Osmanlı döneminde kız istemeye giden analar, oğullarını övmek için “Kuzumun ne içkisi, ne sigarası, ne kumarı (ve genelevi kastederek) ne de başka kötü alışkanlıkları var. Maaşı şu kadar, rüşveti bu kadar!” derlerdi. Rüşvet, Osmanlı’nın kanına işte böylesine işlemişti.
Konu rüşvet olduğuna göre, Prof. Dr. Ahmet Mumcu’nun “Osmanlı Devletinde Rüşvet” (İnkılap Yayınevi) adlı kitabını anmamak, onu kaynak almamak olanaksız.
Çoğu padişah, kendilerine de pay ayıracaklarını (haraç ödeyeceklerini) bildikleri için sadrazamların, vezirlerin rüşvet almalarına göz yumardı. Bu yönden hiç kaygıları yoktu: Nasıl olsa, boyunlarını vurdurdukları zaman servetlerine de el koyuyorlardı.
Valide Sultanlar, Hanım Sultanlar, Hasekiler masekiler de rüşvet alırlardı. Ve asıl korkuncu, XVII. yüzyıldan itibaren silahtar, mirahor, bostancıbaşı ve kapıcıbaşından oluşan “mansıb (makam, rütbe), rüşvet ve iltizam (vergi toplama) ticareti saltanatı” idi.
Osmanlı döneminde sadrazamların, vezirlerin, padişah analarının, karılarının, hemşirelerin yaptırdığı külliyelerin, camilerin, hastanelerin, medreselerin, hayratların temel harcında mutlaka rüşvet olarak haram paraları vardır. Osmanlı Dönemi’nde rüşvet neredeyse “Helâl” mertebesindedir.
Günümüz Osmanlıperestlerı de elbette atalarının izinden gidecektir.
[(Bir on altıncı yüzyıl vezirinin serveti hakkında):
Her biri imzalı ve imzasız değerli bir hattat elinden çıkmış, 8000 Mushafı şerif
Elyazması 5000 kitaplık bir kütüphane, 170 nefer köle
2900 baş katır, 80.000 sarıklık tülbent, 780.000 altın, 5000 hil’at, değerli kumaştan yapılmış
1100 adet altın üsküf, 2000 zırh, 600 gümüş eyer, 500 elmaslı altın eyer, 130 çift altın üzengi, 860 adet kabzaları elmaslı kılıç, 1500 gümüş tuğulga (miğre), 1000 gümüş şeşper, 33 parça gayet değerli elmas, 1000 yük külçe gümüş
Anadolu’da ve Rumeli’de 1000 çiftlik, Anadolu’da ve Rumeli’de 467 çark değirmen.
Peçevî, Paşa’nın saraylarının ve çiftlik binalarının değerli döşemesi, dayaması, paha biçilmez halılar ve kilimler, binlerce top değerli kumaş, altın ve gümüş mutfak takımlı kıymetli Çin, Japon ve Türk porselen; fildişinden, altından elmaslı satranç takımları, altın ve gümüş şamdanlar ve “tuhaf ve küçük armağanlar” adı altında toplanan öteki değerli nesneler için “hesabı tutulmamıştır” diyor. 50 milyon altını buluyordu paşanın bıraktığı servet toplam olarak.
Aslı Hırvat idi Paşanın; saraya memleketinden bir devşirme oğlan olarak, belki de yalınayak getirilmişti.
Anımsa o derin anlamlı atasözünü hemen ey gafil: Zenginin malı züğürdün çenesini yorar. Haksızlar mı şimdi efendilerin “Etrak’i biidrâk”, “Türk-i bed-lika”, “Çoban köpeği şeklinde bir Türk-ü sütürk” ve “Hilekâr Türk” derlerse sana?]
Konu rüşvet olduğuna göre, Prof. Dr. Ahmet Mumcu’nun “Osmanlı Devletinde Rüşvet” (İnkılap Yayınevi) adlı kitabını anmamak, onu kaynak almamak olanaksız.
***
Osmanlı’nın sadece kadıları, subaşıları, sübyan mektebi hocaları, tarikat şeyhleri, müftüleri, şeyhülislamları, vezirleri, sadrazamları değil, padişahları bile rüşvet alırdı, afiyetle rüşvet yerdi. Osmanlı’da ve Müslüman âleminde “Kursağımıza haram lokma girmemiştir!” böbürlenmesi bir kuyruklu yalandan ibarettir. Araplar “Bahşiş” almadan parmağını oynatmaz. Avrupalı seyyahların kaleme aldığı Osmanlı’yla ilgili bütün kitaplarda, rüşvete ayrılmış özel bir bölüm mutlaka vardır. Çoğu padişah, kendilerine de pay ayıracaklarını (haraç ödeyeceklerini) bildikleri için sadrazamların, vezirlerin rüşvet almalarına göz yumardı. Bu yönden hiç kaygıları yoktu: Nasıl olsa, boyunlarını vurdurdukları zaman servetlerine de el koyuyorlardı.
Valide Sultanlar, Hanım Sultanlar, Hasekiler masekiler de rüşvet alırlardı. Ve asıl korkuncu, XVII. yüzyıldan itibaren silahtar, mirahor, bostancıbaşı ve kapıcıbaşından oluşan “mansıb (makam, rütbe), rüşvet ve iltizam (vergi toplama) ticareti saltanatı” idi.
Osmanlı döneminde sadrazamların, vezirlerin, padişah analarının, karılarının, hemşirelerin yaptırdığı külliyelerin, camilerin, hastanelerin, medreselerin, hayratların temel harcında mutlaka rüşvet olarak haram paraları vardır. Osmanlı Dönemi’nde rüşvet neredeyse “Helâl” mertebesindedir.
Günümüz Osmanlıperestlerı de elbette atalarının izinden gidecektir.
***
Her biri imzalı ve imzasız değerli bir hattat elinden çıkmış, 8000 Mushafı şerif
Elyazması 5000 kitaplık bir kütüphane, 170 nefer köle
2900 baş katır, 80.000 sarıklık tülbent, 780.000 altın, 5000 hil’at, değerli kumaştan yapılmış
1100 adet altın üsküf, 2000 zırh, 600 gümüş eyer, 500 elmaslı altın eyer, 130 çift altın üzengi, 860 adet kabzaları elmaslı kılıç, 1500 gümüş tuğulga (miğre), 1000 gümüş şeşper, 33 parça gayet değerli elmas, 1000 yük külçe gümüş
Anadolu’da ve Rumeli’de 1000 çiftlik, Anadolu’da ve Rumeli’de 467 çark değirmen.
Peçevî, Paşa’nın saraylarının ve çiftlik binalarının değerli döşemesi, dayaması, paha biçilmez halılar ve kilimler, binlerce top değerli kumaş, altın ve gümüş mutfak takımlı kıymetli Çin, Japon ve Türk porselen; fildişinden, altından elmaslı satranç takımları, altın ve gümüş şamdanlar ve “tuhaf ve küçük armağanlar” adı altında toplanan öteki değerli nesneler için “hesabı tutulmamıştır” diyor. 50 milyon altını buluyordu paşanın bıraktığı servet toplam olarak.
Aslı Hırvat idi Paşanın; saraya memleketinden bir devşirme oğlan olarak, belki de yalınayak getirilmişti.
Anımsa o derin anlamlı atasözünü hemen ey gafil: Zenginin malı züğürdün çenesini yorar. Haksızlar mı şimdi efendilerin “Etrak’i biidrâk”, “Türk-i bed-lika”, “Çoban köpeği şeklinde bir Türk-ü sütürk” ve “Hilekâr Türk” derlerse sana?]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder