23 Ekim 2018 Salı akşamı Ankara’da İnsan ve Hikmet Vakfı’nın daveti üzerine “Dünyevileşme ve Ahlak” üzerine bir konuşma yaptım ve ardından düşündüm ki o konuşmanın özünü/özetini burada aktarayım. Birçok meşhur hadis kitabında az çok farklı varyantlarıyla nakledildiğine göre Hz. Peygamber, “Dünyada sanki bir garip/yabancı yahut yoldan gelip geçen kimse gibi ol ve kendini kabir ehlinden say” (kün fi’d-dünyâ ke-enneke garîbün ev âbiru sebîlin ve udde nefseke min ehli’l-kubûr) buyurmuştur. Bu hadisteki mesaj hâl-i hazırda içinde yüzüverdiğimiz dünyevileşme ve derin ahlaksızlık derdinin devasıdır. Ama devanın deva olabilmesi ve işlevini yerine getirebilmesi için öncelikle “dert” diye bir şeyin mevcudiyetini kabullenmek gerekir. Bugünkü genel ahvâlimiz ve dünyayı algılama şeklimiz, kelimenin tam manasıyla dertsizlikle mualleldir. Kendimize dert edindiğimiz hemen her şey, dünyevileşme konusundaki performans eksikliğinden ibaret, dense yeridir.
***
Dünyevileşme özellikle Mekkî surelerde sıkça bahis konusu edilen bir dert ve musibettir. Hümeze 104/2-3. ayetlerdeki “Habire servet biriktirir ve gidip gelip biriktirdiği serveti hesap eder. Zanneder ki malı-mülkü, serveti kendisini sonsuza dek yaşatacaktır” ifadesinden, Beled 90/6. ayetteki “Bunca servet harcadım” diye övünür” ifadesine, Fecr 89/17-20. ayetlerdeki “Hak-hukuk gözetmeden mirasları yer yutarsınız ve malı-mülkü alabildiğine seversiniz” ifadelerinden, Tekâsür 102/1-4. ayetlerdeki “Daha çok mal mülk ve dünyalık sahibi olma sevdası sizi fena oyaladı. Belli ki bu oyalanış kabirleri boylayacağınız vakte kadar sürüp gidecek…” ifadelerine varıncaya değin bütün bu ilâhî beyanlar ve uyarılar dünyevileşme musibetiyle ilgilidir. Kur’an’ın bu musibetle ilgili uyarıları miladi yedinci yüzyıldaki nüzul ortamında Kureyş’in kodaman müşriklerine yöneliktir. Fakat bugünkü güncel hayat akışımız ve hayata bakış tarzımız dikkate alındığında, Kur’an’ın dünyevileşme konusunda uyardığı müşriklere benzer bir ahval ve şerait içinde olduğumuzu anlamak çok zor olmasa gerektir.
Dünyevileşme yolunda kat ettiğimiz mesafeyi idrak hususunda ahiret inancımızı ve ölüm algımızı kendi kendimize muhasebe etmek kafidir. Şundan eminim ki bugün ölüm ve ahiretten söz açıldığında sayısız müslümanın adeta ödü kopuyor. Çünkü dünya ve dünyevi hayat bize vazgeçilmez, terk edilmez bir şey olarak görünüyor; çünkü tûl-i emeller bizi bekliyor. Amiyane tabirle, hemen hepimiz “Daha karpuz kesecektik” dercesine yaşamayı tercih ediyor. Hâl böyle olunca ölüm ve ahiret bize ürküntü veriyor. Hele bir de korku filmi gibi vaaz edebiyatıyla şekillenen ahiret tasavvuru hesaba katıldığında, günümüz müslümanı, “Keşke imkân olsa da dünyaya kazık çaksak” diye düşünmeden edemiyor. Ölüm ve ötesi hayli karanlık bir manzara arz ediyor. Zira dünyevi hayat sicili hayli bozuk görünüyor; mevcut sicille ilâhî huzura çıkmak pek mümkün gözükmüyor. Bu yüzden de ölüm mukadder olmasına rağmen hiç ölmeyecek gibi yaşama tercihi ön plana çıkıyor. Günümüzde pek çok müslüman ölüm ve ahiret korkusunu az çok def etmek için metropollerdeki yığınların arasına akmaya, milyonlarca insan arasına kaynayıp varoluşun gerçek hikayesini ve nihai gayesini bilerek isteyerek kendine unutturmaya çalışıyor. İşte böyle süflî ve perişan bir halde yaşanan dünyevileşme tecrübesi kaçınılmaz olarak ahlaksız kişilikler üretiyor. Çünkü dünyevileşme tecrübesinde hayat başta insanın kendi varlığı olmak üzere değer içerikli her şeyi harcayıp tüketmek üzere yaşanıyor. Benliğin kenarında köşesinde kalan az buçuk ahlâkî kaygılar ise teleolojik referanslı olduğu için, ahlâkî bir fiil söz konusu olduğunda pek çoğumuz “Sonuçta benim bundan çıkarım ne?” sorusuna odaklanıyor. Bu odaklanış bilahare bencillik (egoizm), faydacılık (pragmatizm) ve araçsalcılığı (enstrümentalizm) davet ediyor. Oysa Kant Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi adlı eserinde şöyle diyor: “Öyle davran ki bu davranışında insanlığı hem kendinde hem de diğer insanların her birinde her zaman bir amaç olarak algılayasın; asla bir araç olarak kullanmayasın.”
***
Hülasa, dünyevileşme ve derin ahlaksızlık derdinin devası, Hz. Peygamber’in, “Dünyada sanki bir yabancı/garip yahut yoldan gelip geçen kimse gibi ol ve kendini kabir ehlinden say” hadisindeki derin mesajı özümsemekten geçiyor. Ancak bu mesajı özümsemek için, dünyaya hak ettiği değerden fazla ne verdiysek behemehal geri almamız, ardından ahirete itikat yerine iman etmek gerekiyor. Zira itikat denen şey gönülde değil zihinde mekân tuttuğu ve “kanaat”ten pek farklı bir anlam taşımadığı için ne iman ne ahlak ne de ahlâkî dindarlık üretiyor. Üretse üretse din adına hamaset ve yobazlık üretiyor. Bu yüzden, “Ey iman edenler! Allah’a… iman edin!” (Nisâ 4/136) mealindeki ayette buyrulduğu gibi, iman iddiasında bulunmak ve itikadı iman sanmak yerine hakiki iman ve halis ahlak sahibi olmak gerekiyor. Bunun için de dünyada tıpkı bir garip/yabancı gibi olmak, yani derviş gibi yaşamak en azından bana göre en iyi seçenek gibi görünüyor. Ancak bu seçenek “bir lokma bir hırka” felsefesini teşvik anlamına gelmiyor; dünyaya mesafe bilinciyle yaşamak gerektiğine işaret ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder