Başbakan Davutoğlu, Akil İnsanlar Heyeti ile bir toplantı yaptı. Bilenlere göre “akil” yiyici demekmiş ama biz elbirlik anlamış görünüyoruz. Bu heyeti Akıllılar Heyeti olarak anladık ve öylece kabul ettik.
Biz de fazla uzatmayalım, ama Daavutoğlu’nun ‘dakka bir gol bir’ hesabı, Akıllılar’a ayıp ettiği notunu düşelim. Dedi ki bizim akla değil vicdana ihtiyacımız var! Akıllılar buna alındılar mı bilmem. Belki bir de Vicdanlılar Heyeti’miz olur.
Olur ya da olmaz; olan bir şey varsa o da TC Başbakanlık makamının akıl ile değil vicdan ile, yani insani olanın ilahi derinliğiyle iş görmek istediği. Vicdan konusu Tanrısal boyutuyla pek ilginç bir konu. Davutoğlu, moderniteyi de onun “akli” omurgasını da sevmiyor. Kadim dediği zamanların “nakli” omurgası temel olsun istiyor.
Davutoğlu bu konuşmasında bir kez bile “ülkemiz, yurdumuz, vatanımız” demedi, hep “bu topraklar, bu coğrafya” dedi. Bir kez bile “ulusumuz, milletimiz, Türk milleti” demedi; hep “biz, bu toprakların çocukları,” dedi. Sanki “bu topraklar” şimdi kendisinin değilmiş gibi, “bu toprakların çocukları”nın yurdu/ülkesi/vatanı değilmiş gibi konuşmak neyin nesi? “Bu topraklar”ı seviyor besbelli, ama sahiplenmesi için daha zaman gerekiyormuş gibi konuşması sizce ilginç değil mi?
Çözüm süreci için “milli, yerli” bir iş der demez “milli derken o anlamda demiyorum, yerli demek istiyorum, yerli” diyerek kendi ağzına hemen acı biber sürdü.
Davutoğlu’nun zamanı bölümlemesi akademik ölçülere pek uygun değil. Ona göre zaman üç bölümlü. Birincisi “kadim”; başlangıcı belirsiz ve sonu modernite dediği ikinci bölümde. Modernite genellikle 17. yüzyıldan başlatılır; olsun olsun 500 yıl. Üçüncü dilimi ise küreselleşmeye veriyor; 1980’den bugüne. Toplamı henüz 35 yıl bile değil. Birinci dilim binlerce yıllık “kadim”; ikincisi yarım bin yıllık modernite; üçüncüsü çeyrek yüzyıllık küreselleşme.
Küreselleşmeyi “twetter’ gibi tekniklerle örneklendiriyor; moderniteyi ulusçulukla insanlığı bölen arıza sayıyor; ne varsa “kadim”de var diyor. Kadim ise sis perdesi altında. Kastettiği “ancient” ise, Milattan Önce dönemleri olsa gerek. Putperest ve Yahudi inancı var; ama moderniteye gelinceye kadar 1.500 yıllık dönemi, Hristiyanlık ve Müslümanlık dönemini silmiş olamaz. Kadim zaman moderniteye kadar sürdüğüne göre bu dilim de dahil olmalı.
Davutoğlu, “bu topraklarda” çözüm sürecinin bir ayağının Tarihdaşlık olduğunu söylüyor. Tarihdaşlığın zamanı asıl olarak “kadim”den ibaret. “Şehirler” diyor. Başka kıtalarda olmayan ikibin üçbin yılı aşan şehirler bu topraklarda; işte bizim kadim tarih ortaklığımız.
Devlet demiyor; devletleri uygarlığın birincil göstergesi saymıyor. Göçebelik demiyor; besbelli Türkler gibi göçebe toplumları kadimin tarihdaşlık yaratan zeminlerinden biri olarak görmüyor. Göçebelik, şehir, devlet... Bunlar üçbin beşbin yıllık tarihte ne sıralı ne atlamalı ortak değere sahip. Davutoğlu’nun zihninde sadece “şehir” var. “Bu topraklar”ın şehirleri üzerine düşünmemiz gerekecek.
Davutoğlu, “bu topraklarda” çözüm sürecinin ikinci ayağının ise Vatandaşlık olduğunu açıklıyor. “Kadim ve bugünkü siyasal birlikteliğin ancak ve ancak bize biçilmiş deli gömleklerini aştığımız, tabularını yıktığımız zaman gerçekleşeceğine dair olan inancım tamdır.” Deli gömleği uluslar ve ulus devlettir. Tabular Türk ya da Ortadoğudaki arap vatandaşlıkları sistemidir desek, doğru tahminlerde bulunmuş olur muyuz dersiniz?
Sayın Başbakan’ın bilgi referanslarıyla düşünce çerçevesi, kısacası zihniyetinin ne olduğu sorusu üzerinde durmaya değer bir konudur. Davutoğlu’nun konuşmasına bir akademisyen gözüyle baktım. Gördüğüm şey, düşünce referanslarının herhangi bir bilimsel çerçeveye ait olmadığıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder