30 Eki 2014

Ve Şah…

ekmeleddin ile ilgili görsel sonucuSeçimden önce tek yazı yazmadım Anglo-Sakson aşısına dair. Aşı diyorum; zira başka türlü, bu kadar rahat kazanamazdı bizim oğlan… Hatta bir ara, “seçimden bir gün evvel Ekmel efendi lehine çekilir mi acaba?” diye düşündüm. Çünkü o kadar “efendi” kokuyorlardı ki her ikisi de… Biri, biraz daha okumuşu.

Anglo-Sakson Efendi, kırk yılda kurduğu cemaati bile önüne attı bizim oğlanın. Nedenini bilmiyorum ama 140 ülkede yapılanmış bir hareketini feda ettiğine göre, önemli bir gaye var işin ucunda. Kaleni veriyorsan, Şah’a hazırlık var demektir.

Ve Şah…

Bu Şah’ı perdeleyemez veya tehdit oluşturan taşı ekarte edemezsek, mat olduk demektir. Çünkü kaçacak yerimiz yok, kaçmaya niyetimiz de…

Peki, bu stratejik akıl yürütmeyi kim yapacak?

Muhalefet mi?

Onlar efendinin verdiği her yemi yutacak kadar öngörüsüzler. Değil birkaç hamleyi, bir adım ötelerini görecek ferasetten yoksunlar. Düşmanın düşmanından medet umar haldeler. Cemaate, Mart sonunda yayınlamaktan vazgeçtikleri kaseti, neden yayınlayamadıklarını soramayacak kadar da güveniyorlar.

Bakın ilk açıklamalarına! Yüzsüz ve pişkin tavırlarla, bizlerle alay edercesine “kaybetmedik” diyorlar. Siz hangi durumda kaybettiniz ki zaten? Kaybetmeyi, bir kez olsun kaybetmeyi göze almış olsaydınız bu gün bu hallerde olur muyduk?

En azından, “hırsızlığı tescillenmişlerin düzenledikleri seçimleri protesto ediyoruz, kendin çal kendin oyna” diye bilselerdi, her şey farklı olurdu. Ama maaşlar ve konaklar ve pahalı takım elbiseler vardı… Atatürk ve Cumhuriyet bekçiliği gibi onurlu bir misyonun konu mankeni olmak vardı… Neden kaybetsinler diki bunca itibar ve servet ve apoleti… Nede olsa seçim kaybetmekle, kendileri hiçbir şeylerinden olmuyorlar.

Olan, her şeyini umuda bağlayan milyonlara oluyor nasılsa… Olan gözünü kaybedenlere oluyor ve gencecik hayatlarını…

Bir de utanmadan oy kullanmayanları aşağılıyorlar… Hiç sormuyorlar, Cumhuriyet mitinglerine katılarak, gezi eylemlerinde işkencelere maruz kalarak her şeylerini riske atan Cumhuriyet evlatlarından bir kısmı, neden sandığa gitmediler diye…

Tatil için mi?

Böyle düşünüyorsanız, bu halkı hiç tanımamışsınız demektir. Bu halk “Ergenekoncu” damgası yiyerek sürüldü… Muhalif olduğu için işinden kovuldu… Hapislere girdi…

Çocukları kendileri içerdeyken büyüdü… Gezi’de iki ağaç için kör oldu, dayak yedi, gaz yedi… Yıllardır birileri domuz gibi semirirken geçim sıkıntısıyla boğuşuyor… Sırf “hala varız” diyebilmek için… Çocuklarımıza “siz de böyle onurlu duruş sahibi olun, varsın yoksullukla, hapisle, zorbalıkla gelsinler” diyebilmek için… Şimdi kalkmış 12 yıldır sizi, yenileceğinizi bile bile, her defasında kerhen ve istemeye istemeye desteklemiş bu halkı aşağılıyorsunuz…

Ben dahi kerhen ve istemeden oy verdim Anglo-Sakson efendinin tabağımıza koyduğuna. Sırf bunları yazarken mazeret hissine kapılmayayım diye verdim.
Oy vermeyenler, size inanmadıkları için vermediler… Sanırım artık vermeyecekler de…

Çünkü sizin yüzünüzden bir daha hayal kırıklığı yaşamak istemiyoruz… Yenileceksek bile, kendimiz gibi yenilmek istiyoruz, kendimiz kalarak… 12 yıldır hep yenilen ve yenilmesine karşın kendi hayatından hiçbir şey eksilmeyenlerden bıktık…

Nazi orduları Rus topraklarında piknik yapar gibi ilerlerken, omuzları kalabalık ve yaşlı ve ferasetsiz ve geri kafalı çarlıktan kalma generaller komutasında, sapır sapır dökülüyordu Avrasya’nın çocukları. Sonra o sadist ama zeki Stalin bir şey yaptı. Teamülleri altüst eden bir devrim… Albay üstü tüm rütbelerin görevine son verdi ve genç subaylara seslendi; “Zaferle gelen general olur.” Sonrasını tüm dünya izledi. Genç ve cesur ve atılgan genç Sovyet subayları zafer üstüne zafer kazandılar. Çocukken izlediğimiz Sovyet askeri geçiş törenlerinde, göğsü madalyalar ve nişanlarla dolu olan Mareşaller, Nazileri tarihten silenler, işte bu genç subaylardı.

Soruyorum?

Atatürk’ün ordusunda, bir dizinde kız, diğerinde erkek torununu seven paşalar yerine, gözlerinden ateş çıkan genç kurmaylar karar mekanizmalarını dolduruyor olsaydı, apoletler teamüllerle değil zaferlerle takılıyor olsaydı, Terör gibi bir sorunu olur muydu ülkenin… Ergenekon- Balyoz süreçleri bu şekliyle yaşanır mıydı? Halk, kendileri için ölüme koşmuş askerleri uğruna, etten duvar olmaz mıydı?

Tekrar soruyorum?

Atatürk’ün partisinde, iki ağaç için dahi dünyayı zalimlerin başına yıkacak kadar gözü pek ve zeki gençler olsaydı ve elan mecliste sadece parmak kaldırmaları beklenen, zıpkın gibi, zehir gibi gençlerce karar mekanizmaları doldurulsaydı, 12 yıl boyu sürekli yenilen ve sürekli mazereti milletin ahmaklığında bulan bir parti olur muydu?

Aynını milliyetçiliğin supabı için de söylüyorum. O parti içerisinde birikimi, zekâsı ve karizmasıyla iktidarı hop oturtup hop kaldıracak onlarca aslan parçası kadın ve erkek varken, neden ilk yenilgiden ders çıkarılıp koltuklar, o güzel insanlara bırakılmadı? Ülkü ocakları cismi var kendi yok, iğdiş edilmiş bir hale neden sokuldu? Gezi’de neredeydi ocak gençliği?

Cevabı çok basit… Kendileri asla kaybetmiyorlar da ondan… Kaybeden bizleriz, yani hala Atatürk’e ve Cumhuriyet’e inananlar… Sadakati ancak ve ancak bayrağına olanlar… Bizler 12 yıldır bile bile lades oluyoruz…

Anglo-Sakson mühendisliklerle aklı iğfal edilmiş Anadolu insanını ikna edemediniz, inandıramadınız, kurtaramadınız yakalandıkları körlükten… Hep aşağıladınız, hep iki paket makarnada buldunuz utanılası yenilgilerinizin mazeretini… Şimdi herkese ve her şeye rağmen 12 yıldır size el vermişleri aşağılıyorsunuz. Sırf size biat etmedikleri ve benim gibi, inanmadığı bir adaya oy vermedikleri için…

Oysa umut olarak efendinin size sunduğu ve bize zorla desteklettiğiniz adamların hepsi birer aşıdan ibaretti… Bunu dahi anlayamadınız…

Ya bu aşılar kazansaydı? Dervişleriniz, allı-morlu gülleriniz, bayatlamış ekmekleriniz kazansalardı ne olacaktı? Ülke Allahsız kapitalizmden, efendinin mandasından, soft İslam’dan, Atatürk umdelerine, akla ve bilime geçiş mi yapacaktı? Heyhat!

Ama bu son…

Hayatın, kendilerine mutluluk paketi olarak sunulmuş insanların, artık bu ülke ve halkı için yapacakları hiçbir şey kalmamıştır.

Hele o işe yaramaz sülükleri ve fikirlerini ve sürekli gülümseyen suratlarını görmek dahi istemiyoruz. Zoru görünce kızını Floransa’ya, oğlunu Kanada’ya yollayacak gücü olanlar, savaş alanlarını ilk terk edenler oldu hep. “Osmanlı döneminde “Padişahım çok yaşa” diyenlerin, işgal ordusu İstanbul’a ayak basar basmaz, işgalci subaylarla kendileri ve özellikle kızlarının neler yaşadıklarını, yazmasa da tarih, biz biliyoruz. Atatürk yıllarca İstanbul’a neden ayak basmadı sanıyorsunuz? Bu pislik suratları görmek midesini bulandırıyordu da ondan. Aynı zevatın ve ahfadının, Atatürk’ün vefatına müteakip, en hızlı Atatürkçüler oluverdiklerine de tanık olduk. Şimdilerde ise Umre yarışındalar… Kovulan şerefli gazetecilerin koltuklarında, onların maaşlarını da kendi maaşlarına katıyorlar, ihaleler alıyor, meth-ü senalar diziyorlar “zamanın ruhu” gereği… Bir de utanmadan akıl veriyorlar muhaliflere, ne yapmaları gerektiği hususunda…

Bizim gidecek başka bir yerimiz yok. Ve kaderimizi gayrı, Anglo-Sakson aklından medet umanlara terk etmeyeceğiz. Kendilerini feshetmeleri, bu ülke adına yapacakları son ve tek iyilik olacaktır. Gerekirse seçime sadece iktidar girsin, kendi girip kendi kazansın. Oy oranı yüzde yüz olsun… Sessizliğimiz bile uykularını kaçıracaktır efendi ve uşaklarının…
Oysa şimdi güvendeler… Ülkede “serbest” seçimler yapılıyor ve “halk” karar veriyor, değil mi?

Sizin varlığınızı en çok rakipleriniz istiyor. İnanmıyorsanız bir deneyin. Bakın herkesten önce onlar “aman ne yapıyorsunuz, ülke-kaos-demokrasi” diyerek eteklerinizden çekecekler sizi. On iki yıldır demokrasicilik oyununda onlara eşlik ediyorsunuz. 12 yıldır yeniliyorsunuz ve bizim 12 yıldır her seçimden sonra haftalarca kimyamız bozuluyor.

Semiz teyze ve amcaların iğrenç göbek danslarıyla seçim zaferi kutlamalarını görmekten bıktık sosyal medyada.

Bir kez olsun bu halka iyilik yapın…

Bir kez olsun kaybedin…

Bir kez olsun fırsat verin…


Bırakın bu millet bir Mustafa Kemal daha çıkarsın içinden…

Hiç yorum yok: