Prof. Dr. Halil İnalcık, Türkiye’de ve dünyada Osmanlı
tarihinin her dalında mihenk taşı araştırmalara imza attı. Bir asra yaklaşan
bir ömre sığdırdığı sayısız eserle Osmanlı İmparatorluğu’nun sırlarını gün
yüzüne çıkararak adetea bir yap-bozun eksik parçalarını yerleştirerek resmin
bütünü oluşturdu. Sadece Osmanlıca değil, farklı dillerden kaynakları da
kullarak bu resmin oluşturulmasında karşılaştırmalı tarihçiliği kullandı.
Ayrıca yanlış bildiğimiz pek çok olayın iç yüzünü de ortaya çıkarıp tarihte
“hurafecilik” sisteminin sonunu getirmiştir. Hocamızla yeni yaşında Osmanlı’da
çöküşün başlangıcını konuştuk. Üç günlük dizimizin ilk bölümüyle başlıyoruz.
- Hocam Devlet-i ‘Aliyye’nin birinci cildinde Osmanlı’nın
Klâsik Çağı’nı ele almıştınız. Bu yıl yayınladığınız ikinci cilt ise, klâsik
padişahlığın ortadan kalkması ve anarşi dönemini incelediniz. Devletin temel
yapısındaki değişmenin ana teması neydi?
Devlet-i ‘Aliyye’nin II. cildinde üzerinde durduğum ana tema
şudur: padişahın temsil ettiği yüksek iktidar, klâsik anlamda padişahlığın
ortadan kalkmasıyla, iktidar başka ellere geçiyor. Padişahın mutlak iktidarını
gasp ediyorlar. Bazen valide sultan oluyor; bazen veziriazamlar ya da yeniçeri
ağaları oluyor. Temelde, Yavuz Selim ve Kanûnî’nin ilk devirlerinde iktidarını
Tanrı’dan alan, bir padişah, bir hükümdar söz konusu. Bu iktidar ona Tanrı
tarafından verilmiştir. Bu fikrin arka planına baktığımızda, Orta Asya Türk
devletlerine kadar gider. Türklerin, İslâm kültürüne getirdikleri yeni bir
devlet anlayışıdır bu. Hükümdar’a karşı gelmek Tanrı’ya karşı gelmek
anlamındaydı.
MUTLAK HÜKÜMDARLIK ANLAYIŞININ BENİMSENMESİ
- Türklerin İslâmiyet’e geçmesiyle yeni kavramlar ekleniyor
buna değil mi?
Türkler İslâmiyet’e geçince ayrıca buna İslâm’ın, gâzânın,
şeriâtın müdafii “İmâm” sıfatı ekleniyor. Memlekette hangi mezhebin hâkim
olacağını Sultan belirliyor. Orta Asya’dan gelen tanrısal iktidara sahip
hükümdar, Osmanlı’da Fâtih Sultan Mehmed ile çok daha güç kazandı. Padişahlar
arasında mutlak hükümdarlık kavramını ciddi olarak benimseyenler var: Yavuz
Selim, Kanunî böyledir. Osmanlı Padişahı, “Sancâk-i Şerîf’i” sarayına
getiriyor. Büyük bir sefere giderken Sâncâk-i Şerif ile gidiyor. Sancak,
İslâm’ın en yüce sembollerinden biri. Devlet iktidarının İslâmî İmâm anlayışı,
Orta Asya’dan gelen “Tanrı’dan kut almış hükümdar”, hakan kavramıyla
birleşiyor.
- Bu ilk olarak nasıl ortaya çıktı?
Bunu tam olarak benimseyen Fâtih Sultan Mehmed’dir.
Formüllerini de, şartlarını da Fâtih, kânûnnâme ile tespit etti. Fâtih’in bir
devlet kânûnnâmesi var. Ayrıca topluma ait, vergilere ait sorunları içeren,
ikinci bir kânûnnâmesi de var. Fâtih kanun yapıcı bir hükümdar. Her devirde
Divân’da bu ideali benimseyen, bir grup küttâb bürokratlar var. Osmanlı
Devleti’ni büyük devlet yapan bürokrasisidir. Yıldırım Bayezid zamanında
Çandarlılar ile başlıyor. Bu gelişmiş bürokrasinin, 17. yüzyılda temelleri
sarsılıyor, iktidar başka ellere, harem kadınlarına, yeniçeri ağalarına
geçiyor. O zaman onların karşısında sesini yükseltenlerin hepsi bürokratlardır.
Padişah’ı uyarmak için bürokratlar layihalar yazdılar. Katip Çelebi,
Düstûrü’l-Amel adlı risâlesinde bunun üzerinde durur. Keskin bir görüşle
Osmanlı İmparatorluğu’nun eski kudretini bu iktidar aşınmasıyla kaybettiğini
ifade eder.
17. YÜZYILDA ‘İHTİYARLIK DEVRİNE’ GİRDİ
- Peki ne tavsiye ediyor?
Katip Çelebi’ye göre 17. yüzyılda, “Osmanlı ‘ihtiyarlık
devrine’ girmiştir”, Fâtih’ten gelen geleneksel otoriteyi ihya etmek için
yeniden bir Sâhibü’l-seyf gelmesini tavsiye ediyor. Kâtip Çelebi buhran
zamanlarında sarayda toplanan mevşeret meclislerine davet ediliyor. Ona göre
padişahların mutlak otoritesine sahip bir diktatör, bir Sâhibü’l-seyf, devleti
kurtarabilir. Bu Fâtih’ten gelen eski bir gelenek. Kendisi büyük bir bürokrat,
Hacı Hâlife olarak anılıyor. Bütün bürokratlar öyle bu devirde. Fâtih ile
şekillenen Tanrı’dan gelen iktidarı korumak vazifesini benimseyen bir gruptur.
17. yüzyılda Kadınlar Saltanatı karşısında layihalarıyla uyarmak isteyen ve bu geleneği
savunan insanlar, layihacılardır.
- Fâtih’in benimsediği hükümdarlık anlayışını biraz daha
açarsak...
Eski Türklerden beri “taht ili” diye bir kavram var.
İmparatorluğun belli bir bölgesi taht ilidir. Hakan’ın, hangi çocuğunun tahta
geleceğini tespit eden bir kanun yoktur. Bunu Tanrı tayin eder inancı hâkim.
Kurultay toplanınca çoğunluğun onayıyla hakan seçilir. Ya da kardeşlerin
arasında savaş çıkar ki Osmanlı’nın tarihinde bu çok oldu. Tahta savaşla sahip
olunur. Zafer Tanrı’nın hükmü sayılır.
Fâtih tarihimizde gelmiş geçmiş herhangi bir sultanla
mukayese edilemez. Fâtih, Konstantinopolis’i fethedince kendisini
imparatorların varisi saydı. Onun İran’a gönderdiği elçi Kirmânî, “benim
sultanım, imparatorların altın tahtı üzerinde oturuyor”, demiştir. Fâtih, bir
İslâm Sultanı’dır, bununla beraber Kayser-i Rûm’dur. Papa II. Pius kendisine
epistola’yla, uzunca bir mektup yazıyor: “Evet, sen Roma İmparatoru
olabilirsin, Doğu İmparatorluğu’nu ben sana tanırım. Ancak Hıristiyan olman
şartıyla”. Fâtih’in bu mektubu okumadığı söylenir. Fâtih bundan haberdar
olmalı.
Kendisi Trapezuntios, Rum ve İtalyan bir takım âlimi
sarayında topluyor, onlarla münakaşa ediyor. Sarayında bir kütüphane kuruyor.
Kütüphanede Hümanistlerin müracaat ettikleri Rum, Yunan eserlerini İslâm
eserleriyle beraber kütüphanesinde topluyor. Çünkü, Kayserlerin taht-iline
sahip olmuştur. Benimsediği hükümdarlık unvanı bunu açıklar: Sultan, Hakan ve
Kayser.
ÖRFİ HUKUKTAN ŞERİATA KAYIŞ
- II. Bayezid ise daha dine dönük ve dünya imparatorluğu hayalinden
uzak, değil mi?
II. Bayezid döneminde reaksiyonel bir tarih akışı var.
Şeriatı ihya eden bir hükümdar olarak, yeni bir devlet anlayışı geliyor. Yavuz
Sultan Selim ise çok farklıdır. O, Fâtih’i örnek alan bir sultandır. Zenbilli
Ali Cemâlî Efendi’nin Şeyhülislâmlığı zamanında sarayda bir hırsızlık oluyor.
Yavuz, 15-20 iç oğlanının idamını emrediyor. Etraftan şeyhülislama bunları
kurtarması için şeriata başvurulması isteniyor. Şeyhülislâm Zenbilli Cemâlî
Efendi, Yavuz’a “bu şeriata aykırıdır, bu suç toptan idamla karşılanmaz”,
diyor. Yavuz, “Efendi, ben bu hükmü kendi hükümdarlık otoriteme göre
veriyorum”, yanıtını veriyor. İdamları gerçekleştiriyor. 1600’lerde I. Ahmed
zamanındaki Kânûnnâme-i Cedîd’de bütün bu örfî devlet kanunları için şeriat
formülleri bulundu. Demek ki, Fâtih’in devlet ve kânun anlayışı kökünden
değişmiştir.
- Kânûnî büyük dedesinden çok farklı bir profil sunacak oysa
ki.
Sultanlık ve iktidar anlayışında önemli bir değişim var; bu
Kânunî ile başlıyor. Kânunî ilk zamanlarında babası Selim’i takip ediyor, fakat
Ebussuud’un kuvvetli etkisi altında. Fâtih Kânûnnâmelerini benimsiyor. II.
Bayezid de, Kânûnî de Fâtih’in ortaya koyduğu kanunları devam ettiriyorlar.
Süleyman Kânûnnâmesi aslında Fâtih Kânûnnâmesi’dir. Ancak Kânûnî’nin son zamanlarında
siyaset değişmeye başlıyor, dinî, şer’î prensipler geliyor.
FÂTİH’İN ARKASINDA DOĞU ROMA VAR
Osmanlı padişahlığının oluşmasında Fâtih’in öncü olmasını
unutmayalım. Fâtih’in seferleri arkasında Doğu Roma İmparatorluğu’nun ihyası
fikri var, çünkü kendisini o İmparatorluğun vârisi sayıyor. Mesela Kırım’ın
güneyi Bizans’a tabiiydi. Orayı aldı. Karadeniz’de hâkim oldu. Sonra İtalya’da,
Apulya’da ilk seferi yaptı. Çünkü orası vaktiyle Bizans’a aitti. Osmanlı
İmparatorluğu Tuna ile Fırat arasında ana çekirdek imparatorluk olarak Fâtih
döneminde kuruldu. Trabzon’a uzandı. O dağları yaya aşmak zorunda kaldı.
Kendisine vezirleri, “Sultanım kendinize niye bu kadar zahmet veriyorsunuz”,
dediklerinde Fâtih, “Ben İslâmî gâzâyı temsil ediyorum, bu benim vazifemdir”,
dedi. Ama aslen onun arkasında Doğu Roma var. Fâtih İslâm sultanı olduğunu da
asla unutmadı.
FÂTİH’İN HÜKÜMDARLIK ANLAYIŞINDAN KOPUŞ
II. Bayezid devrinde Fâtih’in siyasetine, devlet anlayışına,
devlet idealizmine karşı bir tepki var. II. Beyazid’i bir grup getirdi
iktidara. II. Bayezid Üsküdar’a geldiği zaman kendisine yeniçeri mümessilleri,
İshak Paşa başta olmak üzere devlet adamları, bir takım şartlar koydular. Bu
koşullar Fâtih’in devlet anlayışı ve siyasetine aykırıydı. II. Bayezid şeriâtı
ihya eden bir veli hükümdar sayıldı.
Fâtih Camii kütüphanesinin başına getirdiği Molla Lütfî bir
filozof, matematikçi. Fâtih’in medreselerini kuran adam Ali Kuşçu bir astronom
ve matematik bilgini. Gazali’nin İslam teolojisi meclislerde Fâtih’in
nezaretinde toplanıp münakaşa ediliyor. İslâm’ın siyaset nazariyesi Fâtih
zamanında en liberal şekilde uygulanıyor.
Bayezid döneminde Fâtih Camii’nin kütüphane müdürü Molla
Lütfî At Meydanı’nda kâfir diye idam edildi. II. Bayezid’in uleması mutaassıp,
Molla Lütfî’nin idamına fetva verdiler. Fâtih’in kurmak istediği devlet
anlayışına aykırı bir devlet anlayışı hâkim. Kânûnî zamanında bu siyaset
sürüyor. Kânûnî, Ebussuud’a bağlı. Molla Kâbız’ın idamı bu devirde. Fakat
Fâtih’in kurmak istediği devlet sistemi bürokrasi devam etti. Osmanlı
İmparatorluğu’nun uzun hayatını garanti eden Fâtih kânûnnâmeleridir. Devlet
kanunlarıdır.
17. Yüzyılda
şeyhler idarede ve siyasette söz sahibi oldular
Osmanlı tarihinin Türkiye’ve dünyada duayeni olarak kabul
edilen Prof. Dr. Halil İnalcık’la dün başladığımız röportajımıza bugün devam
ediyoruz.
- Geleneksel tarihlerde çöküşün başlamasını özellikle
devlette Fâtih geleneğinin zayıflamasına bağlıyorsunuz, değil mi?
III. Murat, III. Mehmed de II. Selim gibi işret meclislerine
düşkün genç adamlar. Kendilerini şehzadelikte alıştıkları hayattan
kurtaramıyorlar. İşret meclisi vs. III. Murat gevşek bir padişah. Bir şeyhe
bağlı. Dönemin sultanları, şeyhlerin duasıyla bu dünyada ve öteki dünyada
saadete erişeceklerine inanırlar. 17. yüzyılda bunların örnekleri çoktur.
Şeyhlerin bazıları samimi, bazıları hilekâr. Sultanların yanına nüfuz edip
iktidarına ortak oluyorlar.
Fâtih döneminde bir Osman Baba vardı. Fâtih onu bertaraf
etmek istedi. Osman Baba’nın Tanrı ile doğrudan ilişki kurabileceğine
inanılıyordu. Azizlerin keşifleri Tanrı’dandır inancı vardı. 17. yüzyılda
şeyhler kutsal kişiler sıfatıyla idarede ve siyasette söz sahibi oldular.
‘ZİHNİYET TARİHİ YAZMAK LAZIM’
- Çok yakınlarında bulunan danışmanlarının profili de
değişiyor bu dönemde.
Bir zihniyet tarihi yazmak lazım. Zannediyoruz ki,
Sultanlar, vezirler mantıklı düşünen insanlardır. Saray-i Hümâyûn’da sultan ve
daha sonra valide sultanların sahneye çıkmasıyla çözülme başlıyor. 17. yüzyılda
dervişler, müneccimler iktidarı yönelten insanlar oldular.
- Valide sultanların devlette bir güç olarak ortaya çıkması
da bütün bu yeni profille bağlantılı olmalı aslında.
Şimdi üzerinde durduğumuz nokta, Tanrı’dan gelen mutlak
iktidarın sultanların elinden nasıl kayıp gittiğidir. Kendilerini işret
meclislerinden ayıramayan, şeyhlere tabi sultanlar döneminde iktidara Valide
Sultanlar ortak oluyor. Cariyelerle, şeyhlerle sultanın devlet idaresinde
hükümdar otoritesini kullanmaz hale getirdiler. O zaman valideler, fiilen bu
otoriteye ortak oldular.
İktidara ilk ortak olan Safiye Sultan’dır. Onunla valideler
devri açılır. Safiye Sultan, Nurbanu Sultan, I. Ahmed’in baş hasekisi Kösem
Sultan, Turhan Sultan fiilen iktidar sahibi oldular. Kösem akıllı, becerikli
bir kadın. Cariyenin ya da bir şeyhin tavsiyesiyle veziriazamlar atanmaya
başlandı.
‘TİMAR VE ZEÂMETLER CARİYELERE VERİLMEYE BAŞLANIYOR’
- Ya çocuk sultanlar?
I. Ahmed’den itibaren tahta geçen sultanlar çocuk veya genç
sultanlardır. Kösem, I. Ahmed’in baş hasekisi olarak yarım yüzyıl çocuklarını
tahta geçirecek, gerçek iktidar sahibi olacaktır. Timar ve zeâmetler cariyelere
verilmeye başlanıyor. Tabii sömürücü bir takım insanlar var, şair olsun şeyh
olsun kendi menfaatleri için yaklaştıkları sultanın iktidarını istismar
ediyorlar. I. Ahmed zamanında kötüye gidiş bürokratlarca ifade ediliyor. Onlar
vâlide sultanları sevmezler. Fâtih ve Süleyman dönemi kanunları ve idare
esasları terk olunmuştur.
RÜŞVET BİR MEVKİYE SAHİP OLMAK İÇİN TEK ARAÇ HALİNE GELİYOR
- Sistemde çok yönlü bir yozlaşma var...
Devletin gelirleri dumura uğruyor. Şahsi masraflar için
yağma ediliyor. Mesela timar sistemi için şu örneği verdik: timar ve zeamatler
cenk adamı sipahilerden çok saray adamları ve paşa hizmetlilerine veriliyor.
Diğer hususlarda da böyle.
Osmanlı’nın iltizam sistemi vardı. Maliye’de uygulanan bir
usuldü. Mültezim mesela her 3 ayda bir tahsil ettiği parayı getirip hazineye teslim
ederdi. Bu devirde birisi iltizamı üzerine alıyor, hayatı boyunca o iltizamı
istismar ediyor. Maliye’de, vergi tahsilatı saray sipahilerinin tekeline
geçiyor. İktidar ve gelir, kişisel menfaatler için kullanılıyor. Rüşvet bir
mevkie sahip olmak için yegâne vasıta haline geliyor.
‘ÇÖKÜŞTE 1584 ENFLASYONUNUN BÜYÜK PAYI VARDIR’
- Bir de Avrupa’da özellikle de İspanya’da başlayan mâlî bir
bozulma depreminin artçıları yaşanıyor Osmanlı’da, değil mi?
Evet. Bu bozuluş “tagayyür ve fesad” devri söz konusu olduğunda
samimi bürokratlar örneğin Maliye kaleminden Selâniki’nin yazdıkları önemli.
Vakanüvisler arasında ilk defa idarenin nasıl yozlaştığını açıklar Selâniki.
Kendisi Maliye kaleminden olduğu için bütün usulsüzlükleri yakından biliyor.
Büyük bir değişim olduğunun farkında.
Tam bu sıralarda, 1584’te bütün Osmanlı ekonomisini ve vergi
sistemini alt üst eden bir değişim oluyor. Batı’dan gelen ucuz gümüş, para
sistemi bozuyor. Enflasyon başlıyor. Askerin maaşının yarısı elden gidince
isyanlar başlıyor. Bozuluş devrinde 1584 enflasyonunun büyük bir payı vardır.
Sipahi ve yeniçeri isyanları, akça tağşişleriyle başlıyor. Bir eski sağ akça 8
yeni akçaya geçiyor. Dönemin kargaşasının bir temel özelliği burada
aranmalıdır.
Yeniçeri, sipahi isyanları başlıyor bu devirde. Ocakların bu
hoşnutsuzluğunu Valide Sultanlar, mazul vezirler iktidar için kullanmaya
başlıyorlar. Siyasetin en önemli konularından biri askeri ocakların
hoşnutsuzluğu.
OSMANLI TARİHİMİZ HURAFELERLE DOLUDUR
- II. Selim’in Kıbrıs
fethine çıkma sebeplerine dair çeşitli saptırılmış bilgiler var tarihimizde.
İlginç bir şekilde bu söylentiler dönemin Batı kaynaklarına kadar ulaşmış ve
hatta orada da neşredilmiş.
Maalesef bizim Osmanlı tarihimiz hurafelerle doludur ve o
hurafelere karşı düzeltme yaptığımız zaman genelde kabul görmez. Sözde mültezim
Yasef Nassi (Dom Joao Migas Mendes) Kıbrıs şarabını övmüş, “Kıbrıs şarabı
hiçbir yerde yoktur” demiş de bunun üzerine Selim adanın fethine karar vermiş.
Yasef Nassi, Ege’deki şarap iltizamını almıştı. Başka kimse haricen şarap
satamazdı. Onun Lehistan’a bin fıçı şarap gönderdiğini biliyoruz. Bundan
tevatür olarak sözde şarap için Kıbrıs’ı fethetmişiz.
Hâlbuki Mısır ve Ege Osmanlı’da. Rodos fethedilmiş. Rodos,
Mısır ile İstanbul arasındaki trafiği kontrol eden bir adaydı. Kânûnî
Belgrad’dan sonra ilk iş olarak orayı aldı. Rodos gibi Kıbrıs Venedik elinde.
Mısır ile olan ilişkiyi tehdit ediyordu. Rodos gibi Kıbrıs’ın da alınması
gerekli idi. Venedik gibi bir deniz devleti karşısında yüz bin kişilik bir
orduyu bir donanma ile adaya götürmekte büyük bir risk var. Fakat donanmayla
Lala Mustafa Paşa, orduyu Kıbrıs’a çıkarıyor.
‘KARŞILAŞTIRMALI KAYNAK ARAŞTIRMALARI YAPILMIYOR’
- Sizin detaylarıyla makalelerinizde anlattığınız bir mesele
daha var bu “hurafe” dizisinden. Osmanlı’nın ilk defa Avrupa’ya geçiş olayı...
Karşılaştırmalı kaynak araştırmaları yapılmıyor bizde.
Âşıkpaşazâde şöyle demiş, ya da Tâcüt-tevârih’de şöyle demiş, deniyor.
Rumeli’yi fethetmek için mehtaplı bir günde sala 40 kişi koymuşuz, onlar
Rumeli’ye geçmişler, fetih böyle başlamış. Böyle komik bir şey olur mu? Sarayda
bunun tablosunu bile yapmışlar. 40 kişi ay ışığında Rumeli’yi fethe gidiyor!
Aslında Düstûrnâme-i Enveri ve diğer Rum-Bizans ve Batı kaynakları
karşılaştırmalı kullanılınca olay tüm ayrıntıları ile ortaya çıkıyor. Bunu
Fransız âlimi Lemerle yaptı.
- Siz bölgede uzun araştırmalar da yaptınız, bütün bu yolu
dolaştınız.
Güney Marmara denizinde Eski-Kemer antik bir şehirdir, orada
Osmanlıların bir donanması vardı. Güney Marmara’da Osmanlı donanmasının üssü
Aydıncık ile beraber Kemer idi. Gemlik’ten başlayalım, Aydıncık’tan ileriye
gidelim, Karamürsel’e daha ileride Kemer üssü. Rumeli fethi üzerinde sahili
takip eden yol önemlidir. Kemer’den sonra yol Lapseki’ye iniyor. Lapseki’den
Gelibolu’ya geçiş var.
Rumeli fâtihi Süleyman Paşa, Kemer’de 3 bin kişilik bir ordu
hazırlamış, bunu karşı sahile, Bizanslıların tarafına sevk etmek için
Cenevizliler ile anlaşıyor. 1352’de Ceneviz’e karşı Venedik, İspanya, Katanlar
ve Bizans ittifakı var. Ceneviz, Osmanlı’ya yaklaştı. Çünkü Anadolu’dan
donanması için erzak alıyordu. Bir ittifak gerçekleşti (1352). Osmanlı, Ceneviz
donanmasını destekliyor her bakımdan. Ceneviz de o zaman gemileriyle
Osmanlıların Rumeli’ye geçişini kolaylaştırıyor.
Ceneviz’e 1352’te kapitülasyon vermişiz. Aslında
Osmanlı-Ceneviz askerî ittifakı var. 3 bin kişilik orduyu Ceneviz gemileri
naklediyor. Süleyman Paşa, Ceneviz gemileri ile karşı sahile çıkıyor. Bolayır’ı
fethediyor. Rumeli fethinde önemli olay, Bolayır’ın fethidir.
SOKOLLU’NUN TASFİYESİYLE FATİH GELENEĞİ YOK OLUYOR
II. Selim zamanında tecrübeli bir devlet adamı var: Sokollu
Mehmed Paşa. Sarhoş sultanın yanında devleti aslında O, idare ediyor. Sokollu
kendi iktidarını destekleyen bir grup hazırlamış. Tabii rakipleri var.
Veziriazam’ın mutlak iktidarı kıskanılıyor. Sokollu’yu öldürtüyorlar. Sokollu
bir suikastla bertaraf ediliyor. Sokollu’nun bertaraf edilmesiyle Fâtih’ten
beri gelen gelenek tamamıyla yok olmaya yüz tutuyor.
Prof. Dr. Halil İnalcık’la Osmanlı arşivlerinden çıkardığı
başta layihalar ve telhisler olmak üzere birinci dereceden kaynaklarla çizdiği
Osmanlı’nın çöküş portresini konuşmaya devam ediyoruz.
- Divân’ın işleyiş sürecinde güç dağılımı nasıl?
Veziriazam, “Vekîl-i Saltanat” sayılır. Padişahın tam iktidarı
elinde tuttuğu günlerde Divân-i Hümâyun sarayın divan kısmında toplanırdı.
Padişah, eskiden bu toplantılara başkanlık ederdi. Tüm işler onun huzurunda
görüşülürdü. Fakat sonradan sultanlar, Divân Hümâyun’u veziriazam başkanlığında
vezirlere bıraktılar. Kendileri sarayda kaldılar ve Divân üzerinde perdeli bir
pencerenin arkasında daima hazırmış gibi bulundular. Divân görüşmelerini
istedikleri zaman gelip dinliyorlardı.
Devlete ait bütün tasarruflar, veziriazâm kontrolündedir.
Ancak, bazı yetkileri padişah kendisinde tutmuştur. Mesela veziriazam bir
vezirin idamına karar verdiği zaman mutlaka padişahın emrini almak zorundadır.
Divan veziriazam, ikinci vezir, üçüncü vezir, dördüncü vezir, kadıaskerler,
Rumeli-Anadolu kadıaskerleri ve nişancıdan oluşur. Divan karar verdikten sonra
arz odasına gidilir. Padişah’a arz odasında divan kararları arz olunur. Son
karar padişahındır.
- Padişah’ın son karar mercii olması geleneğinin
kaybedilmesi nasıl gelişiyor imparatorlukta?
17. yüzyılda Divân kararları Valide Sultanlara arz olunuyor.
Tahta çıkan sultanların çocuk olması sebebiyle, çocuk padişah adına valide
sultan divandan gelen arz üzerine kararını yazıyor. Valide Sultan Kösem,
“Arslanım” diye andığı oğlu adına arz üzerine eliyle kararı yazıyor. Padişah’ın
doğrudan doğruya son karar mercii olmasının terki usulü böyle başlıyor. Kösem
Sultan’ın, Sultan Murad’ın çocukluğundaki telhislere emirlerini saray
arşivinden çıkardık. Kitabımızda yayınladık.
'KAFES SİSTEMİ, ŞEHZADELERİN DIŞ DÜNYAYLA İLİŞKİSİ
KESMİŞTİR'
- Kafes Sistemi, çöküşün başlangıcındaki etkin sebeplerden…
Çocuk sultanlar valideleri tarafından Kafes’ten alınıp tahta
çıkarılır oldu. Kafes şudur: Şehzade bir daireye yerleştirilir, yanına 2-3
cariye verilir, mutfağı falan vardır. Fakat dış dünya ile ilişkisi kesilmiştir.
Bazı şehzadeler idama götürülüyor korkusuyla padişahlıktan vazgeçmeye
kalkmışlardır. “Ben saltanat istemiyorum”, diye direnmiştir.
- Ekberiyyet sistemi, yani en büyük şehzadenin geçmesi de
böyle başlıyor.
I. Ahmed’den önce bütün şehzadeler sancaklara gönderilirdi.
Her biri ayrı bir sancağa. Aralarında mücadele oluyordu. I. Mustafa’nın tahta
gelmesi, padişah otoritesinin kaybolmasında başka bir merhaledir. Fakat diğer
taraftan Mustafa amca olduğu için eski saltanatın babadan oğula geçmesi prensibi
de bertaraf edilmiş oluyor. Zamanla hanedanın en yaşlı üyesinin tahta gelmesi
usulü ekberiyet kuralı yerleşecektir.
'YENİÇERİ OCAĞI, YENİ İKTİDAR MERKEZİ OLDU'
- II. Osman ise trajik sonuçla karşılacak…
Mustafa’dan sonra gelen sultan II. Osman gençti, yaşı 20’nin
altındaydı. Ayaklanan yeniçeriler tarafından feci şekilde katledildi.
Saltanatın yeniçerilerce kararlaştırılması, I. Selim zamanına kadar gider. O,
babası II. Bayezid’i tahttan indirirken yeniçerileri kullandı. Onlara
ulûfelerini yükselteceği vaadiyle Korkut’u ve Ahmed’i bertaraf etti.
Yeniçeriler Osman’dan sonra tekrar Mustafa’yı tahta getiriyorlar, onun da idare
edemediğini, devlet kararlarını cariyelere danışarak aldığını görüyorlar.
Yeniçeri Ocağı, yeni iktidar merkezi haline geliyor.
Yeniçeri tahakkümünü meşrulaştıran ikinci büyük otorite kaynağı olarak
Şeyhülislam’ı görüyoruz. İktidarı, devlet işlerinde son kararı veren Valide
Sultan yeniçeri ile işbirliği yapıyor. Valide Sultan, yeniçeri ve ulema ile
anlaşarak padişah otoritesini fiilen elde ediyor. Bu özellik Kösem zamanında
yerleşiyor. Osmanlı padişahı tipi artık fiilen ortadan kalkıyor. Yüksek
iktidarı belirleyen güç Valide Sultan, Yeniçeri Ocağı ile ulema oluyor. Köprülü
Mehmed, tüm iktidarı veziriazam kapısında merkezileştirdi. 1656’ya kadar devlet
iktidarı böyle bir grubun eline geçmiş bulunuyor.
'KÖSEM SULTAN, PADİŞAH ROLÜNÜ ÜSLENMEK İSTEDİ'
- Şeyhülislam’ın da Valide Sultan’ın etkisi altına girmesi
başka bir boyut getirecek çöküşe.
Valide Sultan, şeyhülislamların tayininde, azlinde önemli
rol oynuyor. Saray’ın iktidarını yürütmesi için kendine bağlı olan bir
Şeyhülislam tayin etmesi çok önemliydi. Mustafa’dan sonra Divân-ı Hümâyun’un
arzlarını tasdik eden devletin önemli işleri hakkında yapılan arzları okuyup
karar veren Kösem Sultan oldu. Kösem, özellikle oğlu IV. Murad’ın tahta
geçişiyle tam iktidara sahip oldu. Hatta bir ara, Divân-ı Hümâyun kararlarının
padişaha arz edildiği Arz Odası’nda hazır bulunmak istedi. Yani tam manasıyla
padişah rolünü üslenmek istedi. Veziriazam “bu kanuna aykırıdır” diyerek
güçlükle önledi bunu.
- Kösem Sulta, Milos’tan geliyor, Kiklat takımadalarından.
Kösem’in aslı Rum. Memleketinde küçükten Türkçe öğrenmiş
olmalı. Öteki valide sultanlar gibi değil, Türkçe biliyor. Kendisine divan
kararları veziriazam tarafından doğrudan bir telhisle arz ediliyor. O, arz
üzerine padişah adına Hatt-i Hümâyun yazıyor. Kendisine yapılan arzlardan başka
kendisi de doğrudan bir i’lâm ile emir verebiliyor. IV. Mehmed’in validesi
Turhan Sultan o kadar yetenekli değildi. Diğer valide sultanlar haremde
yetişmiş, devlet işlerinden anlamayan kadınlar. Fakat Kösem Sultan onlardan
farklı olarak devlet işlerini biliyor. Mesela Yemen’de bir isyan çıkmış; ona
arz ediliyor. “Yemen giderse, Mekke-Medine de tehlikeye girer, Yemen
kapısıdır”, diyor.
- Sonraki dönemlerde gücü nasıl kullanıyor Kösem?
Kösem Sultan’ın devlet içindeki bu faaliyeti I. İbrahim
zamanında devam ediyor. İbrahim onu sürgüne göndermek istiyor. O da yeniçeri
ocağıyla işbirliği yapıyor. Sarayda son kararı Kösem veriyor, dışarıda büyük
kuvvet, Yeniçeri Ocak ağalarıdır. Kösem işbirliği yapıyor. II. Osman’ın katli
üzerine Anadolu’da büyük bir isyan başlıyor: Abaza Mehmed Paşa isyanı. Bağdad,
Şah tarafından alınmış; Kösem Sultan, bu sorunla karşı karşıya. Küttâb,
bürokratlar bir kadının padişahlık otoritesini kullanmasını iyi karşılamıyor.
Bunu layihalardan, vakayinamelerden anlıyoruz. Son karar aslında Kösem’dendir.
Küttâb onu zikretmez. Vakayinameler bürokratların yazdığı eserlerdir.
Bürokratlar onu tanımak istemiyor. Ve tagallüb kelimesini kullanıyorlar.
Tagallüb demek, haksız tahakküm demektir. Yani hakkı olmadan
bir şeyi zorla ele geçirmesi demek. Kösem’in yeniçeri ile işbirliği, Sultan
İbrahim’in katliyle gerçekleşiyor. Kösem eskiden yeniçeri ağası olmuş üç Ocak
Ağası ile ittifak yapıyor. İktidar bu cuntanın eline geçiyor. Onların arasından
birisini, Kara Murat’ı Kösem veziriazam yapıyor. Murad, cahil bir adam, devlet
işlerini pek beceremiyor. Cunta 1648-1651 döneminde hâkimdir. Halk ayaklanması
ve Kösem’in katliyle cunta devri sona eriyor. Bu devirde yeniçeri ağaları,
Kösem ile yüksek iktidar sahibidir.
ÇOCUK SULTANLAR VE KAFES SİSTEMİ
Sultanların iktidarsız durumu 17. Yüzyıl Osmanlı tarihini
açıklar. Mustafa vardı, zayıf akıllı bir adamdı. II. Osman geleneği değiştirmek
istedi, yeniçeri zorbalığına karşı çıktı. Fakat o da kafasını kaybetti, ondan
sonra yine çocuk sultanlar geldi. IV. Murat tahta çıktığı zaman çocuktu. Çocuk
da olsa sultan sultandır. Yüksek iktidarı çocuk temsil ediyor, yani valide asla
hükümdar yerine geçemiyor. Çocuk Sultan yerine validesi hükümet işlerini
üzerine alıyor.
Sultan adına Kösem vezirlerin telhislerini alıyor. Çocuk
sultan adına hüküm veriyor. 17. yüzyılda Kadınlar Saltanatı’nın yerleşmesinin
başlıca nedeni art arda aklen zayıf ya da çocuk padişahların gelmesidir. Öte
taraftan saltanat veraseti kanununda değişiklik oluyor. Çocuk şehzadeler
sancağa gönderilmiyor, çocuklar sarayda kalıyor. Buna kafes usulü deniyor. I.
Mustafa’dan itibaren kardeşler arasında en büyüğünün sultan olması kaidesi
yerleşiyor. Bunu değişmez kanun haline getiriyorlar, yine de IV. Murat
kardeşlerini katletti. Bir sultan ölünce valide ve harem ağası kafese gider, en
yaşlı şehzadeyi alır, tahta çıkarır. Bu durum sultan iktidarını ortadan
kaldırıyor.
“KATİP ÇELEBİ, ÇOĞUNLUĞUN BENİMSEDİĞİ ÂDETLERİ ŞERİATA
AYKIRI SAYMAZ”
Mühimdir. O dönemde Katip Çelebi Osmanlı bürokratik
sistemini en iyi bilen ve bürokratik sistemi temsil eden ve risâlelerinde
savunan bürokrattır. Kadızâdeliler şeriatın hükümleri yerine getirilmiyor,
diyorlar. Mesela mezar taşına gidip dua etmek İslâm’a aykırıdır tasavvufa ve
şeyhlere karşıdır, diyorlar. Katip
Çelebi ne diyor? İslâm’da Hanefî mezhebinde İslâm toplumunun büyük bölümünün
benimsediği adetler, icmâ-i ümmet, dine aykırı sayılamaz. Müslüman toplumu hata
etmez, diyorlar. Hanefî mezhebi bunu kabul eder, fakat Hanbeli mezhebi icma
kabul etmez.
Mesela bugün Hanbeli mezhebinin hâkim bulunduğu Suudi
Arabistan’da hırsızın elini kesiyorlar. Osmanlı’da maslahat, icmâ hakim diyor
ki “bu toplumun kabul edemeyeceği bir şey, çünkü elini kesersen bu idamla
birdir. Hanefi mezhebini takip eden Osmanlı bu cezayı paraya çevirmiştir.
Toplumun benimsediği adetler –türbe ziyareti, vs- toplum tarafından inanılarak
benimsenmiştir. Dine aykırı olamaz, deniyor. Özetle Kâtip Çelebi, Müslüman
çoğunluğun benimsediği âdetleri şeriata aykırı saymaz.
-BİTTİ-
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder