanız, Anglosakson basınının Çin’le Japonya arasında bir küçük ada üzerindeki çekişmesini, aralarını açmak için nasıl kullandıklarını izleyin. İslam dünyasına karşı yürüttükleri politikayı orada da göreceksiniz.
Fakat genelde Doğu Asya’daki yoğunlaşma, Atlantiğin karşısına bir Asya koydu. Her şeyi ile Batıya yetişen ve onu geçmek isteyen, tek tanrılı olmayan bir dünya. Bunun karşısında dünya nüfusunun yüzde 30’unu oluşturan bir Batı-Hırıstiyan bloku var. Müslümanlar yüzde 15-20 ile, ve Afrika’da yüzde 10 ile onları izliyor. İslam toplumlarının ötekiler karşısında bir handikapı var. Müslümanlar diğerlerine göre daha dağınık bir coğrafyada yaşıyor.
Dağınık olarak yaşayan yüzde 20 lik bir Müslüman dünyası karşısında yüzde 80’lik bir dünya var. İslam bu dünya ile ne ekonomik olarak ne bilim ve teknolojij olarak boy ölçüşecek durumda değil. Sadece Türkiye’nin İslam tarihinde laik devrimi yapan ve eğitimini çağdaşlaştıran ülke olarak ayrı bir statüsü var ya da vardı. Dünyadaki statümüz Müslümanlığımızdan çok çağdaşlığımızdan kaynaklanıyor.
BATI VE ILIMLI İSLAM PROGRAMI
Türkiye’yi bunaltan 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, yeni bir egemenlik ve sömürü ekonomisi planlıyan ABD-AB ortaklığının temel hedeflerinden biri, ılımlı İslam programıdır.
Ilımlı İslam, ABD’nin terörist ilan ettiği İslam’a karşı ABD politikasının yanında olan İslam demek. Bunun petrol kanadı zaten Batı blokunun parçası. Eğer kör değilseniz, bunun ne anlama geldiğini profesör Huntington’dan öğrenebilirsiniz. Aklımda kaldığı kadar Amerika’nın resmi politikasına temel olan doktrinlerden biri olan Huntington doktrini, İslamın er geç yok edileceği bir İslam-Hıristiyan kavgası üzerine kuruluydu.
Huntington laik Türkiye’ye, grip aşısı gibi hafif bir aşı ile İslamcılığın aşılanabileceğini ve er geç olacak bir kavgada İslamla birlikte Türkiye’nin de icabına bakılabileceğini, bilim kisvesi altında tavsiye etmekteydi.
Bu bağlamda analiz yapan çok daha bilgili insanlar var. Fakat İslam dünyasını karıştıran bir politikayı görmeyi engelleyen örgütlü cehaleti herkesin görmesi gerekir. Bu bir vatanseverlik görevidir. Bir aydın olarak Türkiye’nin laik kimliğini yok etmek programının sponsorlarının düşman tutumlarını görmezlikten gelme lüksüne sahip değiliz. 21 yüzyılda Batının davranışı açık bir Müslüman düşmanlığıdır.
Biz Avrupa’ya bağlı olmak isteyen bir politik perspektifte uzun zamandan bu yana bir Nato üyesiyiz. Serbest piyasa ekonomisinin 150 yıllık sözcüsü olan ‘Economist’ dergisi bizim seçimlerde ‘ya demokrasi ya laiklik’ sloganını pazarlamıştı. Bu bir sahtekârlıktır. Çünkü laik olmayan İslamda demokrasi olmadığını herkesten çok Batılılar bilir. ABD ve AB laik devletlerden oluşuyor. Bütün dünya da (Türkiye’de dahil) Müslümanlar dışında laik olmayan devlet yoktur. Kaldı ki Batılılar laik olmayan İran, Afganistan ve şimdi de Pakistan’la kavga halindeler.
Batı politikasının Türkiye için en ufak bir sempati içerdiğine inanmak için basit cahillik yetmez, örgütlü cahil olmak gerekir.
Aslında bu uygulanmaya konulmuş yeni bir haçlı politikasıdır. Türkiye, Avrupa ve IMF kapısında bekletilir. Çünkü Türkiye’nin çağdaş dünyaya katılmasının bir anlamı yoktur. Amaç 21.yy.da sömürge olacak bir İslam dünyasıdır. Bu yeni tür bir sömürü örgütlenmesidir. Ama Türkiye’de orada.
CEHALET BESLİYOR
Bunu yazılarımda birkaç kez yazdım. 21.yy. da tehlikeli cehalet bu sömürge politikasının iç ve dış odaklarının beslediği cehalettir. Türkiye’nin namuslu, vatansever ve cahil olmayan insanları bu sömürge perspektifine evet diyemezler. Ama dil bilmeyen, kitap okumayan ve günde 5 saat TV seyreden kentlileşememiş toplumu, satın alınmış bir medya ile sürekli cahil bırakmak olasıdır.
Amerika ve Avrupa halkları bile Irak savaşında resmen kandırıldı. Almanlara sorarsanız Hitler döneminde 6 milyon Yahudi’nin ölümünden haberleri yoktu. Bizim halkımız da bazı şeyleri öğrenmekte geç kalabilir.
Türkiye’nin sorunu, bütün bu kavgacı dünya ile birlikte, çok açık: Tarımsal ürünün yüzde 70’ini dışardan ithal eden, iklimsel bir felaket ve enerji krizi ile karşı karşıya olan, alternatif enerji teknolojilerini henüz geliştiremeyen, bir iç isyanla uğraşan, kırsal kültür egemenliğinde 80 milyonluk bir toplum 10 yıl sonra karnını nasıl doyuracak?
Yüzyıldır Türk kimliğini anlamak, pekiştirmek isteyen ve zaten bütün dünyanın Türk diye bildiği ve Türkçe konuşan bir ülkede, neyin parçası olduğunu bilmeden göktaşı gibi boşlukta yuvarlanıp gitmek acıklı bir kaderdir.
5 Ekim 2012
Cumhuriyet Bilim Teknik
Doğan Kuban
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder