10 Ara 2013

Dünya ile aynı kazanda kaynadığımızın farkında mısınız?

Toplumlar, dünya ile bölüştükleri bilgi arttıkça uygar oluyor. Bizim halk Avrupa tarihini bilmez. Savaş sırasında Libya’nın nerede olduğunu bilenlerin de pek az olduğunu televizyonda izlemiştim. Bu, gazete bile okunmadığını gösterir.
Okuma özürlü bir halk. Alfabe bilmeyenden okumayana doğru bir gelişme. Cehaletin tipik gösterileri İslamda ortak: Fakirlik ve demokrasi yokluğu, çağdaş öğretimin gelişememesi ve dünyadan habersiz yaşama. Onun için dünya karga sürüsü gibi başımızda.

Türk halkı tarihini bilmiyor. Ama Osmanlı tarihi merakı evlere şenlik. Osmanlı hikâyeleri gerçek tarihi öğrenmemek için tam bir uyku hapı ödevi görüyorlar. Osmanlıcılara Vahdettin’den 3. Ahmet’e kadar sultan adlarını bir sorun! Toplum belleği günlük gazete haberleri kadar kısa. Haberler trafik kazaları, seks ve reklamlarla karışık bir kırmızı ışık gösterisine döneli, politik söylemin içeriği de reklama dönüştü.

Dünyayı cennet gibi sunan sahtekârlara aşağıdaki soruları sormak gerek:
Neden on binlerce insan Pakistan’dan, Afganistan’dan, Irak’tan, İran’dan kalkıp, ölümü göze alarak, Avrupa kapılarına dayanıyor?
Neden Türkler Avrupa’ya çalışmaya gidiyorlar?
Neden Şiilerle Sünniler, Müslüman zencilerle Hıristiyan zenciler, Hindularla Müslümanlar birbirlerini öldürüyor?
Neden birtakım sapıklar kadınları öldürüyor?
Neden Norveçli, Amerikalı beyin yoksulları, okul gençlerini silahla tarıyor?
20. yüzyıl 150-200 milyonluk bir cinayet serisiyle kapandı. Komünizm tükendi. Kaddafi, Sarkozy, Berlusconi gittiler. 1950’den bu yana CHP yalnız başına iktidara gelemedi. Amerika’da beyaz cumhurbaşkanı bile yok. Bir tarım ülkesi olan Türkiye’de tahıl kalmadı, hayvan kalmadı, neredeyse soğan bile ithal edilecek. Bir yüz yıldır alıştığımız eşyalar da yok oldu. Daktilo makinesi, dijital olmayan fotoğraf makinesi kalmadı. Her şey bu denli hızlı yok oluyor ve buna kolaylıkla alışılıyorsa hiçbir şey önemli değil. Mustafa Kemal önemli değilse, Obama ya da Erdoğan neden önemli olsun?
Birbirlerini izleyen savaşlar ve ekonomik krizlerle kavrulan insanlar cinneti cennete çeviren yalanlara nasıl inanıyorlar?
Ekranlar, reklamlar, gazete ve dergiler, neden sırıtan sahtekârlarla dolu?
Bunca beyin yıkama neden hâlâ gelecek korkusunu ortadan kaldırmıyor?
Bu kadar ürkek insanlar neden birbirlerini tehdit ediyorlar?
Neden Amerikalılar drone’larla Pakistan sokaklarında adam öldürüyor, Kuzey Koreliler atom füzeleri üretiyorlar?
İsrail Gazze’yi, Hamas İsrail’i bombalıyor. Çinliler Sudan’da arazi satın alıyorlar. Zengin Araplar paralarını Türkiye’ye yatırıyorlar. Polisler ayakta duran ve şarkı söyleyenleri gazlıyorlar. Gazeteler ve televizyonlarda cinayet, skandal, hırsızlık haberleri sabah kahvaltısı olarak insanlara sunuluyor. Mayaların nerede yaşadığını bilmeyen gariban insanlar, Maya takviminden etkilenip Şirince’de arsa alıyorlar. İnsanlar, kovalanan tavuklar gibi, oradan oraya kaçıyor.
Dünya böyle değil mi? Yoksa hayal mi görüyorum?

  • Sapık bir dünya

Bankalar, şirketler her yıl kâr ilan ediyor, otomobillerin yeni modelleri önünde kuyruklar uzanıyor, yüzme havuzlu ve güvenlikli siteler, futbol maçları ve cennet reklamları görsel yaşamımızı esir alıyor. Fakat pahalılık ve işsizlik her yıl artıyor. Meydanlar protestocularla dolu. Savaş, cinayet, terör, beyin yıkayan tüketim programları ve politik yalanlar. Bu aklını yitirmiş sapık bir dünya değilse nedir? Bir deliler evi kadar mantığı var insanlığın. Cahil toplumların kafasını karıştıran propaganda furyası, geleceğe ilişkin doğru bir öngörü geliştirmelerine olanak vermiyor. Bu olaylar dünyanın sonu değil. Fakat sonu gelen bir düzenin işaretleridir.
Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bir yüzyılda 200 milyon insan öldüren bir dünya da insanlar hâlâ savaş programları yapıyorlarsa bu sapık bir dünya düzenine işaret etmiyor mu? Ölüm programları yapan insanlar uygar olamaz. Ancak aptal olur. Dünya yollarında bir yılda 1.700.000 insan öldüren motorlu aracın hâlâ insanların gözbebeği olması ölümü kanıksamış bir kültürün işaretinden başka ne olabilir? Geç kapitalizmin temeli olan gelir eşitsizliği ancak savaş üretebilir. Her şey sömürüyü uzatmak için planlanmıştır.
Peki, insanlığın geleceği için namuslu bir programı kim yazacak? Uluslar topluluğu bunu yapamaz. Her ulusal toplum kendi içinde bunu çözmek zorunda.
Azgelişmiş toplumun sorunu da burada başlar. Dünyadan soyutlanmak olanaksız. Herkes her şeyden haberdar. Herkes tüketim hastası. Ama bir uygarlık standardı dünyaya dayatılmış. Fakat ona ulaşma yolları ve yöntemi için bir örnek yok. Batı’nın yüzlerce yıllık deneyimini Osmanlı iki yüz yıla bile sığdıramamıştı. Yanıtlamamız gereken, cahil bir toplumu dünya ile ortaklık yapabileceği bir bilgi, aydınlanma, davranış ve üretim düzeyine çıkarmanın yolunu bulmaktır. Cumhuriyet ve laik düzen bunu çözmek için örgütlenmişti. Cumhuriyetin ivmesi bizi İslam dünyasının en ileri toplumu yaptı. Fakat kendimizi bir Japonya, Çin ya da Kore düzeyine çıkaramadık.

  • Artık taklitle yaşayamayız

Şimdi ileriye yeni bir atılım daha yapmamız gerekirken geriye dönmeye çalışıyoruz. Öğrenmemiz gereken bir şey var: Türkler yerleşik düzene geçtiklerinden bu yana her şeyi ithal ederek yaşamışlar. Göçerlikten bu yana yerleşik toplumlardan dinden tarıma her şeyi alarak düzenlerini kurup yürütmüşler. Bunda büyük bir esneklik ve başarı da göstermişler. Her tarih aşamasında simbiyotik bir yaşam geliştirmişler. Uzun ömürlü bir toplum. Dilini koruduğu ve geliştirdiği için Türk.
Fakat bugün ulaştığımız uygarlık çağı taklitle yaşamaya elverişli değil. Taklidin sonu kölelik. Köle olmadan yaşamak yaratıcı olmayı gerektiriyor. Cahil, fakir, azgelişmiş, dış ve iç politik baskılar altında büyük bir toplum. Güzel, birleştirici, gelişmiş bir dilimiz var. Kentlere göçmüşüz, ama daha kentli olamadık. Fakat Türkiye’nin partili ve yalaka olmayan aydınları var. Dünya ile iletişimleri, entelektüel düzeyde iyi.
Toplumun temel sorunu öğretimin yozluğu. Kurumlar var. Politik nedenlerle yozlaşmış öğretim programları ve akademisyenler çağdaş teknolojiyi üretecek düzeyde değil. ARGE’ye ayrılan bütçe, üniversitelerin bütçeleri, TÜBİTAK’ın desteklediği projeler, TÜBA’nın yok edilmesi, iklim ve enerji alanında sözden öteye gitmeyen tutumlar, Türkiye’nin teknolojik geleceği için hiçbir umut vermiyor.
Yakın gelecekte yaşamı sürdürme, uygun teknolojiye-teknoloji bilime-bilim özgür araştırmaya- özgür araştırma politikadan bağımsız olmaya bağlı. On yıl sonra toplumun yaşayıp yaşamaması bilim adamının özgürlüğüne dayalı. Başka koşul yok. İlk ve tek amaç bilgi toplumu. İçeriğini, enerjide, üretimde ve iklimsel değişmelerdeki öngörebilecek bilim adamları saptayacak. Arkasında tertemiz bir politik irade!
Geçmişten alınacak bir ders söz konusu değil. Fetih yok. Sömürge de yok. Türkiye’de Osmanlı nüfusunun birkaç katı insan yaşıyor. İstekleri eskinin bin katı. Halk kırda değil kentlerde. Geleceğin doğru sayısal öngörülerini yapacak bilim adamlarını bir araya getirmek gerek. Seçenler politikacılar olmayacak. Politikacının tek rolü, bu çabaların arkasında duracak iradeyi toplayıp yönlendirmesi.
Bu mekanizma ancak bilime özgürlük tanıyan bir demokraside olabilir. Gelecek için bilimsel bir program her şey yok olabilir. Bunu elde etmenin yolu toplumun bilinçlenmesinden geçiyor. Çünkü politik iradeyi o saptıyor.
Sahte demokrasi, 21 yüzyılda cahil toplumların mezarı olabilir.

On yıl sonra toplumun yaşayıp yaşamaması bilim adamının özgürlüğüne dayalı. Geleceğin doğru sayısal öngörülerini yapacak bilim adamlarını bir araya getirmek gerek. 
19 Temmuz 2013 / Cumhuriyet

Hiç yorum yok: