26 Nis 2013

Dinci tahakküme karşı çıkışın prototipi olarak Ebu Zer

Kur’an’ın getirdiği din, insanoğlunu iki tahakkümden kurtarmayı amaçlamaktadır: 1. Servet tahakkümü, 2. Saltanat tahakkümü.

 
Kur’an bu iki tahakkümü dışlayacak ilkeyi iki kelimeyle koymuştur: “el-mülkü lillah.” Yani toprakta mülkiyet ve saltanat Allah’ındır. Bu ilke, Kur’an’ın bildirdiğine göre, bütün peygamberli dinlerin esasıdır. Bu dinler adına gündem yapılan ne varsa, bu esasa yaradığı sürece makbuldür. Arap-Emevî dinciliği, bu esasa dayalı kaydırılmış bir ‘sözde İslam’ yarattı ve Müslümanların kaderini bu ‘sözde İslam’a bağladı.

 
İslam mesajının esası, ezilenlerin ezenlere karşı korunmasıdır; ezmeyi dine dayandırmak için Allah ile aldatmak değil. Bu gerçek, daha ilk günden anlaşıldığı için, Kur’an mesajına ilk karşı çıkanlar, Mekke oligarşisi yani Mekke’nin müşrik kodamanları oldu.

 

“Müşrik kodamanlara ‘diğer insanların inandığı gibi siz de inanın’ dendiğinde onlar, ‘Düşük seviyeli, beyinsizlerin inandığı gibi biz de mi inanalım?’ demişlerdir.” (Bakara, 13)

 

Kur’an müşrik zihniyete karşı mücadelesinin esasını ve insanlık dünyasına gelişinin amacını ifadeye koyarken bir varlık yasası halinde şunu söylemektedir:

 
“Biz istiyoruz ki, yeryüzünde ezilip horlananlara bağışta bulunalım, onları önderler yapalım, onları mirasçılar haline getirelim. Ve yeryüzünde onlara imkân ve kudret verelim.” (Kasas, 5-6)

 
Hz. Muhammed’in Kur’an mesajı etrafında, Mekke kodamanlarının aşağıladığı ezilip itilmiş mazlum insanlar toplandı. Bu çaresiz insanlar, Mekke oligarşisine vücut veren servet babası kodaman takımın karşısına dikiliyordu. İslam mesajı başarılı olup Kur’an dini bütün Arap Yarımadası’na yayılınca, bu dine kılıçlarıyla ilk karşı çıkan Mekke oligarşisi de yeni dine katıldı. Ve doğal olarak, İslam’ın ilk bağlıları olan ezilmiş kitle ile İslam’a zaferi gerçekleştikten sonra girenler, daha doğrusu girdiğini söyleyenler birbirine zıt iki ayrı cephe oluşturdu.

 

Bu iki cephenin, ilk Müslümanlar olan ezilip horlananlar ekibinin başını Ali çekmekteydi. Ali, ilk günden itibaren ve bütün İslam tarihi boyunca, ezilip horlananların önderi, ilham kaynağı olarak benimsendi. Bu ezilip horlananların tam karşısındaki eski aristokrat yeni ‘sözde Müslüman’ ekiplerin başını ise başlangıçta Ebu Süfyan, daha sonra da onun oğlu Muaviye çekti. Bir de bu iki zıt kitle arasında ‘orta kitle’ vardı ve onu Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Ubeyde bin el-Cerrah temsil ediyordu.

 

EBU ZER KİTABIMIZIN DEVRİM NİTELİĞİNDEKİ VURGUSU

 
Üçüncü halife Osman, Ebu Süfyan-Emevî ekibinin mümessili olarak rol aldı. Emevî ekibi, İslam’a ilk günlerinde savaş açmış olanlar ekibiydi. Manzaranın bugüne kadar sürüp gelen şekli, İslam’ı bir dinsel Arap ideolojisi olarak algılayan Arapçılar ve Arapçılıkla, İslam’ı bir evrensel hak ve insanlık dini olarak algılayan Antiarap unsurlar arası mücadele tablosudur. Unutmayalım ki, bu tablonun bir yanı olan Ali-Ehlibeyt ekibi, İslam’ın ilk zamanındaki insanî ruhunu temsil edenler ekibidir. Bu ekibin öncü isimleri arasında, ilk on Müslüman içinde yer alan Ebu Zer, Ammâr bin Yâsir ve Selman Farisî de vardır. (Ayrıntılar için Kâmil Mustafa Şeybî’nin el-Fikru’ş-Şîî ve’n-Nezeâtu’s-Sûfiyye adlı eseri okunmalıdır.)

 

Bin yılı aşkın bir zamanlık Müslüman tarih, Arap-Emevî idealini İslam perdesi altında sürdürenlerin galibiyet, egemenlik, tahakküm ve büyük ölçüde de zulümleriyle öne çıkan bir tarih oldu. Ne yazık ki, Müslüman Türk tarihi diye andığımız tarih de büyük kısmıyla bu tarihin bir uzantısıdır. Ve bu tarih, aynı karakterini büyük ölçüde bugün de sürdürmektedir. Bu sözde İslam’a karşı sosyal düzendeki yozlaşmayı hareket noktası yaparak mücadele verenlerin ilham kaynağı, prototipi, öncüsü Ebu Zer el-Gıfârî’dir.

 

Ebu Zer’in, Ali ve Ehlibeyt önderlerinde olduğu gibi siyasal bir talebi olmadığı için, bize göre, onun Emevîliğe karşı çıkışı Ali ve Şiasının karşı çıkışından çok daha önemlidir.

Hiç yorum yok: