"Neo-liberal saldırının ilk tarihsel evresine sendikal
hareketin krizi damgasını vururken, bugün giderek yeni ve yenileyici dinamikler
öne çıkıyor. Bir bütün olarak emek hareketinin bu tarihsel evresinde ortak
bilinç ve kararlılık, stratejik taktik yaklaşımlar, politik-pratik- örgütsel
girişimler nasıl üretilecek? Sendikal hareketin geleneksel kurumlarının
yetmezliği nasıl giderilecek, kısır döngüler nasıl kırılacak? Emek hareketinin
kamu ve işçi sendikaları olarak parçalanmışlığı nasıl aşılacak? Bunlar, bu sürecin
öne çıkardığı sorunların sadece birkaçı." Geçtiğimiz hafta sonunda Emeğin
Hakları Forumu'nda iki gün boyunca çok sayıda sendikacı ve akademisyen
tarafından bu sorunlar masaya yatırıldı ve tartışıldı. İki gün sonunda bir
sonuç bildirgesi yayınlandı ve tüm tartışmaların kitaplaşması karar altına
alındı.
İçinden geçilen süreçte emek haklarının nasıl tahrip
edildiğinin tartışıldığı toplantıda birçok soruna parmak basıldı. Bunlardan en
önemlisi, çok ciddi bir eksiklik ya da politikasızlık olarak, emek örgütlerinin
yeni anayasa çalışmalarında hiçbir şekilde taleplerini açıkça ve güçlü olarak
gündeme getirmedikleridir. Bazı konfederasyonların ve sivil toplum
kuruluşlarının anayasa çalışma komisyonuna talep ve görüş iletmiş oldukları,
fakat bu görüşlerini kamuoyu ile paylaşmadıkları belirtildi.
EMEKÇİLER BASKI ALTINDA
Neo-liberal politikalarla emekçiler yoksullaştırılırken,
sürecin topluma kabul ettirilmesi araçları olarak dinsel ve milliyetçilik vb
gibi kimlikler üzerinden emekçiler üzerinde baskı oluşturulmaktadır. Böylece,
neo-liberal politikaların toplumda oluşturduğu sorunlar giderilmemekte, fakat
yönetilmeye çalışılmaktadır. Aynı şekilde, yoksulluk giderilmemekte,
sürdürülebilir hale getirilmekte, işsizlik giderilmemekte, sürdürülebilir hale
getirilmektedir.
Sistemin yerleştirilmesinde yönetim metodolojisi olarak
hegemonya ilişkisi kullanılarak, şiddet ve baskı araçları sıkça devreye
sokulmakta, sisteme direnenler üzerinde linç kültürü uygulanmakta ya da özel
yetkili mahkemeler devreye alınarak bazı gurup veya kesimler dışlanmakta ve
karar mekanizmalarının dışına çıkarılmaktadır.
EMEK SERMAYENİN EMRİNE
6356 sayılı yasa ile yapılan düzenlemeler, 2023 yılını hedef
alarak, emek dünyasında yeni yapılanmayı gerçekleştirme adımıdır. Bu
yapılanmada taşeronlaşma, kiralık ya da ödünç emek gücü istihdamı, geçici işçilik,
asgari ücretin bölgelere göre belirlenmesi ve böylece ortalama ücret üzerinde
baskı oluşturmak ve kıdem tazminatının tırpanlaması gibi emeğe mutlak saldırı
anlamında düzenlemelere yer verilerek, tümü ile sermaye ve uluslararası
emperyalizmin emrinde bir emek dünyası yaratılma yoluna gidilmektedir.
Emek dünyasına getirilen tüm bu ve benzeri yaygın
saldırıların geçmişin sendikal yapıları ve klasik sendikal mücadele yöntemleri
ile aşılamayacağı artık anlaşılmıştır. Bu durumda, emek mücadelelerinin tarihinden
edinilen bilgilerin de ışığı altında yeni bir sendikal hareketin başlatılması
ve bu hareketin fiili mücadele ile desteklenmesi kaçınılmaz görülmektedir. Bu
mücadelenin özde toplumun diğer kesimleri ile bütünleşmiş devrimci mücadele
niteliğinde olması da kaçınılmaz görülmektedir.
SALDIRI UZUN DÖNEMLİ
Ekonomik ve sosyal olaylar, görüntü boyutları ve arka
planları olarak genellikle ikili yapıya
sahiptir. Örneğin, sosyal demokrasiyi emek haklarına yönelik saygın politika
olarak görmek görüntü ile aldanmaktır. Zira, İkinci Paylaşım Savaşı ile
1970'lere dek Batı toplumlarında yaygın olarak uygulanmış olan sosyal
politikaların aslında komünizm korkusundan ve yoğun emekçi mücadelelerin
sonucunda uygulamaya koyulmuş geçici ve uzun dönemde sermaye yanlı politikalar
olduğu görülmeli idi. Aynı şekilde küreselleşme politikalarının da
enternasyonalizm türü bir demokratikleşme akımı olarak değil, tüm yer kürenin
üretim ve tüketim merkezi olarak merkez sermayenin emrine tahsisi uygulaması
olduğu görülmelidir. Neo-liberal politikaların da, tüm aldatıcı kavramlarına
rağmen, emek dünyasına ve insanlığa sermayenin saldırı programı olarak görmek
gerekmektedir. Bu durumda, söylem ve politikaların yaydığı yanıltıcı görüntü
ile aldanmayıp, soyut düzlemde sistemin ve işleyiş mekanizmalarının kavranması
ve karşıt politikaların buna göre üretilmesi kaçınılmaz görülmektedir. Böylesi
stratejik mücadelede ilk hedef kaybedilen mevzileri geri almak olmakla berber,
bu mevziler geri alınıyor olsa dahi, uzun dönemde sisteme yönelik mücadelenin
hedefte olması asla unutulmamalıdır. Zira saldırı kısa dönemli ve konjonktürel
nitelikli olmayıp, uzun dönemli ve sistemiktir. Bu itibarla sistemin ana
hedefte olması kaçınılmazdır. Böylesi topyekûn bir mücadelenin, sendikal
düzeyde tabandan başlatılıp, tüm toplum kesimleri ile elele yürütülmesinin
gerekliliği, başarı şansı açısından kaçınılmazdır.
İki gün boyunca yapılan tartışmalara şu ilaveleri yapmak
yararlı olur kanaatindeyim. Emekçiler, sermayeye karşı mücadele etmeye
yeltenirken, kendi mevzilerinden de çıkmak niyeti taşımamaktalar. Oysa,
tarihsel sürece bakarsak, ilk dönemlerdeki "insan", feodalite ile
"köle" ya da "serf", kapitalizmle de"emekçi"
olmuştur. İnsan'ın emekçi'ye dönüş(türül)mesi, sistemin kapitalizme dönüşmesini
ifade eder. Kapitalizmin zulmünden kurtulmak için sisteme karşı çıkılırken,
aynı zamanda emekçi kimliğinden insan kimliğine dönüşüm yapmak gerekir. Benzer
durum emekçilerin devamlı olarak geçmiş dönemin sosyal demokrasi programı
özlemi içinde devamlı olarak neo-liberal politikalara çatmalarında da
görülmektedir.
Oysa, her iki program da, sermayenin farklı zaman
dilimlerindeki durumu ve gereksinimlerine göre şekillendirilmiş kapitalizm
programlarıdır. Politikaların sosyal demokrasiden günümüzdeki neo-liberal
uygulamalara dönüştürülmüş olması sermayenin çıkarı ve direktifleri
doğrultusunda sahneye sürülmüştür. Sermaye, gücüne dayanarak sahneye sürdüğü
neo-liberalizme karşı çıkarak sosyal demokrasi talebi geliştirilmesi tarihi
geriye yürütmek demektir. Sermayenin konumu, gereksinimi ve gücü itibariyle,
emperyalizme eklemlenmiş çevresel konumlu bir ekonomide böylesi geri dönüş hem
olanaksız hem de anlamsızdır. Bu itibarla, bir gecede olamayacağı bilinci ile,
mücadelede nihaî hedefin sistem olması kaçınılmazdır. Ancak, doğal olarak,
günlük mücadelelerle bazı hak koparmalarına çalışmak kaçınılmaz ve zaruridir.
Ne var ki, sosyal demokrasi uygulamalarında olduğu gibi, bazı hakların
kazanılması ile rehavete kapılmamak esas olmalıdır.
Not: Değerli okuyucular, kısmen dalgınlığım, kısmen işler
dolayısıyla geçen sefer yazı göndermeyi ihmal etmişim. Sonradan fark ettim. Bu
hata için özür dilerim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder