13 Kas 2014

OSMANLI'DA ÇÖKÜŞ NEDENLERİ

‘Fâtih tarihimizde hiçbir sultanla kıyaslanamaz’

Prof. Dr. Halil İnalcık, Türkiye’de ve dünyada Osmanlı tarihinin her dalında mihenk taşı araştırmalara imza attı. Bir asra yaklaşan bir ömre sığdırdığı sayısız eserle Osmanlı İmparatorluğu’nun sırlarını gün yüzüne çıkararak adetea bir yap-bozun eksik parçalarını yerleştirerek resmin bütünü oluşturdu. Sadece Osmanlıca değil, farklı dillerden kaynakları da kullarak bu resmin oluşturulmasında karşılaştırmalı tarihçiliği kullandı. Ayrıca yanlış bildiğimiz pek çok olayın iç yüzünü de ortaya çıkarıp tarihte “hurafecilik” sisteminin sonunu getirmiştir. Hocamızla yeni yaşında Osmanlı’da çöküşün başlangıcını konuştuk. Üç günlük dizimizin ilk bölümüyle başlıyoruz.
- Hocam Devlet-i ‘Aliyye’nin birinci cildinde Osmanlı’nın Klâsik Çağı’nı ele almıştınız. Bu yıl yayınladığınız ikinci cilt ise, klâsik padişahlığın ortadan kalkması ve anarşi dönemini incelediniz. Devletin temel yapısındaki değişmenin ana teması neydi?
Devlet-i ‘Aliyye’nin II. cildinde üzerinde durduğum ana tema şudur: padişahın temsil ettiği yüksek iktidar, klâsik anlamda padişahlığın ortadan kalkmasıyla, iktidar başka ellere geçiyor. Padişahın mutlak iktidarını gasp ediyorlar. Bazen valide sultan oluyor; bazen veziriazamlar ya da yeniçeri ağaları oluyor. Temelde, Yavuz Selim ve Kanûnî’nin ilk devirlerinde iktidarını Tanrı’dan alan, bir padişah, bir hükümdar söz konusu. Bu iktidar ona Tanrı tarafından verilmiştir. Bu fikrin arka planına baktığımızda, Orta Asya Türk devletlerine kadar gider. Türklerin, İslâm kültürüne getirdikleri yeni bir devlet anlayışıdır bu. Hükümdar’a karşı gelmek Tanrı’ya karşı gelmek anlamındaydı.

MUTLAK HÜKÜMDARLIK ANLAYIŞININ BENİMSENMESİ

- Türklerin İslâmiyet’e geçmesiyle yeni kavramlar ekleniyor buna değil mi?
Türkler İslâmiyet’e geçince ayrıca buna İslâm’ın, gâzânın, şeriâtın müdafii “İmâm” sıfatı ekleniyor. Memlekette hangi mezhebin hâkim olacağını Sultan belirliyor. Orta Asya’dan gelen tanrısal iktidara sahip hükümdar, Osmanlı’da Fâtih Sultan Mehmed ile çok daha güç kazandı. Padişahlar arasında mutlak hükümdarlık kavramını ciddi olarak benimseyenler var: Yavuz Selim, Kanunî böyledir. Osmanlı Padişahı, “Sancâk-i Şerîf’i” sarayına getiriyor. Büyük bir sefere giderken Sâncâk-i Şerif ile gidiyor. Sancak, İslâm’ın en yüce sembollerinden biri. Devlet iktidarının İslâmî İmâm anlayışı, Orta Asya’dan gelen “Tanrı’dan kut almış hükümdar”, hakan kavramıyla birleşiyor.

- Bu ilk olarak nasıl ortaya çıktı?
Bunu tam olarak benimseyen Fâtih Sultan Mehmed’dir. Formüllerini de, şartlarını da Fâtih, kânûnnâme ile tespit etti. Fâtih’in bir devlet kânûnnâmesi var. Ayrıca topluma ait, vergilere ait sorunları içeren, ikinci bir kânûnnâmesi de var. Fâtih kanun yapıcı bir hükümdar. Her devirde Divân’da bu ideali benimseyen, bir grup küttâb bürokratlar var. Osmanlı Devleti’ni büyük devlet yapan bürokrasisidir. Yıldırım Bayezid zamanında Çandarlılar ile başlıyor. Bu gelişmiş bürokrasinin, 17. yüzyılda temelleri sarsılıyor, iktidar başka ellere, harem kadınlarına, yeniçeri ağalarına geçiyor. O zaman onların karşısında sesini yükseltenlerin hepsi bürokratlardır. Padişah’ı uyarmak için bürokratlar layihalar yazdılar. Katip Çelebi, Düstûrü’l-Amel adlı risâlesinde bunun üzerinde durur. Keskin bir görüşle Osmanlı İmparatorluğu’nun eski kudretini bu iktidar aşınmasıyla kaybettiğini ifade eder.

17. YÜZYILDA ‘İHTİYARLIK DEVRİNE’ GİRDİ

- Peki ne tavsiye ediyor?
Katip Çelebi’ye göre 17. yüzyılda, “Osmanlı ‘ihtiyarlık devrine’ girmiştir”, Fâtih’ten gelen geleneksel otoriteyi ihya etmek için yeniden bir Sâhibü’l-seyf gelmesini tavsiye ediyor. Kâtip Çelebi buhran zamanlarında sarayda toplanan mevşeret meclislerine davet ediliyor. Ona göre padişahların mutlak otoritesine sahip bir diktatör, bir Sâhibü’l-seyf, devleti kurtarabilir. Bu Fâtih’ten gelen eski bir gelenek. Kendisi büyük bir bürokrat, Hacı Hâlife olarak anılıyor. Bütün bürokratlar öyle bu devirde. Fâtih ile şekillenen Tanrı’dan gelen iktidarı korumak vazifesini benimseyen bir gruptur. 17. yüzyılda Kadınlar Saltanatı karşısında layihalarıyla uyarmak isteyen ve bu geleneği savunan insanlar, layihacılardır.

- Fâtih’in benimsediği hükümdarlık anlayışını biraz daha açarsak...
Eski Türklerden beri “taht ili” diye bir kavram var. İmparatorluğun belli bir bölgesi taht ilidir. Hakan’ın, hangi çocuğunun tahta geleceğini tespit eden bir kanun yoktur. Bunu Tanrı tayin eder inancı hâkim. Kurultay toplanınca çoğunluğun onayıyla hakan seçilir. Ya da kardeşlerin arasında savaş çıkar ki Osmanlı’nın tarihinde bu çok oldu. Tahta savaşla sahip olunur. Zafer Tanrı’nın hükmü sayılır.
Fâtih tarihimizde gelmiş geçmiş herhangi bir sultanla mukayese edilemez. Fâtih, Konstantinopolis’i fethedince kendisini imparatorların varisi saydı. Onun İran’a gönderdiği elçi Kirmânî, “benim sultanım, imparatorların altın tahtı üzerinde oturuyor”, demiştir. Fâtih, bir İslâm Sultanı’dır, bununla beraber Kayser-i Rûm’dur. Papa II. Pius kendisine epistola’yla, uzunca bir mektup yazıyor: “Evet, sen Roma İmparatoru olabilirsin, Doğu İmparatorluğu’nu ben sana tanırım. Ancak Hıristiyan olman şartıyla”. Fâtih’in bu mektubu okumadığı söylenir. Fâtih bundan haberdar olmalı.
Kendisi Trapezuntios, Rum ve İtalyan bir takım âlimi sarayında topluyor, onlarla münakaşa ediyor. Sarayında bir kütüphane kuruyor. Kütüphanede Hümanistlerin müracaat ettikleri Rum, Yunan eserlerini İslâm eserleriyle beraber kütüphanesinde topluyor. Çünkü, Kayserlerin taht-iline sahip olmuştur. Benimsediği hükümdarlık unvanı bunu açıklar: Sultan, Hakan ve Kayser.

ÖRFİ HUKUKTAN ŞERİATA KAYIŞ

- II. Bayezid ise daha dine dönük ve dünya imparatorluğu hayalinden uzak, değil mi?
II. Bayezid döneminde reaksiyonel bir tarih akışı var. Şeriatı ihya eden bir hükümdar olarak, yeni bir devlet anlayışı geliyor. Yavuz Sultan Selim ise çok farklıdır. O, Fâtih’i örnek alan bir sultandır. Zenbilli Ali Cemâlî Efendi’nin Şeyhülislâmlığı zamanında sarayda bir hırsızlık oluyor. Yavuz, 15-20 iç oğlanının idamını emrediyor. Etraftan şeyhülislama bunları kurtarması için şeriata başvurulması isteniyor. Şeyhülislâm Zenbilli Cemâlî Efendi, Yavuz’a “bu şeriata aykırıdır, bu suç toptan idamla karşılanmaz”, diyor. Yavuz, “Efendi, ben bu hükmü kendi hükümdarlık otoriteme göre veriyorum”, yanıtını veriyor. İdamları gerçekleştiriyor. 1600’lerde I. Ahmed zamanındaki Kânûnnâme-i Cedîd’de bütün bu örfî devlet kanunları için şeriat formülleri bulundu. Demek ki, Fâtih’in devlet ve kânun anlayışı kökünden değişmiştir.

- Kânûnî büyük dedesinden çok farklı bir profil sunacak oysa ki.
Sultanlık ve iktidar anlayışında önemli bir değişim var; bu Kânunî ile başlıyor. Kânunî ilk zamanlarında babası Selim’i takip ediyor, fakat Ebussuud’un kuvvetli etkisi altında. Fâtih Kânûnnâmelerini benimsiyor. II. Bayezid de, Kânûnî de Fâtih’in ortaya koyduğu kanunları devam ettiriyorlar. Süleyman Kânûnnâmesi aslında Fâtih Kânûnnâmesi’dir. Ancak Kânûnî’nin son zamanlarında siyaset değişmeye başlıyor, dinî, şer’î prensipler geliyor.

FÂTİH’İN ARKASINDA DOĞU ROMA VAR

Osmanlı padişahlığının oluşmasında Fâtih’in öncü olmasını unutmayalım. Fâtih’in seferleri arkasında Doğu Roma İmparatorluğu’nun ihyası fikri var, çünkü kendisini o İmparatorluğun vârisi sayıyor. Mesela Kırım’ın güneyi Bizans’a tabiiydi. Orayı aldı. Karadeniz’de hâkim oldu. Sonra İtalya’da, Apulya’da ilk seferi yaptı. Çünkü orası vaktiyle Bizans’a aitti. Osmanlı İmparatorluğu Tuna ile Fırat arasında ana çekirdek imparatorluk olarak Fâtih döneminde kuruldu. Trabzon’a uzandı. O dağları yaya aşmak zorunda kaldı. Kendisine vezirleri, “Sultanım kendinize niye bu kadar zahmet veriyorsunuz”, dediklerinde Fâtih, “Ben İslâmî gâzâyı temsil ediyorum, bu benim vazifemdir”, dedi. Ama aslen onun arkasında Doğu Roma var. Fâtih İslâm sultanı olduğunu da asla unutmadı.

FÂTİH’İN HÜKÜMDARLIK ANLAYIŞINDAN KOPUŞ

II. Bayezid devrinde Fâtih’in siyasetine, devlet anlayışına, devlet idealizmine karşı bir tepki var. II. Beyazid’i bir grup getirdi iktidara. II. Bayezid Üsküdar’a geldiği zaman kendisine yeniçeri mümessilleri, İshak Paşa başta olmak üzere devlet adamları, bir takım şartlar koydular. Bu koşullar Fâtih’in devlet anlayışı ve siyasetine aykırıydı. II. Bayezid şeriâtı ihya eden bir veli hükümdar sayıldı.
Fâtih Camii kütüphanesinin başına getirdiği Molla Lütfî bir filozof, matematikçi. Fâtih’in medreselerini kuran adam Ali Kuşçu bir astronom ve matematik bilgini. Gazali’nin İslam teolojisi meclislerde Fâtih’in nezaretinde toplanıp münakaşa ediliyor. İslâm’ın siyaset nazariyesi Fâtih zamanında en liberal şekilde uygulanıyor.
Bayezid döneminde Fâtih Camii’nin kütüphane müdürü Molla Lütfî At Meydanı’nda kâfir diye idam edildi. II. Bayezid’in uleması mutaassıp, Molla Lütfî’nin idamına fetva verdiler. Fâtih’in kurmak istediği devlet anlayışına aykırı bir devlet anlayışı hâkim. Kânûnî zamanında bu siyaset sürüyor. Kânûnî, Ebussuud’a bağlı. Molla Kâbız’ın idamı bu devirde. Fakat Fâtih’in kurmak istediği devlet sistemi bürokrasi devam etti. Osmanlı İmparatorluğu’nun uzun hayatını garanti eden Fâtih kânûnnâmeleridir. Devlet kanunlarıdır.


17. Yüzyılda şeyhler idarede ve siyasette söz sahibi oldular

Osmanlı tarihinin Türkiye’ve dünyada duayeni olarak kabul edilen Prof. Dr. Halil İnalcık’la dün başladığımız röportajımıza bugün devam ediyoruz.

- Geleneksel tarihlerde çöküşün başlamasını özellikle devlette Fâtih geleneğinin zayıflamasına bağlıyorsunuz, değil mi?
III. Murat, III. Mehmed de II. Selim gibi işret meclislerine düşkün genç adamlar. Kendilerini şehzadelikte alıştıkları hayattan kurtaramıyorlar. İşret meclisi vs. III. Murat gevşek bir padişah. Bir şeyhe bağlı. Dönemin sultanları, şeyhlerin duasıyla bu dünyada ve öteki dünyada saadete erişeceklerine inanırlar. 17. yüzyılda bunların örnekleri çoktur. Şeyhlerin bazıları samimi, bazıları hilekâr. Sultanların yanına nüfuz edip iktidarına ortak oluyorlar.
Fâtih döneminde bir Osman Baba vardı. Fâtih onu bertaraf etmek istedi. Osman Baba’nın Tanrı ile doğrudan ilişki kurabileceğine inanılıyordu. Azizlerin keşifleri Tanrı’dandır inancı vardı. 17. yüzyılda şeyhler kutsal kişiler sıfatıyla idarede ve siyasette söz sahibi oldular.

‘ZİHNİYET TARİHİ YAZMAK LAZIM’
- Çok yakınlarında bulunan danışmanlarının profili de değişiyor bu dönemde.
Bir zihniyet tarihi yazmak lazım. Zannediyoruz ki, Sultanlar, vezirler mantıklı düşünen insanlardır. Saray-i Hümâyûn’da sultan ve daha sonra valide sultanların sahneye çıkmasıyla çözülme başlıyor. 17. yüzyılda dervişler, müneccimler iktidarı yönelten insanlar oldular.

- Valide sultanların devlette bir güç olarak ortaya çıkması da bütün bu yeni profille bağlantılı olmalı aslında.
Şimdi üzerinde durduğumuz nokta, Tanrı’dan gelen mutlak iktidarın sultanların elinden nasıl kayıp gittiğidir. Kendilerini işret meclislerinden ayıramayan, şeyhlere tabi sultanlar döneminde iktidara Valide Sultanlar ortak oluyor. Cariyelerle, şeyhlerle sultanın devlet idaresinde hükümdar otoritesini kullanmaz hale getirdiler. O zaman valideler, fiilen bu otoriteye ortak oldular.
İktidara ilk ortak olan Safiye Sultan’dır. Onunla valideler devri açılır. Safiye Sultan, Nurbanu Sultan, I. Ahmed’in baş hasekisi Kösem Sultan, Turhan Sultan fiilen iktidar sahibi oldular. Kösem akıllı, becerikli bir kadın. Cariyenin ya da bir şeyhin tavsiyesiyle veziriazamlar atanmaya başlandı.

‘TİMAR VE ZEÂMETLER CARİYELERE VERİLMEYE BAŞLANIYOR’

- Ya çocuk sultanlar?
I. Ahmed’den itibaren tahta geçen sultanlar çocuk veya genç sultanlardır. Kösem, I. Ahmed’in baş hasekisi olarak yarım yüzyıl çocuklarını tahta geçirecek, gerçek iktidar sahibi olacaktır. Timar ve zeâmetler cariyelere verilmeye başlanıyor. Tabii sömürücü bir takım insanlar var, şair olsun şeyh olsun kendi menfaatleri için yaklaştıkları sultanın iktidarını istismar ediyorlar. I. Ahmed zamanında kötüye gidiş bürokratlarca ifade ediliyor. Onlar vâlide sultanları sevmezler. Fâtih ve Süleyman dönemi kanunları ve idare esasları terk olunmuştur.

RÜŞVET BİR MEVKİYE SAHİP OLMAK İÇİN TEK ARAÇ HALİNE GELİYOR
- Sistemde çok yönlü bir yozlaşma var...
Devletin gelirleri dumura uğruyor. Şahsi masraflar için yağma ediliyor. Mesela timar sistemi için şu örneği verdik: timar ve zeamatler cenk adamı sipahilerden çok saray adamları ve paşa hizmetlilerine veriliyor. Diğer hususlarda da böyle.
Osmanlı’nın iltizam sistemi vardı. Maliye’de uygulanan bir usuldü. Mültezim mesela her 3 ayda bir tahsil ettiği parayı getirip hazineye teslim ederdi. Bu devirde birisi iltizamı üzerine alıyor, hayatı boyunca o iltizamı istismar ediyor. Maliye’de, vergi tahsilatı saray sipahilerinin tekeline geçiyor. İktidar ve gelir, kişisel menfaatler için kullanılıyor. Rüşvet bir mevkie sahip olmak için yegâne vasıta haline geliyor.

‘ÇÖKÜŞTE 1584 ENFLASYONUNUN BÜYÜK PAYI VARDIR’

- Bir de Avrupa’da özellikle de İspanya’da başlayan mâlî bir bozulma depreminin artçıları yaşanıyor Osmanlı’da, değil mi?
Evet. Bu bozuluş “tagayyür ve fesad” devri söz konusu olduğunda samimi bürokratlar örneğin Maliye kaleminden Selâniki’nin yazdıkları önemli. Vakanüvisler arasında ilk defa idarenin nasıl yozlaştığını açıklar Selâniki. Kendisi Maliye kaleminden olduğu için bütün usulsüzlükleri yakından biliyor. Büyük bir değişim olduğunun farkında.
Tam bu sıralarda, 1584’te bütün Osmanlı ekonomisini ve vergi sistemini alt üst eden bir değişim oluyor. Batı’dan gelen ucuz gümüş, para sistemi bozuyor. Enflasyon başlıyor. Askerin maaşının yarısı elden gidince isyanlar başlıyor. Bozuluş devrinde 1584 enflasyonunun büyük bir payı vardır. Sipahi ve yeniçeri isyanları, akça tağşişleriyle başlıyor. Bir eski sağ akça 8 yeni akçaya geçiyor. Dönemin kargaşasının bir temel özelliği burada aranmalıdır.
Yeniçeri, sipahi isyanları başlıyor bu devirde. Ocakların bu hoşnutsuzluğunu Valide Sultanlar, mazul vezirler iktidar için kullanmaya başlıyorlar. Siyasetin en önemli konularından biri askeri ocakların hoşnutsuzluğu.

OSMANLI TARİHİMİZ HURAFELERLE DOLUDUR

-  II. Selim’in Kıbrıs fethine çıkma sebeplerine dair çeşitli saptırılmış bilgiler var tarihimizde. İlginç bir şekilde bu söylentiler dönemin Batı kaynaklarına kadar ulaşmış ve hatta orada da neşredilmiş.
Maalesef bizim Osmanlı tarihimiz hurafelerle doludur ve o hurafelere karşı düzeltme yaptığımız zaman genelde kabul görmez. Sözde mültezim Yasef Nassi (Dom Joao Migas Mendes) Kıbrıs şarabını övmüş, “Kıbrıs şarabı hiçbir yerde yoktur” demiş de bunun üzerine Selim adanın fethine karar vermiş. Yasef Nassi, Ege’deki şarap iltizamını almıştı. Başka kimse haricen şarap satamazdı. Onun Lehistan’a bin fıçı şarap gönderdiğini biliyoruz. Bundan tevatür olarak sözde şarap için Kıbrıs’ı fethetmişiz.
Hâlbuki Mısır ve Ege Osmanlı’da. Rodos fethedilmiş. Rodos, Mısır ile İstanbul arasındaki trafiği kontrol eden bir adaydı. Kânûnî Belgrad’dan sonra ilk iş olarak orayı aldı. Rodos gibi Kıbrıs Venedik elinde. Mısır ile olan ilişkiyi tehdit ediyordu. Rodos gibi Kıbrıs’ın da alınması gerekli idi. Venedik gibi bir deniz devleti karşısında yüz bin kişilik bir orduyu bir donanma ile adaya götürmekte büyük bir risk var. Fakat donanmayla Lala Mustafa Paşa, orduyu Kıbrıs’a çıkarıyor.

‘KARŞILAŞTIRMALI KAYNAK ARAŞTIRMALARI YAPILMIYOR’

- Sizin detaylarıyla makalelerinizde anlattığınız bir mesele daha var bu “hurafe” dizisinden. Osmanlı’nın ilk defa Avrupa’ya geçiş olayı...
Karşılaştırmalı kaynak araştırmaları yapılmıyor bizde. Âşıkpaşazâde şöyle demiş, ya da Tâcüt-tevârih’de şöyle demiş, deniyor. Rumeli’yi fethetmek için mehtaplı bir günde sala 40 kişi koymuşuz, onlar Rumeli’ye geçmişler, fetih böyle başlamış. Böyle komik bir şey olur mu? Sarayda bunun tablosunu bile yapmışlar. 40 kişi ay ışığında Rumeli’yi fethe gidiyor! Aslında Düstûrnâme-i Enveri ve diğer Rum-Bizans ve Batı kaynakları karşılaştırmalı kullanılınca olay tüm ayrıntıları ile ortaya çıkıyor. Bunu Fransız âlimi Lemerle yaptı.

- Siz bölgede uzun araştırmalar da yaptınız, bütün bu yolu dolaştınız.
Güney Marmara denizinde Eski-Kemer antik bir şehirdir, orada Osmanlıların bir donanması vardı. Güney Marmara’da Osmanlı donanmasının üssü Aydıncık ile beraber Kemer idi. Gemlik’ten başlayalım, Aydıncık’tan ileriye gidelim, Karamürsel’e daha ileride Kemer üssü. Rumeli fethi üzerinde sahili takip eden yol önemlidir. Kemer’den sonra yol Lapseki’ye iniyor. Lapseki’den Gelibolu’ya geçiş var.
Rumeli fâtihi Süleyman Paşa, Kemer’de 3 bin kişilik bir ordu hazırlamış, bunu karşı sahile, Bizanslıların tarafına sevk etmek için Cenevizliler ile anlaşıyor. 1352’de Ceneviz’e karşı Venedik, İspanya, Katanlar ve Bizans ittifakı var. Ceneviz, Osmanlı’ya yaklaştı. Çünkü Anadolu’dan donanması için erzak alıyordu. Bir ittifak gerçekleşti (1352). Osmanlı, Ceneviz donanmasını destekliyor her bakımdan. Ceneviz de o zaman gemileriyle Osmanlıların Rumeli’ye geçişini kolaylaştırıyor.
Ceneviz’e 1352’te kapitülasyon vermişiz. Aslında Osmanlı-Ceneviz askerî ittifakı var. 3 bin kişilik orduyu Ceneviz gemileri naklediyor. Süleyman Paşa, Ceneviz gemileri ile karşı sahile çıkıyor. Bolayır’ı fethediyor. Rumeli fethinde önemli olay, Bolayır’ın fethidir.

SOKOLLU’NUN TASFİYESİYLE FATİH GELENEĞİ YOK OLUYOR

II. Selim zamanında tecrübeli bir devlet adamı var: Sokollu Mehmed Paşa. Sarhoş sultanın yanında devleti aslında O, idare ediyor. Sokollu kendi iktidarını destekleyen bir grup hazırlamış. Tabii rakipleri var. Veziriazam’ın mutlak iktidarı kıskanılıyor. Sokollu’yu öldürtüyorlar. Sokollu bir suikastla bertaraf ediliyor. Sokollu’nun bertaraf edilmesiyle Fâtih’ten beri gelen gelenek tamamıyla yok olmaya yüz tutuyor.



Prof. Dr. Halil İnalcık’la Osmanlı arşivlerinden çıkardığı başta layihalar ve telhisler olmak üzere birinci dereceden kaynaklarla çizdiği Osmanlı’nın çöküş portresini konuşmaya devam ediyoruz.

- Divân’ın işleyiş sürecinde güç dağılımı nasıl?
Veziriazam, “Vekîl-i Saltanat” sayılır. Padişahın tam iktidarı elinde tuttuğu günlerde Divân-i Hümâyun sarayın divan kısmında toplanırdı. Padişah, eskiden bu toplantılara başkanlık ederdi. Tüm işler onun huzurunda görüşülürdü. Fakat sonradan sultanlar, Divân Hümâyun’u veziriazam başkanlığında vezirlere bıraktılar. Kendileri sarayda kaldılar ve Divân üzerinde perdeli bir pencerenin arkasında daima hazırmış gibi bulundular. Divân görüşmelerini istedikleri zaman gelip dinliyorlardı.
Devlete ait bütün tasarruflar, veziriazâm kontrolündedir. Ancak, bazı yetkileri padişah kendisinde tutmuştur. Mesela veziriazam bir vezirin idamına karar verdiği zaman mutlaka padişahın emrini almak zorundadır. Divan veziriazam, ikinci vezir, üçüncü vezir, dördüncü vezir, kadıaskerler, Rumeli-Anadolu kadıaskerleri ve nişancıdan oluşur. Divan karar verdikten sonra arz odasına gidilir. Padişah’a arz odasında divan kararları arz olunur. Son karar padişahındır.

- Padişah’ın son karar mercii olması geleneğinin kaybedilmesi nasıl gelişiyor imparatorlukta?
17. yüzyılda Divân kararları Valide Sultanlara arz olunuyor. Tahta çıkan sultanların çocuk olması sebebiyle, çocuk padişah adına valide sultan divandan gelen arz üzerine kararını yazıyor. Valide Sultan Kösem, “Arslanım” diye andığı oğlu adına arz üzerine eliyle kararı yazıyor. Padişah’ın doğrudan doğruya son karar mercii olmasının terki usulü böyle başlıyor. Kösem Sultan’ın, Sultan Murad’ın çocukluğundaki telhislere emirlerini saray arşivinden çıkardık. Kitabımızda yayınladık.

'KAFES SİSTEMİ, ŞEHZADELERİN DIŞ DÜNYAYLA İLİŞKİSİ KESMİŞTİR'

- Kafes Sistemi, çöküşün başlangıcındaki etkin sebeplerden…
Çocuk sultanlar valideleri tarafından Kafes’ten alınıp tahta çıkarılır oldu. Kafes şudur: Şehzade bir daireye yerleştirilir, yanına 2-3 cariye verilir, mutfağı falan vardır. Fakat dış dünya ile ilişkisi kesilmiştir. Bazı şehzadeler idama götürülüyor korkusuyla padişahlıktan vazgeçmeye kalkmışlardır. “Ben saltanat istemiyorum”, diye direnmiştir.
- Ekberiyyet sistemi, yani en büyük şehzadenin geçmesi de böyle başlıyor.
I. Ahmed’den önce bütün şehzadeler sancaklara gönderilirdi. Her biri ayrı bir sancağa. Aralarında mücadele oluyordu. I. Mustafa’nın tahta gelmesi, padişah otoritesinin kaybolmasında başka bir merhaledir. Fakat diğer taraftan Mustafa amca olduğu için eski saltanatın babadan oğula geçmesi prensibi de bertaraf edilmiş oluyor. Zamanla hanedanın en yaşlı üyesinin tahta gelmesi usulü ekberiyet kuralı yerleşecektir.

'YENİÇERİ OCAĞI, YENİ İKTİDAR MERKEZİ OLDU'

- II. Osman ise trajik sonuçla karşılacak…
Mustafa’dan sonra gelen sultan II. Osman gençti, yaşı 20’nin altındaydı. Ayaklanan yeniçeriler tarafından feci şekilde katledildi. Saltanatın yeniçerilerce kararlaştırılması, I. Selim zamanına kadar gider. O, babası II. Bayezid’i tahttan indirirken yeniçerileri kullandı. Onlara ulûfelerini yükselteceği vaadiyle Korkut’u ve Ahmed’i bertaraf etti. Yeniçeriler Osman’dan sonra tekrar Mustafa’yı tahta getiriyorlar, onun da idare edemediğini, devlet kararlarını cariyelere danışarak aldığını görüyorlar.
Yeniçeri Ocağı, yeni iktidar merkezi haline geliyor. Yeniçeri tahakkümünü meşrulaştıran ikinci büyük otorite kaynağı olarak Şeyhülislam’ı görüyoruz. İktidarı, devlet işlerinde son kararı veren Valide Sultan yeniçeri ile işbirliği yapıyor. Valide Sultan, yeniçeri ve ulema ile anlaşarak padişah otoritesini fiilen elde ediyor. Bu özellik Kösem zamanında yerleşiyor. Osmanlı padişahı tipi artık fiilen ortadan kalkıyor. Yüksek iktidarı belirleyen güç Valide Sultan, Yeniçeri Ocağı ile ulema oluyor. Köprülü Mehmed, tüm iktidarı veziriazam kapısında merkezileştirdi. 1656’ya kadar devlet iktidarı böyle bir grubun eline geçmiş bulunuyor.

'KÖSEM SULTAN, PADİŞAH ROLÜNÜ ÜSLENMEK İSTEDİ'

- Şeyhülislam’ın da Valide Sultan’ın etkisi altına girmesi başka bir boyut getirecek çöküşe.
Valide Sultan, şeyhülislamların tayininde, azlinde önemli rol oynuyor. Saray’ın iktidarını yürütmesi için kendine bağlı olan bir Şeyhülislam tayin etmesi çok önemliydi. Mustafa’dan sonra Divân-ı Hümâyun’un arzlarını tasdik eden devletin önemli işleri hakkında yapılan arzları okuyup karar veren Kösem Sultan oldu. Kösem, özellikle oğlu IV. Murad’ın tahta geçişiyle tam iktidara sahip oldu. Hatta bir ara, Divân-ı Hümâyun kararlarının padişaha arz edildiği Arz Odası’nda hazır bulunmak istedi. Yani tam manasıyla padişah rolünü üslenmek istedi. Veziriazam “bu kanuna aykırıdır” diyerek güçlükle önledi bunu.

- Kösem Sulta, Milos’tan geliyor, Kiklat takımadalarından.
Kösem’in aslı Rum. Memleketinde küçükten Türkçe öğrenmiş olmalı. Öteki valide sultanlar gibi değil, Türkçe biliyor. Kendisine divan kararları veziriazam tarafından doğrudan bir telhisle arz ediliyor. O, arz üzerine padişah adına Hatt-i Hümâyun yazıyor. Kendisine yapılan arzlardan başka kendisi de doğrudan bir i’lâm ile emir verebiliyor. IV. Mehmed’in validesi Turhan Sultan o kadar yetenekli değildi. Diğer valide sultanlar haremde yetişmiş, devlet işlerinden anlamayan kadınlar. Fakat Kösem Sultan onlardan farklı olarak devlet işlerini biliyor. Mesela Yemen’de bir isyan çıkmış; ona arz ediliyor. “Yemen giderse, Mekke-Medine de tehlikeye girer, Yemen kapısıdır”, diyor.

- Sonraki dönemlerde gücü nasıl kullanıyor Kösem?
Kösem Sultan’ın devlet içindeki bu faaliyeti I. İbrahim zamanında devam ediyor. İbrahim onu sürgüne göndermek istiyor. O da yeniçeri ocağıyla işbirliği yapıyor. Sarayda son kararı Kösem veriyor, dışarıda büyük kuvvet, Yeniçeri Ocak ağalarıdır. Kösem işbirliği yapıyor. II. Osman’ın katli üzerine Anadolu’da büyük bir isyan başlıyor: Abaza Mehmed Paşa isyanı. Bağdad, Şah tarafından alınmış; Kösem Sultan, bu sorunla karşı karşıya. Küttâb, bürokratlar bir kadının padişahlık otoritesini kullanmasını iyi karşılamıyor. Bunu layihalardan, vakayinamelerden anlıyoruz. Son karar aslında Kösem’dendir. Küttâb onu zikretmez. Vakayinameler bürokratların yazdığı eserlerdir. Bürokratlar onu tanımak istemiyor. Ve tagallüb kelimesini kullanıyorlar.
Tagallüb demek, haksız tahakküm demektir. Yani hakkı olmadan bir şeyi zorla ele geçirmesi demek. Kösem’in yeniçeri ile işbirliği, Sultan İbrahim’in katliyle gerçekleşiyor. Kösem eskiden yeniçeri ağası olmuş üç Ocak Ağası ile ittifak yapıyor. İktidar bu cuntanın eline geçiyor. Onların arasından birisini, Kara Murat’ı Kösem veziriazam yapıyor. Murad, cahil bir adam, devlet işlerini pek beceremiyor. Cunta 1648-1651 döneminde hâkimdir. Halk ayaklanması ve Kösem’in katliyle cunta devri sona eriyor. Bu devirde yeniçeri ağaları, Kösem ile yüksek iktidar sahibidir.

ÇOCUK SULTANLAR VE KAFES SİSTEMİ

Sultanların iktidarsız durumu 17. Yüzyıl Osmanlı tarihini açıklar. Mustafa vardı, zayıf akıllı bir adamdı. II. Osman geleneği değiştirmek istedi, yeniçeri zorbalığına karşı çıktı. Fakat o da kafasını kaybetti, ondan sonra yine çocuk sultanlar geldi. IV. Murat tahta çıktığı zaman çocuktu. Çocuk da olsa sultan sultandır. Yüksek iktidarı çocuk temsil ediyor, yani valide asla hükümdar yerine geçemiyor. Çocuk Sultan yerine validesi hükümet işlerini üzerine alıyor.
Sultan adına Kösem vezirlerin telhislerini alıyor. Çocuk sultan adına hüküm veriyor. 17. yüzyılda Kadınlar Saltanatı’nın yerleşmesinin başlıca nedeni art arda aklen zayıf ya da çocuk padişahların gelmesidir. Öte taraftan saltanat veraseti kanununda değişiklik oluyor. Çocuk şehzadeler sancağa gönderilmiyor, çocuklar sarayda kalıyor. Buna kafes usulü deniyor. I. Mustafa’dan itibaren kardeşler arasında en büyüğünün sultan olması kaidesi yerleşiyor. Bunu değişmez kanun haline getiriyorlar, yine de IV. Murat kardeşlerini katletti. Bir sultan ölünce valide ve harem ağası kafese gider, en yaşlı şehzadeyi alır, tahta çıkarır. Bu durum sultan iktidarını ortadan kaldırıyor.

“KATİP ÇELEBİ, ÇOĞUNLUĞUN BENİMSEDİĞİ ÂDETLERİ ŞERİATA AYKIRI SAYMAZ”

Mühimdir. O dönemde Katip Çelebi Osmanlı bürokratik sistemini en iyi bilen ve bürokratik sistemi temsil eden ve risâlelerinde savunan bürokrattır. Kadızâdeliler şeriatın hükümleri yerine getirilmiyor, diyorlar. Mesela mezar taşına gidip dua etmek İslâm’a aykırıdır tasavvufa ve şeyhlere karşıdır, diyorlar.  Katip Çelebi ne diyor? İslâm’da Hanefî mezhebinde İslâm toplumunun büyük bölümünün benimsediği adetler, icmâ-i ümmet, dine aykırı sayılamaz. Müslüman toplumu hata etmez, diyorlar. Hanefî mezhebi bunu kabul eder, fakat Hanbeli mezhebi icma kabul etmez.
Mesela bugün Hanbeli mezhebinin hâkim bulunduğu Suudi Arabistan’da hırsızın elini kesiyorlar. Osmanlı’da maslahat, icmâ hakim diyor ki “bu toplumun kabul edemeyeceği bir şey, çünkü elini kesersen bu idamla birdir. Hanefi mezhebini takip eden Osmanlı bu cezayı paraya çevirmiştir. Toplumun benimsediği adetler –türbe ziyareti, vs- toplum tarafından inanılarak benimsenmiştir. Dine aykırı olamaz, deniyor. Özetle Kâtip Çelebi, Müslüman çoğunluğun benimsediği âdetleri şeriata aykırı saymaz.

-BİTTİ-

Hiç yorum yok: